Celalettin Can: Feyyaz arkadaşım, konuyla ilgili bir konuşmamızda İstanbul'da MHP-AK Parti iktidarının Taksim'de Atatürk Kültür Merkezi (AKM)'nin, Sinan Operası ve Devlet Töreni ile açılışı ile Diyarbakır'da Ahmet Güneştekin'in yakın ara ile çakışan sergisinin açılışındaki medya 'show'un birlikte ele alınması gerektiğine dair ortak düşünceye varmıştık.
Her iki gösteriye de yitirilen Kent Soyluluk ev sahipliği yapamadı. Her iki gösterinin de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları çerçevesinde yapılıyor olması ve açılışın sanat ve siyaset ilişkisini doğrudan merkeze alan gündemin altyapısını "toplumsal hafıza" konusunun belirliyor olması manidardı.
Diyarbakır'daki Ahmet. Güneştekin sergisinin ismi "Hafıza Odası", alt sergilerin başlıkları "Kayıp Alfabe", "Analar Duvarı", "Yoktunuz", "Hafıza Tepesi" ve "Çürüme" alanı hala süregelen bir olağanüstü hal şartlarında doğrudan tanımlanırken, İstanbul'daki açılış konseri doğrudan Gezi olaylarına odaklanmıştı.
Feyyaz Yaman: Düşünelim… Açık olan şu ki iktidarın gurur vesilesi yaptığı Atatürk Kültür Merkezi yatırımı, bilinçaltına kazınmış toplumsal Gezi direnişinin gölgesinde kaldı. Her iki durumda da esas olan politika üzerinden sanatın gün üzerinde kurmak istediği egemenlik söylemi, güncel estetik iddiası, kültürün sahipliğine soyunduğu "büyük" ölçekli söylemler, halkın ve halk çocuklarının direniş estetiğinin ruhu, şiirselliği ve hakikat gücü karşısında yetersiz ve çaresiz kaldı.
Aldo Rossi'nin (İtalyan Mimar); bir mimari estetik yaratımın, toplumun ve zamanın ruhundan aldığı güçle ulaştığı mükemmellik formunun, bütün karşıtlıklara rağmen kendini dokunulmaz kılışını hatırlatan sözü gündemdeydi. Taksim AKM ,TC kurucu zihniyetinin modernist mimarisinin bir örneği olarak inşa edilmişti. Sembolik anlamlarının ötesinde önce 12 Mart Darbesi komploları çerçevesinde yakıldı, şimdi AKP tarafından yıkıldı.
Aynı zamanda bir "replika" ile imitasyonla karşı karşıyayız. Cumhuriyetin karikatürü gibi. Aynı şekilde Keçiburcu'nda sanat eseri olarak sunulan rengârenk tabutlar, önce ismi geçen ve benzeri davetli konu mankenleri tarafından ayaklar altına alındı, sonra protesto eden bir kısım genç sanatçılar tarafından burçlardan aşağı atıldı.
- Oysa Aldo Rossi'nin "sanat eseri"nin formundan gelen kutsallığının ve gücünün dokunulmazlığı ile kastettiği işte buydu.
Tam buydu! Düşman işgalinde bile bir çeşme, bir cami, bir heykel, bir yalı kendini "dokunulmaz" kılıyor ise, o eser gücünü tüm toplumsal konsensusdan tüm insanlık değerlerinden gelen bir "yücelikten" alır. Bu yüzden Ayasofya'yı da, üçüncü Ahmet Çeşmesi'ni de, Louvre Müzesi'ni de kimse yıkamaz. Ancak tanrısallıkla, Mesihlik bağı kurmaya çalışan bir meczubiyet Leonardo'nun Mona Lisa'sına, Michelangelo'nun Musa'sına, büyük Buda heykellerine saldırmaya cesaret edebilir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Hegemonyanın sahte "yüce" sanatı bu yükü taşıyamaz. Bu acziyet sadece bu iki "sunum nesnesine" ait değildir. Bunun iki nedeni var. Birincisi neoliberal politikaların meta-fetiş nesne temelli, para merkezli değer sistemi, aklın ve maddi tarihin reddi ile zamanı ve mekânı, bildiğimiz dünyayı öyle umarsızca, kar odaklı dağıttı ki duvarın yıkılmasından bu yana yaşanan dünyada "insan ölçekli" ne estetik ne değer ne kent ne doğa ilişkisi, hiçbir yerde söz konusu değil artık. Gündelik hayatın piyasalaştırılması, özgürlük ve estetik kaybı ile sonuçlanmıştır.
Buna paralel sanatın- edebiyatın ve mimarinin, fotoğrafın ve sinemanın şeyleştirilmesi bu sürece " tasarım" uzmanlığı ile dâhil oldu. Eline verilen teknolojik yaptırım gücünün oyuncağını sihirli değnek gibi kullanıp her şeyi paraya dönüştürülebileceği inancı, her şeyi Midas'ın altınlarına değil, betona çevirdi, taş kesti.
- Böylece amaç değil araç fetişleşti. Anlam yerine eyleyiş süreci değer olarak pazarlandı. Dev prodüksiyonlarla izlediğimiz sanatın değil paranın öyküsü oldu artık. Oysa Gezi'nin sözle, müzikle, performansla duvarlara, ağaçlara, caddelere ve sanal dünyaya müdahalesiyle sergilediği sanat günceldi.
Günceldir… Gezi, kitap okuyanla sessiz duran bedenle, dans eden, piyano çalanla heykelleşirken, Koca Sinan'ı karikatürize eden "yüksek sanat" ve açılış performansı, hilkat garibeti gibi kitsch tarihine geçmeye mahkûmdur. Çünkü arkasında "Gezi'nin Komün Ruhu" gibi bir gerçek yoktur.
Modernite ile modern düşmanlığı arasına sıkışmış mehter duruşu ile Donizetti Paşa'nın ruhunu sızlatan kültürel acziyeti, ne Gürel Aykal'ın ne Senfonik Orkestra ve Opera sanatçılarının kişisel çabası bu yarılmanın boşluğunu dolduramaz. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, İstanbul Ticaret Odası gibi kaygan bir zeminde dans etmek zorundadır. "yavaş yerleş yaşşşş"
Tencere tava ile yapılan Kardeş Türküler ezgileri bize de, size de yeter. Çünkü bu ruhun varlığını besleyen güç, tek kutuplu dünyanın egemenliğinin fevriliğinde, çok çamlar devirdi, ocaklar söndürdü, kanlar akıttı. Çünkü hiçbir insanlık duygusu taşımadan, sadece seyirci kalmanın değil, Yüzde 1 lobilerine çalışan sermaye büyütme hırsları ile kurdukları ittifaklar ruhlarını kuruttu.
İşte bu yüzden acısı soğumamış, yağmalanmış ve yağmalanmakta olan Suriçi'nin, olağanüstü hal ortamında halaya duranların yüreğinin kuruluğu aynı şekilde kabuk bağlamıştır.
İşte bu yüzden; ayni türedi "kentsoyluluk" liberal değerlerin temsilcisi olamaz. Anlamın, para ile değiş tokuşu, estetiğin Show dünyası ile vitrin sanatı ile teknolojik çoğaltmaların sentetikliği ile yer değiştirmesi, yanına isim olarak ne kadar dünya markasını çağırsa bile bir "değer" üretemez.
İşte bu yüzden; tragedyanın antik dünyadan bu yana bütün trajik olan ile hakikatle yüzleşme geleneği, bütün taziye ve yas geleneği, bu yeni satirlerin arzu nesnesi karşısında taş kesilir. Öznesi olmayan bir eleştiricilik, eleştiri altında pazarlanan ironi, gerçeği pasifleştirir.
- İşte bütün bunlardan dolayı, "Kanla kına yakılmaz" lafının atasözü olduğu coğrafyada, amnezi rolü oynayanların akıl tutulması umarsızdır. Anaların zılgıtı karşısında bütün bu cümbüşün gürültüsü biçaredir. Kente vurulan neşter, iddia edildiği gibi geleneksel kültüre vurulan "modernist" müdahale değildir, aksine Surları delen, yağmacının yıkımıdır. Eğer yeni bir "hafıza" yeni adına bir unutma, yeni adına bir "uzlaşma" kurulacak olsa idi, kentin sahiplerine bir saygı asla esirgenmezdi.
Esirgenmezdi, çünkü "liberal" özgürlüğün Fransız Devrimi ile tarihe karıştığı yeni dünya düzeninde bunu taşıyacak bir "özne" yoktur. Devlet şiddetinin, hegemonyanın evrensel insanlığı ayaklar altında çiğnediği haysiyetsizliğin zor zamanlarında, insanlık onuru "kokuşmuş uzlaşmaların" masasına oturamaz.
- Bütün acıların hafıza mekânları, dozerlerle yerle bir edilse bile, üzerlerine komünarların katledildiği yere Sacre Coeur'lar inşa edilse bile bedenlerde ayağa kalkan mezar taşları hafızanın ve geleneğin suretidir. 80 Darbesinin, Metris Cezaevi'nin, Ulucanlar Cezaevi'nin, Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'nin işkence çığlıkları hala kentlerin duvarlarında yankılanırken hiçbir sanatçı hakikat ile ilişki kurmaya kalktığında "gözlerini kaçırma" hakkına asla sahip değildir. Alman faşizmi ile hala hesaplaşan insanlık ve sanat örnek alınacak ise, imitasyon, taklit üretim, "çakma" acıların, para ile tutulan taziye ağlayıcılar gibi rol model kalır. Çünkü hakikat çuvala sığmaz.
Sığmaz! Dışarıda mağdunu, içeride mağruru oynayan hamasetin beyaz maskesi Çağdaş Kürt Sanatının theatronuna sığmaz. Liberalcilik rolü oynayanlarla, İstanbul Kültür Pazarında puşi desenli moda reklamları ile beyaz Türklük ile yan yana, küresel sanat pazarının İstanbul Port'unda bienalcilik su kaldırabilir. Ama Mardin'in, Diyarbakır'ın, Batman'ın genç sanatı bu yükü taşıyamaz.
Hakikat siyasette veya sanatta yer işgal edecekse, "hukukun donduğu" yerden değil, politik söylem iktidar üzerinde bozucu etki yaptığı ölçüde var olacaktır. Belleği geri çağırma, her türlü yüzleşme temelli hakikat arayışı sanatla birlikte boy gösterecekse hem siyasi hem etik, hem de estetik "Parrhesia" yani "hakikat" cesareti, düşünce ve duyguyu ancak ontolojik varoluşun "farklılık" üzerinden kendini ortaya koyduğu eyleyişin aldığı "risk" olarak tanımlanabilir.
Davranış olarak gerilim var edemeyen farklılık, inançsızdır. İbn-i Haldun'un tabiri ile "asabiyesi yoktur". Siyasal olarak, toplumsal olarak başarılan kazanım, belgeselcilikle, habercilikle, fotoğrafla kazanılan hakikat, neoliberalizmin postmodern sularında tüketilemez. Yanlış zamanda, yanlış öznelerle, devrilen masaları düzeltmeye çalışmak, mağduru mağdunlaştırma siyasetine çalışır. Ulus devlet politikalarının 12 Eylül faşizminden beri kuramadığı kendi iç bütünlüğü "evrensel insanlık" karşısında her türlü hukuksuzluğun mahkemesinde yargılanırken, halkların öz yönetim esaslı bağlama oturtulmayan uzlaşım alanları, halklar açısından hayali mekânlardır.
- "Çokkültürlülük" söylemleri ile "kültüralizmin" tuzağında oyalanan, manipüle edilen bir hakikat tarihi, belirli bir siyasalın mensubu olarak, hukuki bir özne olarak konumlandırılmadan masaya dahil edilemez. Kaldı ki acıyla, kanla yazılmış, 11 tez (tutum belgesi) tükenmiş gazetecilik ve sanat piyasası müşterisi kılıklı kalabalığın, siyaset piyasası masasına sığ maz. Kürt Hareketi, kendi siyasi ve estetik öznelerini yaratmış "en kendinde" sosyal irade varlığını kazandığı durumda, öznesi belirsiz kalabalıklarla resim verecek, kullanışlı tamir çantası değildir. Hayatın her alanında bedel ödeye ödeye kendi haçını sırtında taşıyarak gelen bir öz kavrayış, kendini insan olma hakkı çerçevesinde, siyasal olarak inşa etmesini sağlayan bağlayıcı ilkeleri yeniden ve yeniden yorumlayarak geldiği süreçte, sağlıklı bir tepkiyi de ortaya koymuştur.
Evet… Gençliğin Sur'lardaki estetik tepkisinin verdiği mesaj siyasetteki önemli kazanımlarından biridir. Gücünü her türlü kuşkuculuktan, görecelik yorumundan azade, çıplak gerçeklikten devşiren bu pratik, dünyayı saran neoliberal virüsün de panzehiridir.
Milliyetçi-muhafazakâr cemaatçiliğin, postmodernist ve yapıbozumcu şüpheciliğin, arzu ve tüketim odaklı piyasacı pragmatizmin karşısında küresel adalet tasavvurunun en büyük itici gücüdür. Coğrafyanın bu iki ucunda yeşeren umut toplumsalın, siyasal tahayyülünün eriştiği en büyük güç, halen mevcut hegemonyanın en büyük korkusu en büyük alternatifidir.
- Ve artık hiçbir "istisna hali" bu toplumsal gücücendereye alamaz. Çünkü "toplumsal sadece toplumsal değildir."
Teşekkürler Feyyaz Yaman!..
Feyyaz Yaman (özgeçmiş) 1955 Adapazarı doğumlu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümü yüksek lisans mezunu olan Yaman, 1978'de Atelye Alaturka'yı, 2000 yılında Karşı Sanat Çalışmaları'nı kurdu. Feyyaz Yaman, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mezunları Derneği "Güzel" kurucu yönetim kurulu üyesi olup 2002-2005 yılları arasında Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin yönetim kurulu üyeliği yapmıştır. Diğer üyelikleri ise Tarih Vakfı Mütevelli Heyeti, Tüyap Sanat Fuarı danışma kurulu, 78'liler Girişimidir. Yaman, sanat, sanat kuramı, felsefe ve tarih alanlarında çalışmalarını sürdürmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish