Türkiye'nin sistem krizini görmezden gelinerek oluşturulan iktidar-muhalefet denklemi yakın vadeli iyimserlik dışında bir amaca hizmet etmez.
Verili koşullarda Ak Parti-MHP iktidarının düşüş trendine girdiğini söylemek kıymeti kendinden menkul bir kehanet olması dışında bir şey ifade etmez.
Demokratik rejimlerin doğası gereği iktidarın dayanak yaptığı hikâyede söylenecek söz tükendiğinde son noktanın konulması kaçınılmazdır.
Çoğunluk iradesine dayandırılan iktidar denklemi azınlığın çoğunluk haline gelmesine olanak sağladığı için demokratik sistem tanımı içinde değerlendiriliyor.
İktidar olgusal olarak her zaman 'tümü' temsil eden bir siyasal organizasyon değildir.
"Genel iradenin" yansıması olarak iktidar organizasyonunu mümkün kılan siyasal rejim kavramsal olarak yoktur.
"Genel irade" daha çok çoğunluğun iradesi olarak algılanır. Demokratik olma özelliği ise azınlığın çoğunluk olma hakkına sahip olmasıyla tanımlanır.
Partili siyasal rejimlerin dayandığı bu demokrasi oyununda çoğunluğu ikna edebilen iktidara gelir ve inanırlığını yitirdiğinde de giderler.
Demokrasi oyununda iktidar-muhalefet denkleminde değişkenliğin mümkün kılınması tek başına demokratik teamülü tamamlamaz.
Eğer ki toplum denilen mefhum kendi içinde farklılıklar içeriyorsa azınlık-çoğunluk ikilemi her zaman demokratik teamülün gerçeklemesi ifade etmeyecektir.
İçsel farklılıkların kendi içinde yaşam güvencelerini oluşturmaksızın "genel irade" gerçekleşmesi beklenmez.
Nitekim Türkiye'de siyasetin daimi gündemi olan demokratikleşme tekil iradeye dayandırılan iradi merkezcilikten kaynaklı olarak sonlanamıyor.
Bu nedenle çoğunluk iradesine dayalı -meşru yollarla bile olsa- iktidar değişimi demokratikleşmeyi sağlayamıyor.
Herhangi bir iktidar sürecini -Ak Parti-MHP iktidarı da olsa- tanımlarken ve sonlanmasına dair söz söylerken tekil iradeye dayalı iktidar oluşumunu tartışmaksızın demokratikleşmeye dair unsurları tartışmış olamayız.
Bu koşul Türkiye açısından çok daha hayatidir. Çoğul kültürel ve kimliksel yapıların birleşiminden oluşan toplumsal yapıya dayatılan tekil iradenin temsiliyet sorunu dün olduğu gibi bugün de vardır.
Nitekim Türkiye özelinde konuşacağımız demokrasi sorunu iktidar-muhalefet denkleminin dışında yapısal bir sorundur.
Güncel siyasal gündeme göre Türkiye'nin yapısal sorunlarını gündeme almaksızın sürdürülen tartışmalara yaslamak ve olumlu beklentiler içine girmek iyimserlik olur.
Ülkenin siyasal gündeminde oluşan iktidar-muhalefet ikileminde taraf durumuna geçmeden tabloya bakmak gerekir.
Ak Parti-MHP ortaklaşmasından doğan iktidar blokuna karşı CHP-İyi Parti öncülüğünde geliştirilmek istenen muhalefet blokunun gündemleri içinde Türkiye'nin orta ve uzun vadede geleceğine dair söz söylemek -en hafif tabirle- laf-ı güzaftır.
Her iki eksenin de temsil ettiği düşünsel eğilim egemen tekil iradeyi sürdürülebilir kılmayı esas almaktadır.
Dolayısıyla bu denklem içindeki iki eksenin yer değiştirmesi durumunda da değişen bir şey olmayacaktır.
Tekil iradenin mutlak geçerlilik olarak görüldüğü bu denklemin tarafları parlamenter sistemin doğasından beslenen güçlü bileşenin egemenliğinde ısrar eder. Türkiye özelinde bu güçlü bileşen ulus-devlet mantalitesidir.
Cumhuriyetin kuruluşu ve hatta öncesi tartışmalara bakıldığında inşa edilen ve dayatılan üniterleşme her iki blokun da ortak kabulüdür. Bir de üniterleşmeden neyin kastedildiği de önemlidir.
Üniter yapılı devlet sistemi çoğul yapılı toplumlarda istikrarsızlık üretmiştir. Türkiye'de tartışıldığı biçimiyle üniter yapı Ziya Gökalp'in tarif ettiği şekliyle dil, din, ahlak, kültür, iktisat bütünlüğü içinde ele alınmıştır.
Bu bütünlüğün sağlanabilmesi için kurumsal iradi müdahalenin gerçekleşmesi doğru görülmüştür.
Nitekim cumhuriyetin troykası olarak tanımladığımız Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu birlikte tekilliği mümkün kılmak üzere inşa edilmiş mekanizmalardır.
Cumhuriyetin başlangıç yıllarındaki kurucu mantalite günümüzde de hem iktidar bileşeninde hem de muhalefet -kastedilen millet ittifakı bileşeni muhalefettir- bileşeninde olanca etkisini sürdürmektedir.
"Cumhur" ve "millet" bileşeni içinde kendini tarif edemeyenlerin yaratmak istedikleri yeni alternatifin tanımlanabilirliği bu çerçeve kurulduktan sonra mümkündür.
Yeni alternatif ya da kendilerini mevcut düzen içinde tanımlama imkânı bulamayan kültür ve etnik farklılıkların etrafında buluştuğu üçüncü yol kavramının içeriği beklentiler boyutuyla dolu ama gerçekleşme yöntemi ve programı açılarından yetersizdir.
Robert Michels'ın tanımladığı 'tunç bileşeni kanununa' karşı özgürlük, demokrasi ve kimliksel doyum ihtiyaçlarına cevap verecek sistem tartışması yapılmaksızın yeni alternatifi anlaşılır kılmanın imkânı yoktur.
'İktidarı devirme kabiliyetine güvenerek' öç alma duygusuna dayandırılmış politik tutumla bunun gerçekleşeceğini düşünmek safiyane bir beklentidir.
HDP şemsiyesi altında kendisini ifade etme imkânı bulan yeni alternatif "cumhur"-"millet" denkleminde kazandıran veya kaybettiren olmak durumunda değildir.
Nitekim her iki durumda da kendisini var eden toplumsal ihtiyacın/ihtiyaçların gerçekleşmesi söz konusu olmayacaktır.
Başlangıçtan itibaren 'tunç bileşen' olarak inşa edilmiş ve refleksleri tasarlanmış iki kutuplu Türkiye siyasetinin toplumsal inşasına dair köklü değişikler önermesini beklememek gerekir.
Yakın geçmişteki deneyimlerden de anlaşılacağı üzere tavuğun yumurtasının kahverengi veya beyaz olması niteliğini değiştirmiyor.
Ak Parti ve MHP'nin birlikte tasarladıkları 'Türk Tipi Sistemin' sürdürülebilir olmadığını bilmelerine rağmen mevcut biçimiyle tasarlanmış olmasının bazı nedenleri vardır:
Öncelikle bölgesel kaosta hızlı karar alma fonksiyonunu işler kılmak için -ki bu kararlar çoğunlukla milli güvenlikle ilgili kararlardır- karargâh tipi bir sisteme ihtiyaç vardı. Bu mümkün kılındı.
Diğer bir öncelikli neden ise farklı kültür ve etnik yapıların kimliksel doyum talebine ket vurmaktır. Eskiye müdahale ederken, eskinin ruhu pamuğa sarılarak yeninin içinde yaşatılmıştır.
Tekil iradeye dayandırılan iradi sistemin doğurduğu yapısal sorunlar bilinebilir olduğu halde sistem tartışmasının geriye dönüş üzerinden yapılıyor olması anlaşılır değildir.
Kerameti kendinden menkul 'güçlendirilmiş parlamenter sistem' ile 'Türk Tipi Sistem' arasında tercihe zorlanmak 'tunç bileşeni kanununa' uygulama alanı açmak dışında hiçbir işe yaramayacaktır.
HDP şemsiyesi altında bir araya gelen sistemden mustarip kesimlerin beklentilerine cevap verecek idari ve siyasi yapının ne olacağına dair tartışmalar yapılmaksızın, alınan kararlar öç alma duygusunu besleyebilir ama gerçekte arzulanan sonuçlara hizmet etmeyecektir.
Kurulu düzenin milliyetçi-muhafazakâr ekseninde yer alan 'Cumhur İttifakı' ile ulusal-sol eksenini oluşturan 'Millet İttifakı' -ki burada izler epeyce karışık, ulusal-solun yanına aynı zamanda laik-muhafazakâr tanımı da yapılabilir- farklı şeyler söylüyor gibi görünmekle birlikte, aslında aynı şeyi söylemekteler.
'Türk tipi sistemi' inşa eden siyasal akıl, üniter dayatmacı idari yapının şekillenişinin geçmişle uyumlu hale geldiğini düşündüğü için "maksat hasıl olmuştur" demektedir.
Bundan sonrası için otoriter yapıya dokunmadan kısmı değişikliklerle yetinilmiş yapısal revizyonu savunmaktadır.
"Güçlendirilmiş parlamenter sisteme" geri dönüşü savunan siyasal akıl ise taşları yeninden oynatılmış üniter yapılı siyasal sistemde geriye dönüşün gerçekleşmemesi durumunda toplumsal ihtiyaçtan doğacak mevcut sistem revizyonunun üniter yapıyı ortadan kaldıracağını düşünmektedir.
Bölünme kaygısını siyasal tasavvurunun merkezine alan muhalefetin Türkiye'nin geleceğine dair hikâye kurma şansı bu nedenle zayıf görünmektedir.
İktidar-muhalefet denkleminde yapısal krize karşı duruş bu iken HDP şemsiyesi altında bir araya gelen farklılıkların geleceğe dair beklentilerini karşılayacak idari/siyasi yapının nasıllığı temel sorun olarak durmaktadır.
Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın beyanlarında 7 Haziran 2015 sonrasında HDP'nin tasarlanmış bir kurguyla denklem dışı bırakıldığı görülmektedir (Baykal 9 Haziran görüşmesinde Erdoğan'a koalisyon görüşmelerini CHP veya MHP ile yapmasını önerdiğini açıkladı).
80 milletvekiliyle parlamentoya giren HDP'nin denklem dışı bırakılmasının nedenleri üzerine çokça şey söylenebilir.
Bariz olan şu ki farklılıkların kendi talepleriyle iktidar denklemine dâhil olması üniter yapının âdem-i merkeziyet yönüne doğru değişimini zorunlu kılmaktadır.
Zira demokratikleşme tekil bir unsura dayalı çoğulculukla gerçekleşmez, gerçekleşse bile kapsayıcı olmaz.
Yaşanmışları tekrar gündeme getirmek gelecekteki tasavvurlarla bir bağını kurabiliyorsak anlamlıdır.
Faşist unsurlar içerse bile baki olan siyasal iktidar yoktur. Eninde sonunda her devrin bir sonu olmaktadır.
20 yıllık Ak Parti iktidarının (devamında MHP de dâhil) sona yaklaştığı gerçektir.
Ancak "Ha gayret, az kaldı, gidiyorlar" minvalindeki iyimser beklentinin gerçekleşmeme ihtimali de vardır.
Hatta CHP-İyi Parti öncülüğündeki 6 bileşenli muhalefet bloğunun 'parlamenter sisteme' dönüş şeklinde tasarlanan tasavvura bakılacak olursa, Ak Parti'nin MHP ile birlikte bir dönem daha iktidarda kalma ihtimali doğmaktadır.
Siyaset tarihi gösteriyor ki toplumsal değişim hiçbir evrede geriye dönüş şeklinde gerçekleşmiyor.
Parlamenter sistemin Türkiye toplumunun dinamikleriyle uyumlu bir idari/siyasi sistem olmuş olsa değişmesi bu denli zorunluluk halini almazdı.
Dolayısıyla ne şekilde tanımlanırsa tanımlansın (güçlendirilmiş veya demokratik) parlamenter sistemin Türkiye toplumunun dinamikleriyle uyum sağlamadığını kabul etmek gerekir.
Aristokrasinin örtük iktidar arzusuna olanak sağlayan azınlığın çoğunluğu yönetme sistemi olan parlamentarizmi özlem haline getirmek muhalefete kazandırmayacaktır.
Örtük iktidar arzusu vesayet demektir ve Türkiye bu vesayetçi sistemi uzunca bir süre deneyimledi.
2023 seçimlerine hazırlanan Türkiye'de muhalefet kazanmak istiyorsa geleceğe bakmak durumundadır.
'Türk tipi sistemin' sürdürülebilir olmadığını görüp Türkiye toplumunun sistemden kaynaklı temel sorunlarının çözümüne dair cesaretli bir söylem geliştirmesi gerekmektedir.
HDP dışında kısmen Ali Babacan ekibinde bu cesaretli söylemin emareleri vardır. Ancak cesaretli söylemi bir hikayeyle örtüştüren sinerji oluşturulamıyor.
CHP ve İyi Parti, Türkiye'nin geleceğine dair farklı sözü olabilecek muhalefet unsurlarını baskıladığı için altılı bileşenden yansıyan koltuk pazarlığıdır.
Bunda da Akşener ön aldı ve 'başbakan' koltuğunu İyi Parti Genel Merkezi'nde 'emanete' koyduğu için geriye çok şey kalmamış görünmektedir.
Bu tabloda farklı söylemi olan HDP'nin tutumu önem kazanmaktadır. 27 Eylül Deklarasyonu bir ışık yakmış olmakla birlikte, HDP'li seçmenin oyunu önemlileştirmesi iki kutuplu denklemde bir riski barındırmaktadır.
Bu önemlileştirme her yönüyle 'kaybettiren' anlamında bir önemlileştirmedir.
Olumsuzlanmayı çağrıştıran önemliliğin pozitif ektisi hiçbir zaman anlaşılamayacaktır.
Yerel yönetimlerin belirlenmesinde ortaya çıkan önemlileşme idari yönden HDP'li seçmen kitlesine deneyim kazandırmadı.
HDP'li seçmenin tavır koyarak belirlenen yerel yönetimler bu seçmen kitlesine 'minneti' park-bahçelerde görmektedir.
Lütfedilip park-bahçelerde kimi işe alımlar dışında idari organizasyon içinde HDP'li seçmene reva görülen bir pozisyon yoktur.
Mevcut denklem içinde ve oluşturulan siyasal tasavvura göre iktidarın el değiştirmesinde HDP'li seçmenin payına aynı şeyin düşeceğini söylemek için kimsenin kâhin olması gerekmiyor.
HDP'nin siyasal geleneğini temsil ettiği 30 yıllık demokratik siyaset aklın 2007'de ete-kemiğe büründürdüğü âdem-i merkeziyetçi idari/siyasi yapı -kimi eksiklikler içermekle birlikte- önerisi cesaretle söylenmiş farklı bir önermeydi.
Tam da üzerine söz söylenecek ve geliştirilecek noktadayken geri adım atılmasını anlamak güçtür.
27 Eylül Deklarasyonu da dâhil son dönemlerde üretilen metinlerde âdem-i merkeziyetçi vurgular kamufle edilerek söylenmektedir.
HDP, temsil ettiği toplumsal farklılıkların idari ve siyasi yapı içindeki temsiliyetini mümkün kılacak sözü söyleyebilecek noktada iken bundan imtina etmesi anlaşılır değildir.
2023 seçimlerine Türkiye'nin idari/siyasi yapısal sorunları tartışılmaksızın girilirse kazanan iktidar olacaktır.
Zira muhalefetin çoğunluk oya erişmesi durumunda bile verili sistemden geriye dönüşü beklemek saflık olur.
CHP de İyi Parti de 'Türk Tipi Sistem'de kalacaktır. Velev ki HDP'nin sandalye sayısıyla birlikte 360-400 anayasal değişiklik çoğunluğuna erişilmesi durumunda bile HDP'yi var eden kimliksel doyum sorunu olan kitlelerin taleplerine cevap veren bir karşılık geliştirilmeyecektir.
Zira 'kaybettiren' olarak HDP'nin siyasal tasavvurunu dikkate almak istemeyeceklerdir.
Bunun olmaması için öncelikli olarak Türkiye'nin farklılıkları dışlayan ve yok sayan idari/siyasi yapısının tartışmaya açılması gerekmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish