Eskiden Netflix, Squid Game gibi popüler bir yapım için can alabilirdi. Güney Kore yapımı (borçlu, çaresiz kişileri bir dizi çocuk oyununda birbirine düşüren ince işlenmiş bir yarışmayı işleyen) hayatta kalma draması, TV'nin darmadağın halini lime lime etti. Eylül ayının sonlarında, Squid Game'in gösterime girmesinden 9 gün sonra Netflix'in patronu Ted Sarandos, dizinin “büyük ihtimalle” yayın platformunun şimdiye kadarki en çok izlenen dizisi haline geleceğini öne sürmüştü. Dizi o zamandan beri anavatanı Kore'de, Birleşik Krallık'ta ve dünyanın çeşitli yerlerinde kararlı bir şekilde listelerin zirvesinde kalmayı başardı. Kancasıyla (ya da dokunaçlarıyla mı demeli?) sizi yakaladığında kaçmanıza asla izin vermiyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Peki, Squid Game'i dikkatleri böylesine üzerine çekecek kadar başarılı yapan ne? Dizinin radikal bir yeniliği ya da farklılığı yok. Squid Game'in temel noktaları büyük ölçüde Açlık Oyunları'na (The Hunger Games) benzetiliyor, ki o da cömert bir şekilde Ölüm Oyunu'ndan (Battle Royale) ve The Running Man'den (Koşan Adam) esinleniyor. Aynı zamanda, genellikle epey tutarlı bir "hane tarzına" bağlı kalan diğer Netflix dizileriyle de bazı benzerlikler taşıyor. Bu tarz, kısmen standardize edilmiş bir estetik duyusallık biçimini alıyor. Bu, "onaylanmış" kamera kullanımı ve cep telefonu ekranlarında izlenebilmesi için çerçevelemeyle aydınlatmayı en iyi haline getirme gereksiniminin yanı sıra, geleneksel dizi bölümlerindense ciddi bir çabayla dizi haline getirilmiş "10 saatlik filmler" çekme eğiliminden doğuyor. Dizinin adı bile, Netflix’in son zamanlardaki en büyük dizilerinin çoğunda görülebilen (Tiger King, The Witcher, Bridgerton, Lupin, Money Heist, Stranger Things, Sex/Life, Sweet Tooth dahil) ve kasıtlı olması muhtemel akılda kalıcı iki veya üç hece formülüne uygun. Fakat Squid Game, bir formülden çok daha fazlası. Kıyaslayınca da Netflix'in diğer dizilerinin çoğunun tamamen vasat görünmesine yol açtı.
Dijital yayın savaşlarından önce dizilerin nispeten hızlıca ve hummalı bir şekilde popülerlik kazanması genelde yeni bir şey sunmalarından kaynaklanıyordu. Game of Thrones benzeri görülmemiş üretim değeri ve destansı savaş sahneleriyle TV fantezi türünü yeniden canlandırdı. Breaking Bad yeni, kendine özgü bir görsel stil geliştirerek suç türünün en kalıcı geleneklerinden bazılarını alt üst etti. Oysa Squid Game çığır açıcı değil. Popülerliği yalnızca iyi olduğu gerçeğinden geliyor: Hikayesi iyi anlatılmış, kolay anlaşılır şekilde yazılmış, karizmatik bir şekilde oynanmış ve keskin bir şekilde yönetilmiş. Korece herhangi bir dizinin küresel sahneye erişmesi ve Bong Joon Ho'nun unutulmaz bir şekilde ifade ettiği gibi İngilizce konuşan izleyicilerin "2,5 santimetrelik altyazı engelini aşması" için dizinin iyi olması kesinlikle bir ön koşul. Peki bu, ardında bıraktığı diğer "popüler" Netflix içeriklerine dair ne söylüyor?
Netflix TV'in orijinal içeriği, tüm zamanların izlenme listelerinin hüküm süren şampiyonu Bridgerton'ı ele alalım. (13 Ekim 2021 itibarıyla Netflix'in tüm zamanların en çok izlenen dizisi Squid Game oldu -ed.n.) Dizinin pek çok savunucusu olduğu açık ama "prestij" televizyonunun parası ve estetiğinin (tuhaf derecede ucuz görünen CGI hariç) ardında bir pembe dizi çekiciliğine sahip. Listede bir sonraki sırada, kabul edilebilir Fransız gerilim dizisi Lupin'le koltuğu paylaşan cesur fantezi uyarlaması The Witcher var: Türlerinin daha eksantrik eğilimleri ve yapımlarında harcanan yığınla paranın hakkını vermek için ciddiye alınma ihtiyacı arasında rahatsız edici bir şekilde bocalayan gülünç ve mizah yoksunu diziler. Bu dizilerin herhangi biriyle Squid Game arasındaki sanatsal uçurum çok bariz. Yine de bu dizilerin her ikisi de şaşırtıcı, hatta inanılamayacak bir şekilde popüler; on milyonlarca kişi tarafından izleniyor ve sosyal medyada odak noktası haline geliyorlar.
Netflix izlenme rakamlarına dair ketum davranmakla ünlü, bilgiden ziyade tanıtım amacıyla arada sırada düzenlenmiş veri parçacıkları paylaşıyor. Abone tabanı sürekli genişlediğinden, Netflix'in en çok izlenenler listesine her zaman yeni eklenenlerin yerleşmesi makul ama bu aynı zamanda, Netflix dizilerinin raf ömrüne dair sessiz bir kınama. Netflix'ten önce bir TV programının başarısı, kısmen de olsa yeniden izlenebilirlik üzerinden tanımlanıyordu. Geçen 10, 20, 30 yılın en iyi dizileri hâlâ düzenli olarak ve yaygın bir şekilde hem onları iyi bilenlerce tekrar izleniyor hem de yeni nesil izleyiciler tarafından keşfediliyor. Önceki yılların bazı seçkin Netflix orijinal yapımlarını düşünürsek, aynısının Orange is the New Black, ya da Mindhunter, hatta BoJack Horseman için bile söylenebileceğini sanmıyorum. 2018'de Maniac'la olduğu gibi, bir dizi bir günde internetin altını üstüne getirip bir sonraki gün tamamen ortadan kaybolabiliyor. Bu hafızaya o kadar güç kazınıyor ki önünde sonunda bunu rüyada mı gördüğünüzü kontrol etmek için Google'da arama yapmaya mecbur kalıyorsunuz.
Squid Game gördüğü ilgiyi ve aldığı övgüyü hak ediyor ama Netflix'e çok fazla itibar edilmemeli. Dijital yayın platformu, sadece geçen yıl 100'den fazla TV dizisi çıkardı. Popüler, sanatsal açıdan zaman harcamaya değer programların isabet oranının yerlerde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Pek çok durumda, "duvara yeterince çamur atarsan bir kısmı yapışır" şüpheli bir tavsiyedir. TV yapımcılığının kârlı dünyasında da kulağa çılgınlık gibi gelmeliydi. Fakat bu, Netflix için temel bir öğreti. Sadece bu seferlik çamurun bir kısmı gerçekten yapıştı.
https://www.independent.co.uk/arts-entertainment/tv
Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu
© The Independent