31 Aralık 1993 sabahı, tam da Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nın (NAFTA) yürürlüğe girdiği gün, 4 bin 500 savaşçıyla Meksika'nın dağlık ve ormanlık güney eyaleti Chiapas'da, kendilerine kısaca "Zapatista" diyen bir yerli örgütlenmesinin silahlı bir isyan başlatmasının üzerinden 28 yıl geçti.
Maya yerlisi Tzeltal, Tzotzil, Tojolabal ve Chol etnik gruplarından oluşan Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN), 1 Ocak 1994 sabahı eyaletin dört belediyesini ele geçirdi.
Fakat Meksika ordusunun müdahalesiyle ağır kayıplar veren Zapatistalar, iki hafta içinde Lacandon Ormanları'na çekilmek zorunda kaldı.
Bu ani isyanın kaynağını çoğu Meksikalı anlamamasına rağmen meşru gördü. Zira Meksika'da silahlı köylü isyanları yüzlerce yıldır süren, her daim canlı bir gelenekti.
Ayrıca ordu ya da yerel şeflere bağlı paramiliterlerin yoksul köylülere yönelik baskı ve katliamları da hiçbir zaman eksik olmadı.
Ayaklanmanın amacı ülkenin başkentine doğru ilerlemek, federal orduyu yenmek ve hatta kurtarılmış bölgeler yaratmaktı.
Ancak hemen herkes bu isyanın geçici ve lokal kalacağı konusunda hemfikirdi. Bu yüzden toplumda barışçıl çözümün gerçekleşmesi için hızlı bir konsensüs oluştu.
Değişik kesimlerden o kadar çok aktör devreye girdi ki Federal Hükümet tek taraflı ateşkes ilan etti ve çatışma 12 günde durdu.
28 yıl sonra EZLN, hala silahlarını bırakmamış olmalarına rağmen, sivil ve barışçıl bir mücadeleyi savunuyor.
Mevcut silahlar ise düzene karşı mücadele için değil, bölgedeki paramiliter güçlerin saldırılarından korunmak için gerekli.
İsyanın şafağı üzerinden bunca yıl geçtikten sonra Lacandon Ormalarında mücadele sıcaklığından çok şey yitirdi.
Artık Zapatistalar ilk savaş ilanında olduğu gibi Meksika siyasi sistemini dönüştürmeye değil, yaşamları alt üst eden ve halkları sefalete sürükleyen kapitalizmi "dönüştürmeye" çalışıyor.
Bu amaçla 13 Eylül'de, 177 Zapatistadan oluşan bir heyet, EZLN ile Avrupa'daki siyasi gruplar arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan bir Avrupa turuna çıktı.
Sembolizme çok önem veren EZLN, Avrupa'ya giden grubu -Amerika'nın keşfinin bir eleştirisi olarak- bir gemiyle İspanya'ya gönderdi. Grup geçtiğimiz 6 Aralık'ta uçakla geri döndü.
Gerçekten de tarihte EZLN kadar sembolizmi kullanan bir harekete az rastlanır.
Maskelerinden şapkalarına, savaşçıların kıyafetlerinden kullandıkları isimlere, Kumandan Marcos'un piposuna kadar Zapatista hareketi; şiirsel, esprili, kelime oyunlarıyla süslenmiş devrimci bir siyasi söyleme dayanan metaforlarla kendi dışındaki dünyaya hitap ediyor.
Öz örgütlenmelerini "salyangoz", devleti elinde tutan partiyi "tarantula" ve siyasi rakibini "böcek" olarak tasvir eden bu hareket, alışıldık bir dille konuşmadığı için profesyonel politikacıları felç etti.
Doğrusu, EZLN 90'ların ortasında tüm bu sembollerle ortaya çıktığında bize fazlasıyla "postmodern" görünmüştü.
Çünkü devrim; kafamızdaki sosyalist gerçekçilik kalıbına göre, gelecekte parlayan yıldıza doğru askeri bir kıta halinde, elinde kızıl bayrakla yürüyen kadınlar ve erkeklerdi.
Oysa EZLN sisli bir ormanda yüzleri maskeli bir karnaval partisine benziyordu.
Meksika'nın kimsenin umursamadığı ve mısırdan başka şeyin yetişmediği dağlık bir yerinde ortaya çıkan bu silahlı hareketi "devrimci" bir oluşuma benzetemediğimiz gibi, bildiğimiz anlamda bir gerillaya hiç benzetemiyorduk.
Zapatistalar, tipik sol hareketler gibi sadece sömürü ve anti emperyalizmle ilgilenmiyordu, aynı zamanda geçmişin değerlerini çıkarmak için de mücadele ediyordu.
Bilindik devrimciliğin tersine onlar, ileriye doğru yürümek için geriye bakıyorlardı. Hatta "Önceden bilerek devrim yapılmaz" diyorlardı.
Marks'ın öğretisinin aksine EZLN kimliğini, sembollerini, kahramanlarını ve ilhamını geçmişten alıyordu. Anlaşıldı ki EZLN, geleceğin şiirini iyi okuyordu.
Bugün EZLN üyelerinin birçoğu Chiapas'lı, ancak hareketin kurucuları Nuevo León Üniversitesi'nden mezun bir grup öğrenci.
Örgütün kökeni 1969'da Monterrey'de kurulan Marksist-Leninist silahlı bir örgüt olan Ulusal Kurtuluş Güçleri'ne (FLN) kadar uzanıyor.
EZLN, Chiapas eyaletinin doğu kesiminde bulunan Lacandon Ormanında, 17 Kasım 1983'te kuruluşundan bu yana hızla büyüdü. Fakat yerli halkın onun saflarına katılması birden olmadı.
Hareketin bu yalıtılmış Maya bölgesindeki tecrübesi, onu yerli ve anti-kapitalist mücadeleyi birleştirmesi sonucuna götürdü.
Halkla iletişim kurmak için yerli kültürünü tanıma çabaları onları kendi çelişkileriyle yüzleşmek zorunda bıraktı.
Bu silahlanmış aydınlar, yüzlerce yıldır direnenlere öğretecek hiçbir şeyleri olmadığını anladılar. Böylece topluma rehberlik etme fikrinden uzaklaşarak yerli geleneklerinden beslenen komünal demokrasiye yaklaştılar.
Esasında bu hareket fazlasıyla çelişki ve dogma taşıyor. Fakat bir hareketin iç çelişkileri ve dogmaları onu durgunluğa sürüklemediği sürece, bu çelişki ve dogmalar yeni dönüşümlerine doğru başlangıç noktası anlamına gelebilir.
Diğer yandan neredeyse "kutsal" bir yerli kimliği ve silahlı isyan geleneğine yaslanan bir hareketi eleştirmek hiçbir zaman kolay değildir.
Hem de modern bir siyasetle donatılmış, uluslararası entelektüeller tarafından korunan ve adeta bir mite dönüşmüş lidere sahip bir hareketi eleştirirken, hainlikle suçlanma riskini almanız gerekir.
Tabii ki eleştiri bir amaç değil, anlamak ve öğrenmek için bir yöntem olabilir. Bir siyasi hareketi anlamak için de onun geçirdiği aşama ve süreçleri bir bütün olarak değerlendirmek gerekir.
Teorinin ötesinde, EZLN'nin pratik siyasi çıkışıyla bugün gelmiş olduğu yer arasındaki farkı; ulusal siyaseti yerli meselenin ötesinde etkilemeye çalışmamak ve siyasi iktidar mücadelesinden vazgeçmek olarak özetleyebilirim.
Genel algının aksine EZLN'nin başlangıçtaki pozisyonunun yerli haklarının savunulmasıyla pek ilgisi yoktu.
Siyasi çizgisini keskin biçimde bu yöne çevirmesi 2006 yılına rastlar.
1994 yılında ortaya çıktıklarında ilk Lacandon Ormanı Bildirgesi'ni (DSL) yayımladılar.
Amaçlarının; iktidarı ele geçirme hedefiyle, halkları özgürleştiren askeri bir eylem yoluyla ilerlemek olduğunu ilan ettiler.
Ancak federal ordunun üzerlerine hava operasyonları yapması onları başka bir yola girmeye zorladı.
İkinci bildirgeden ve özellikle üçüncüden başlayarak barış, demokrasiye geçiş ve genel olarak savaşın sona ermesi üzerine vurgu yapıldı.
EZLN'nin toplumun geniş kesimlerini bir araya getirme çabası sürdü. İkinci deklarasyonla kurulan "Ulusal Demokratik Konvansiyonu (CND)" bunun en öne çıkan örneğiydi.
CND "ulusal egemenlik ve devrimci" bir çerçevede yeni bir anayasa oluşturmak için bir geçiş hükümetini hedefleyen bir öneriydi.
CND'nin başına da önemli bir ulusal ve sol figür olan Cuauhtémoc Cárdenas geçti.
"Subcomandante" Marcos, PRD lideri Cárdenas'ı CND'nın yönetimine getirerek bu partinin desteğini aldı. Ama ondan ötesine gidemedi.
İktidarı 70 yıl tekelinde tutan PRI ve neoliberal PAN partilerine karşı bile bir cephe oluşturulamadı.
EZLN, CND'ye paralel olarak kentlerde örgütlenmek için bir "Zapatista Cephesi" (FZ) kurdu. Fakat her iki girişim de EZLN'nin ulusal çapta bir politika için yetersizliğini ortaya koydu.
Ancak bu noktadan sonra EZLN lideri Marcos, anlamsız biçimde Cuauhtémoc Cárdenas'ı öne çıkarma siyasetini sürdürdü.
2000'de Cárdenas'ın başkan adaylığına desteğini ifade ederek de asıl niyetinin solun gelecek vadeden genç lideri Andres Manuel Lopez Obrador'un (AMLO) önünü kesmek olduğu açığa çıktı.
Çünkü AMLO aynı yıl başkent (CDMX) valisi seçilerek ilk seçimde başkan adayı olmayı garantilemişti. Cárdenas ise herkesin saygısını kazanmış fakat artık böyle bir maceraya girme niyeti olmayan bir karakterdi.
Marcos'un AMLO'ya karşı tavrının bir takıntı olduğu kimsenin gözünden kaçmıyordu. 2005'de yayımlanan altıncı bildirgede neredeyse sadece AMLO hedef alınmıştı.
Gerçekten de EZLN lideri, herkese rağmen 2006'da AMLO'nun adaylığına karşı savaş ilan etti. Marcos adeta kıskanç bir şekilde -sağa hiçbir eleştiri getirmeksizin- bütün silahlarını AMLO'ya yöneltti.
"Diğer Kampanya" adıyla ülkeyi gezerek solu sandığa gitmemeye iknaya çalıştı. Böylece AMLO, sağ neoliberal cephenin adayına yüzde 0,56'lık farkla kaybetti.
Bu defa EZLN lideri seçimden sonra da sağın sandıkta hile yaparak kazandığını söyledi.
Marcos, yürüttüğü kampanyayla Meksika tarihinde ilk kez bir sol adayın kazanmasını engellediği gibi sağın zaferini de meşrulaştırmış oldu.
EZLN liderinin bu tavrı, geniş halk kesimleri ve muhalefetle EZLN arasındaki bağın kopmasına yol açtı.
Bu tarihten sonra EZLN, Meksika genelindeki toplumsal hareketlere karşı habersiz ve kayıtsız kaldı. Marcos, AMLO'ya karşı tavrını biraz daha düşük bir tonda 2012 seçimleri öncesinde sürdürdü.
2006 seçimlerinde "faşist"likle suçladığı AMLO'yu şimdi de "pozisyonunu düzelt" diye uyarıyordu. AMLO Marcos'a 2006'daki hatayı tekrar etmemesi ve sağa seçim kazandırmamasını söyledi.
Marcos ise AMLO'ya "olgunlaşmadığı, hatalarını ve ayağının takıldığı şeyleri fark etmediği ve sağcı olduğu" cevabını verdi.
2018 seçimlerine doğru da EZLN'nin yerli bir kadın adayı, AMLO'ya rakip olarak çıkarma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. "Marichuy" başkan adayı olabilmek için yeterli imzayı bile toplayamadı.
AMLO başkan seçilince de onun hayal kırıklığı yaratacağına dair peşinen garanti veren bir bildiri yayımladılar.
İlerleyen süreçte AMLO'nun, hemen her politikasına ve söylemine karşı polemik yürüttüler.
"Subcomandante" Marcos her devrimci hareketin lideri gibi karizmasına fazlasıyla güveniyordu.
Entelektüelleri etkileme kapasitesinden ve Chiapas'daki örgütlenme deneyiminden aldığı cesaretle aynı şeyi Meksika çapında gerçekleştirebileceğini zannediyordu.
Fakat Meksika'da ulusal çapta liderliğin oluşmasına tarihte çok ender rastlanır. Bu, ülkede yerel otoritelerin aşırı özerk ve güçlü olmasıyla yakından ilintili bir konu.
Ayrıca Emiliano Zapata dahil hiçbir köylü önderi ulusal liderliği ele alamadı.
Bana öyle geliyor ki Marcos, hayalini kurduğu ulusal liderliğe yükselemeyeceğini fark ettikçe bu iddiasından da uzaklaştı. 2001'de yerli mücadelesine odaklanması da bu yüzdendi.
EZLN'nin yerel örgütlenme adının evrimi bile bunu yansıtıyor: Önce "Aguascalientes"di.
Bu isim Zapata ile Panço Villa'nın ordularının birleştiği yerden geliyordu. Sonra "İsyancı Zapatista Otonom Kentleri" (MAREZ); 2003'te de "Salyangoz"a dönüştü.
O tarihte Zapatistaların başkentten ses getiren "Yeryüzünün renkleri yürüyüşü" bile mecliste EZLN'nin istediği otonomiyi tanıyan yasanın çıkmasını sağlayamayınca, Marcos çıkıp "Ben devrimci değilim, asiyim" dedi.
Sonra da "kahrolsun öncüler" lafını telaffuz etti.
EZLN saflarında sıkça ifade edilen "yerli demokrasisi", "yatay örgütlenme" gibi yaklaşımlara karşın hareketin siyasi çizgisini daima Marcos dikte etti.
Ve kendisine aşırı misyon yükleyen her lider gibi, kaprisli biçimde başarısızlıklarının suçunu dışarıya -özellikle AMLO'ya- attı.
İsmini, başına "yardımcı komutan, isyancı" gibi ekler koyarak, siyasetine yeni anlamlar katmaya çalıştı. Adını daha sonra "Galeano" olarak değiştirdi.
Marcos, sürekli sembolizme yüklenerek kendinden mitolojik bir karakter yaratmaya çalıştı.
EZLN, Meksika'nın bunca sorunu arasında sadece "yerli kadın hakları" ile kendini sınırladı. Zapatistalar, ezilen sınıfların siyasi taleplerini terk ettikten sonra bu alanda doğan başka inisiyatifleri de tanımadı.
Ayrıca Chiapas'da ortaya attığı otonomist proje, Meksika'da yayılmadı ve izole kaldı. Bugün küçük bazı öğrenci gruplarının desteği dışında EZLN'yi şehirlerde görmek mümkün değil.
Daha da önemlisi EZLN'nin Meksika siyasetinde hiçbir hükmü yok.
Meksikalılardan çok turistlerin ilgisini çektiği için EZLN'ye -haksız biçimde- "turistik örgüt" deniyor.
EZLN 28 yıl önceki ayaklanmasında haklıydı ve lokal hedeflerine kısa sürede ulaştı.
Bugün çatışmanın ilk aşamasında ele geçirilen topraklar üzerindeki konumlarını ve kontrollerini, oldukça etkili bir şekilde korumayı başarıyorlar. Meksika hükümeti de üzerlerine gelmiyor.
Fakat yerel egemenler, onlara bağlı paramiliterler tarafından kuşatılmış durumdalar. Ve her gün kayıplar veriyorlar.
EZLN'nin halen üzerinde toplumsal varlığını sürdüreceği bir toprağa sahip olması, hareketin geleceği için stratejik önemde; okullar, kurslar açması, hastane ve klinikler kurması ve tarımsal üretimi artırması da.
Fakat hareketin Meksika'dan kopuk biçimde, siyasi geleceğini uluslararası sivil toplumun kaderiyle bütünleşmekte araması, gerçekçilikten uzak bir yaklaşım gibi görünüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish