Almanya'da koalisyon oluşturma çabaları büyük ölçüde sonuç verdi. Almanya'daki bu iktidar değişimi bölgesel ve küresel istikrarın sarsıldığı bir döneme denk düştü. Bu nedenle Avrupa'nın en büyüğü olan Almanya'daki bu değişimin olası sonuçlarını tüm dünya izliyor.
Eğer her şey planlandığı gibi giderse, Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) adayı Olaf Scholz başbakan, Yeşiller'in adayı Annalena Baerbock dışişleri bakanı olacak. Koalisyon sözleşmesine bakılırsa Almanya'nın dış politikası önemli değişimlere gebe.
İdeolojik dış politikanın sınavı: Somut sorunlar
Dışişleri Bakanı olması beklenen Baerbock'ın dış politika yaklaşımında, insan hakları ve demokrasi savunusunun kurucu bir rolü var. Bu nedenle, yeni dönemde Merkel'in pragmatik dış politikasının yerini daha ideolojik bir yönelimin alması beklenebilir.
Ancak bu dönüşümün pürüzsüz olacağını düşünmek çok da mümkün değil. Nitekim Almanya açısından mücadele edilmesi gereken çok ciddi somut sorunlar var.
Örneğin yeni hükümetin Polonya-Beyaz Rusya sınırındaki mülteci trajedisine yaklaşımı nasıl olacak?
AB karşıtı otoriter politikalarla sivrilen Polonya'yla hangi düzlemde politika geliştirecek?
Bu politikaları oluştururken alışıldık bir "AB çifte standartçılığıyla" hangi insan hakları sorusuna "bize dokunmayan insanların hakları" diye mi yanıt verecek?
Aksi durumda Avrupa Birliği içerisindeki tepkileri nasıl tolere edecek?
Ya da Ukrayna sınırında yoğunlaşan Rus askeri varlığına yaklaşımı nasıl olacak?
Kaldı ki SPD'nin Rusya'ya yönelik ılımlı yaklaşımları ve Yeşiller'in çok daha eleştirel ve sert eğilimleri düşünüldüğünde Rusya'yla ilişkiler konusu, mevcut hükümet içerisinde çatlak oluşturma potansiyeli de taşıyor.
Bu durum en iyi ihtimalle "Almanya çıkarları" için bir dengeleme unsuru olarak işleyebilirse de geniş resme Avrupa Birliği de dahil edildiğinde atılması gereken bazı somut adımlar konu üzerindeki baskıyı artırıyor.
Askıya alınan Kuzey Akım 2 anlaşmasının akıbeti ne olacak?
Bu sürede kış ortasındaki fiyat dalgalanmaları pandemi kurtarma programı çerçevesindeki yapılanmada ne şekilde yönetilecek?
ABD ile ittifak açmazı
Almanya'daki ideolojik dış politika dönüşümü, temelde Biden başkanlığında ABD yönelimleriyle uyumlu. Hem Almanya'da hem de ABD'de liberal ve sol eğilimli nüfusun desteğini alan merkez sol siyasi hareketlerin yönetime geldiği görülüyor.
Bu çerçevede, demokrasi ve insan hakları kavramlarının kurucu nitelik edinmesi ya da yeşil ve dijital dönüşüm odaklı politikaların öncelenmesi şaşırtıcı değil. Ancak Almanya açısından bazı önemli açmazlar var.
Her şeyden önce Almanya, ABD'nin aksine kıta Avrupasının asırlık fay hatlarından uzakta konumlanmıyor. Aksine bu fay hatlarının tam ortasında, kırılganlığın hayli yüksek olduğu bir noktada.
Dış politikada müttefik ABD'nin çekim alanına girerek özerkliğin yitirilmesi ise Almanya'nın ciddi bir kaygısı. ABD ile işbirliğinin sınırlarının çizilmesi bu açıdan önemli.
Ancak, artan küresel kutuplaşma ortamı ve ideolojik ortaklıklar bu çizginin çekilmesini giderek zorlaştırıyor.
Ayrıca Almanya, Avrupa Birliği'nin en güçlü aktörü olarak politikalarını her zaman Avrupa Birliği boyutuna da odaklanarak biçimlendirmek zorunda. Scholz egemen bir Avrupa Birliği inşasının dış politikanın temelini oluşturacağını açıkladı.
Hatta egemen AB inşasının, ekonomik ve demografik gücüne işaret ederek, Almanya'nın sorumluluğu olduğunu vurgulayıp Almanya'nın Avrupa'daki hegemonik gücüne dikkat çekti.
"Egemen Avrupa"'nın ABD ile ilişkiler açısından ne ifade edeceği muğlak. Ayrıca Almanya'nın çıkarlarıyla ve yöneticilerin siyasal yönelimleriyle AB'nin çıkarlarının ve siyasal yöneliminin kolay örtüştürülemeyeceği konular var.
Avrupa Birliği'nin iç gerilimleri ise Almanya önünde ciddi engeller yaratıyor.
Otoriterleşme ve yeşil-dijital dönüşüm kıskacında AB'nin geleceği
Scholz'un başbakanlık koltuğuna geçtikten sonra ilk yurt dışı ziyaretini, tıpkı 16 yıl önce Merkel'in yaptığı gibi Fransa'ya yapması bekleniyor. Bu, hiç kuşkusuz Alman siyasetinde Avrupa Birliği'nin öncelendiğinin sembolik bir göstergesi.
Ancak, Fransa'nın AB dönem başkanlığını devralacak olması açısından da önemli. Almanya'daki yeni hükümetinin en zorlu sınavlarından birisi, Avrupa'da artan otoriterlik ve ırkçılıkla nasıl mücadele edileceği.
AB'deki mevcut gerilimlerin "idare edilmesi" zor bir noktaya ulaştığı görülüyor. Duda ve Orban gibi liderlerin tırmandırdığı gerilimlere ek olarak, Fransa'da önümüzdeki baharda yapılacak olan seçimler de yakından izleniyor.
Fransa'da ırkçı ve otoriter yönelimleriyle sivrilen Eric Zemmour'un yükselişi AB demokratlarını endişelendiriyor. Diğer yanda ise Avusturalya, İngiltere ve ABD arasında yapılan askeri işbirliği anlaşması AUKUS'un Fransa'da yarattığı şokun "bağımsız AB" talebini artıran etkisi var.
Dolayısıyla Almanya'nın yeni dış politikasının AB düzleminde nasıl tatbik edileceği önemli bir gündem maddesi.
Fransa seçimlerine ek olarak, İtalya'da Ocak 2022 yapılacak olan seçimler de AB açısından önemli. Nitekim, Yeni Nesil AB kurtarma fonundan 200 milyar avro alması onaylanan İtalya'nın bu fonları ne denli etkili kullanabileceği AB'nin büyüme potansiyelinin geleceği açısından merakla izleniyor.
Bu da bizi yeni Alman hükümetinin aşmak zorunda kalacağı diğer bir zorluğa yönlendiriyor. Yeni hükümet yeşil ve dijital dönüşüm konusunda iddialı bir programa sahip.
Aslında yeşil ve dijital dönüşüm, giderek Çin ve ABD arasında bir mücadele alanına dönen küresel ekonomik sahada hem Almanya'nın hem de AB'nin yeniden etkin bir pozisyon elde edebilmesi açısından hayati önemde.
Dolayısıyla bu bir fırsat. Ancak Almanya AB'nin de Yeşil Mutabakat ve Avrupa Dijital stratejisi ile çerçevesini çizmiş olduğu bu gündemini, pandeminin etkisiyle ekonomik olarak sarsılmış ve pek çok kırılganlığa sahip bir Avrupa ekonomisiyle eşgüdümlü gerçekleştirmek zorunda.
İklim kriziyle mücadele ve dijitalleşmede öncülük olanağını kaçırırlarsa Almanya ve AB'nin özerkliği olan güçlü politik aktörler olarak dünya arenasında yer alma defteri de kapanabilir.
ABD-Çin-Almanya dengeleri
Bu noktada, yeni Alman hükümetinin Çin'le ilişkilerini nasıl şekillendireceği ABD-Çin mücadelesinde AB'nin konumunun netleşmesi açısından da belirleyici. Şimdiye kadar, ekonomik çıkarların ve Merkel yönetiminin de etkisiyle AB, Çin'le bir tür eleştirel diyalog politikası sürdürmekteydi.
Biden'ın Çin'e karşı müttefiklerle topyekûn mücadele politikasını hayata geçirmeye başlamasıyla AB'nin bu politikayı sürdürmesi zorlaşmıştı.
Almanya'nın muhtemel dışişleri bakanının Çin'e karşı sert politikaları savunan duruşu, AB'nin de daha Çin karşıtı bir noktaya yönelmesine neden olabilir.
Yeni Alman hükümetinin Tayvan ve Uygur meselelerini insan hakları ve demokrasi bağlamında hedefine oturtacağını ve Çin üzerindeki baskının artacağını ön görmek mümkün.
Ancak Almanya'nın bu yönelimi bir savrulmayı da beraberinde getirebilir. Çin'in Almanya ekonomisindeki yerin doldurulması başlı başına bir iş gibi duruyor.
Nitekim 2020 yılında Almanya'nın Çin'le ticareti toplam 213 milyar avro değerindeyken ABD ile olan ticareti 171.5 milyar avro değerindeydi.
Öyle görünüyor ki, Almanya'daki bu yeni siyasi dönüşüm yalnızca Almanya için değil, Avrupa Birliği'nin geleceği ve küresel güç mücadeleleri açısından da bir domino etkisi yapma potansiyeli yüksek dönüştürücü bir süreci başlatacak.
Buradaki süreçlerin ve açmazların iyi okunması ise, değişim arifesinde olan diğer devletler için de ders niteliğinde olacak.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish