Sahra-altı Afrika ülkelerinde yaşanan siyasi krizler hakkındaki analizlerin ana eksenini genellikle dış aktörlerin rolü oluştur.
Eski sömürgeci ülkeler ve küresel güçlerin bu gelişmelerde belirleyici rol oynadığı ima edilir veya doğrudan dillendirilir.
Ülkedeki iç siyasi dengelere, yönetici elitin eylem ve tercihlerinin arkasında yatan kişisel ve toplumsal faktörlere ise ya hiç değinilmez veya bir iki cümleyle geçiştirilir.
Dahası Afrika ülkeleri yöneticileri uluslararası ilişkilerin pasif birer üyesi gibi gösterilir.
Mali'de mevcut yönetimin Rus paralı asker grubu Wagner'le güvenlik sözleşmesi imzalayacağına dair söylentilerin ardından da benzer bir süreç yaşanıyor.
Fransa ve Rusya gibi güçlerin Sahra-altı Afrika ülkeleriyle ikili ilişkilerinde ellerinin çok güçlü olduğu bir vakıa.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ancak, Mali'deki yönetici elitin karar ve tercihlerinin bahse konu küresel aktörlerin politikaları üzerinde etkili olabileceğini kabul etmek gerekiyor.
Bu itibarla Malili yöneticilerin yeni güvenlik ortağı arayışları çerçevesinde son dönemde yaşanan gelişmelere daha yakından bakalım.
Yaklaşık iki hafta önce uluslararası haber ajansları Ukrayna, Libya ve Suriye gibi savaş bölgelerinde askeri faaliyet yürüten Rus özel güvenlik şirketi "Wagner Group" ile Mali hükümeti arasında bir güvenlik anlaşmasının imzalamak üzere olduğunu duyurdu.
Haberlerde henüz müzakere aşamasındaki anlaşmanın şartları arasında Wagner'in Malili üst düzey liderlere VIP koruma hizmeti vermek ve Mali ordusunun eğitmek üzere Mali'ye 1000 civarında Rus paralı asker göndereceği ve karşılığında aylık 10 milyon dolar alacağı kaydediliyordu.
Geçtiğimiz mayıs ayında Mali'de meydana gelen ikinci darbeden bu yana Mali'yle ilişkileri gergin olduğu bilinen Fransa, anlaşmayı engellemek için hamleler yaptı ve konuyu diplomatik bir krize dönüştürdü.
Bu bağlamda, Fransız Dışişleri ve Savunma Bakanlarınca yapılan açıklamalarda böylesi bir anlaşmanın "Fransa'nın Sahel stratejisiyle uyuşmadığı", Wagner'in Mali'ye de yerleşmesinin Fransa'nın "kırmızı çizgisi" olduğu ve Mali'nin izolasyonunu netice verebileceği ifade edildi.
Ayrıca, Fransa Silahlı Kuvvetler Bakanı Florence Parly 19 Eylül Pazar günü Mali'ye giderek muhatabı Sadio Camara ile görüştü ve Fransa'nın rahatsızlığını aktardı.
Almanya da Fransa'ya destek çıktı ve Mali'nin önünde iki tercih olduğunu, terazinin bir kefesinde Fransa, Almanya, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerin, diğer kefesinde ise Rusya alternatifinin bulunduğunu ima etti.
Anlaşmanın akıbeti henüz belirsiz. Ancak Fransa'nın bu kadar sert tepki vermesinin birkaç nedeni bulunuyor.
Birincisi Fransa, 2018 yılında Orta Afrika Cumhuriyeti'nden sonra Mali'nin de Wagner taşeronunu kullanan Rusya'nın etkisine girmesinden endişe ediyor.
İkincisi, Avustralya'nın Fransa'yla imzaladığı 66 milyar dolarlık denizaltı alım ihalesinin iptal edip yerine ABD ve İngiltere'yle yeni bir anlaşma imzalamasının yarattığı hayal kırıklığı Fransa'nın tepkisinin dozunu artırıyor.
Bu bağlamda Fransa, kendi ifadesiyle müttefiklerinin ihanetine uğramış olmanın şokunu henüz atlatamamışken, Afrika'da da Rusya'ya stratejik bir cephe kaybetmekten, dolayısıyla Batı Afrika ve Sahel bölgesindeki çıkarlarının tehlikeye girmesinden korkuyor.
Son olarak önümüzdeki yıl nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Macron, dış politikada daha fazla yıpranmak istemiyor.
Bu minvalde Macron, Fransa karşıtlığının gittikçe güçlendiği Sahel bölgesinin kilit ülkelerinden olan Mali'de yönetime geri adım attırarak 8 Ekim 2021 tarihinde Monpellier'de düzenlenecek Fransa-Afrika zirvesi öncesinde elini güçlendirmek istiyor.
Fransa'nın kaygıları bunlar olmakla birlikte, mevcut durumda iç içe geçmiş Mali siyasi ve askeri elitinin Wagner ile çalışma motivasyonlarının arka planını incelemek gerekiyor.
Son iki haftada yaşananlardan da anlaşılacağı üzere uluslararası ilişkilerde egemen devletlerin eşitliği kural olmakla birlikte, ekonomik ve siyasi gücü denk olmayan ülkeler arasındaki münasebetlerin eşit şartlarda gerçekleştiği söylenemez.
Bu bağlamda, Fransız sosyoloji profesörü Jean François Bayart, Afrika ülkeleriyle eski sömürgeci ve küresel güçler arasındaki ilişkilerin denkler arasında olmadığını kabul etmekle birlikte Afrikalı yöneticilerinin pasif oyuncular olmadıklarını iddia eder.
"Dışa dönüklük" (extraversion) adını verdiği bu kavram çerçevesinde Bayart, Afrika ülkeleri liderlerinin dış güçlerle eşitsizlik üzerine kurulu ilişkilerini gerek şahsi menfaatlerini, gerek ulusal çıkarlarını korumak için manipüle ettiklerini belirtir.
Sözkonusu manipülasyon kimi durumda başkaldırı, kimi durumda ise yanaşma suretiyle gerçekleşir.
Wagner ile anlaşma iddialarının ortaya çıkardığı üzere Malili yöneticilerin benzer bir başkaldırı/yanaşma stratejisi uyguladığını söyleyebiliriz.
Bu aşamada Malili elit, sonucun ne olacağından bağımsız olarak Wagner grubuyla anlaşma girişimlerini, imzalar atılıp Rus milislerin Bamako'ya konuşlanması halinde ise Rusların varlığını şahsi ve/veya ulusal çıkarları istikametinde kullanacakları anlaşılıyor.
Dolayısıyla ortada eski sömürgeciyle olan bağımlılık ilişkisinin yeniden şekillenmesi veya bir bağımlılıktan diğerine geçme çabası sözkonusu.
Ama burada gözden kaçırılmaması gereken husus Malili elitin pasif birer oyuncu değil, aksine bağımlılık ilişkisine rağmen kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışan aktör oldukları.
Bu yaklaşım Mali'nin dış ilişkileri açısından hiç de yeni bir durum sayılmaz.
Ülkenin ilk Cumhurbaşkanı Modibo Keita, bağımsızlık süreci ve hemen ertesinde Fransa'yla yaşanan sorunların da etkisiyle sosyalizmi benimsemiş, Sovyet Rusya'yla yakın ilişkiler tesis etmişti.
Doğu blokundan askeri ve mali yardım almış ve bu ülkelere öğrenci göndermişti.
O dönemde olduğu gibi bugün de Malili yöneticiler Rusya'nın diğergam bir güç olmadığını çok iyi biliyor.
Ancak halihazırda Fransa kaynaklı tehdit algılamaları daha yüksek.
Bu endişenin yersiz olduğunu söylemek zor.
Zira Fransa'nın sabıkasında Togo'nun ilk Cumhurbaşkanı Sylvanus Olympio'nun 1963 yılında ve Burkina Faso'nun devrimci lideri Thomas Sankara'nın 1987 yılında öldürülmeleri, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde kendisini imparator ilan eden Jean Bédel Bokassa'nın Fransız güçlerince devrilmesi, Fildişi Sahili'nde 2002 yılında başlayan iç savaşa askeri unsurlarıyla aktif katılması ve Çad'da ahiren gerçekleşen darbenin desteklemesi gibi çok sayıda kayıt var.
Dolayısıyla Mali mevcut şartlarda "ehven-i şer" olarak gördükleri başka bir güce yanaşma çabası içerisinde.
Öte yandan Fransa, 2013 yılındaki askeri müdahalesinden bu yana Mali'de özellikle güvenlik sektöründe istediği şartları dayatabiliyor.
Ülkedeki silahlı grupları "terörist" ve "isyancı" olarak ikiye ayıran Fransa, terörist addettikleriyle Mali hükümetinin müzakere yapmasına müsaade etmiyor.
Bahse konu grupların 2015 yılındaki barış anlaşması süreçlerine katılmasını engellediği gibi, 2017 ve 2019 yıllarındaki ulusal uzlaşı konferanslarına bu grupların yer almasına karşı çıktı.
Bu minvalde ülkedeki çatışma ve güvensizliğin ortadan kaldırılabilmesi için bu müzakereleri elzem gören Malili yöneticiler, Fransa'yla ilişkilerini derinden etkilemesini de göze alarak daha bağımsız hareket edebilme adına Rusya'yla bir angajmana girmeyi yeğliyor olabilir.
Buna ilaveten ABD'nin Afganistan'dan çekilme şekli ve Taliban'ın ülkeyi kısa sürede ele geçirmesi, "İslamcı/isyancı" gruplarla mücadele eden Malili yöneticilerde de önemli bir güvensizlik algısı oluşturdu.
Bu güvensizliği ABD'nin kıtaya ilgisinin Obama döneminden itibaren gittikçe azalması olduğu kadar, Fransa'nın Sahel bölgesindeki 5 bin kişilik askeri varlığını yarıya düşüreceğini duyurması da etkili oldu.
Dolayısıyla Mali hükümeti güvenlik sektöründe Fransa'ya bağımlılığını azaltmak istediği anlaşılıyor.
Son olarak Malili yöneticilerin Fransa'yla ilişkilerini sorgulanmasına yol açan Wagner açılımında ülkedeki Fransa karşıtlığının son dönemde ciddi şekilde artmasının payı var.
Fransa 2013 yılından bu yana Mali'de silahlı gruplara karşı yürütülen mücadelenin baş aktörü olmasına rağmen ülkede genel güvenlik durumu gittikçe kötüleşti.
Mali halkının önemli bir kesimi Fransa'nın amacının isyancılar ve teröristlerle mücadele değil, ülkenin işgal altında tutularak zengin yeraltı kaynaklarının talan edilmesi olduğu görüşünde.
Arkasında Fransa'nın desteği bulunan liderlerin halk nazarındaki meşruiyeti azalıyor.
Nitekim geçtiğimiz yıl darbeyle devrilen Cumhurbaşkanı Keita'nın da başına bu gelmişti.
Bu çerçevede yönetici elit üzerinde Fransa'ya alternatif ortak/ortaklar bulunması baskısı var.
Rusya gibi bir güvenlik çıpası arayışı belli ölçüde bu baskıdan kaynaklanıyor.
Netice itibariyle Mali'nin Wagner grubuyla güvenlik anlaşması imzalama girişimi örneğinde de görüleceği üzere Afrika ülkeleri siyasi eliti, bağımlılık ilişkisi içerisinde olduğu ülkelere bazen başkaldırarak, bazen de onlara karşı başka güçlere yanaşarak siyasi ve ekonomik güçlerini tahkim etmeye çalışacaklar.
Geçtiğimiz günlerde bağımsızlığının 61. yıldönümünü kutlayan Mali'de de yöneticilerin yapmaya çalıştıklarının tam da bu olduğu söylenebilir.
Afrika ülkelerinin bu ve benzeri girişimleri bazen beklenen neticeyi verebilir ama geçmişteki örnekler hesaba katıldığında bu çabaların hayal kırıklıklarıyla sonuçlanma ihtimali daha yüksek görünüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish