Saçlarına ve ellerine kına yaptı annesi. Yatağına yatırdı. Sabaha kadar onunla uyudu. Sabahın ilk ışıkları düşmeden kalktı yatağından.
Annesi, ocağın üzerindeki güğümü ateşledi. Emaye leğeni getirip odanın ortasına koydu. Sonra sandığı açtı, en güzel ipekten tülbentini çıkardı.
Babası, pencerede yanan lüküsün alev aldıkça renk değiştiren gömleğine bakıyordu. Tütün sararken karanlığa gömülü evlerin arasındaki elsizliğe üzülüyordu.
Annesi, ısınan suyu getirdi, plastik kovadaki soğuk suyun içine boşalttı. Dökülen gözyaşlarını unutmuştu annesi.
Kızını omuzlarından tutup getirdi, sırtı annesinin dizlerinde, ensesi emaye leğenin kenarında, yüzü tavandaydı kızın. Gözleri kapalı, ağzı da açıktaydı.
Annesi maşrapayı suya daldırırken adam hüngür hüngür, gırtlağından boğularak ağlıyordu. Annesi suyu döktü döktü, parmak uçlarını derisine dek gezdirdi.
Su, saçlarına değip leğene döküldükçe, su kınanın rengini alıyordu. Aldı bıttım sabununu, leğene dökülen saçlarını ensesinden topladı, kafasındaki tepeye bıraktı.
Sabunu gezdirdikçe gezdirdi, ağladıkça ağladı, söylendikçe söylendi. Küçücüktü, dizlerinden kaldırıp diğer leğenin içine koydu.
Suyu her yerine değdirdi. Havlunun içine koyup kuruttu. En çok da saçlarını, kınalı parmaklarını. Cizre çarşısında aldıkları beyaz bezi kocasının yardımıyla beş parçaya böldüler.
Her tarafını sarıp sarmaladılar. Yüzü de kapanınca, ipekten tülbenti başına sardılar. Sonra alıp derin dondurucunun içine bıraktılar. Kokmasın, dediler.
Üç gün boyunca derin dondurucuda bekledi. Üç gün boyunca onlar da onunla öldüler. Üç gün boyunca dünyada değişen bir şey olmadı. Üç gün boyunca karanlık daha da karardı.
Derin dondurucuda cenazesi üç gün boyunca bekletilen Cemile'yi çoğunuz hatırlıyorsunuzdur. Cizre'de evlerinin avlusunda vuruldu Cemile Çağırga. Annesinin kucağında öldü.
Takvimler 7 Eylül 2015'i gösteriyordu. Cemile 10 yaşındaydı, yaşasaydı 16 yaşında olacaktı. Bugün Cemile Çağırga'nın ölüm yıldönümü.
Aydınlar ve sanatçılar: Emperyalizme karşı vatan savaşı, sanatçının vicdan, onur ve varolma savaşıdır
Cemil Çağırga'dan sonra bir sürü insan öldü. Bir sürü hayvan telef oldu. Yüzlerce ağaç devrildi. Şehirler yerle bir edildi.
Çatışmalar devam ederken, İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği, Türkiye Sanatçılar Birliği, Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı, Kültür ve Sanat İşgörenleri Sendikası, Devlet Konservatuvarları Mezunları Dayanışma Derneği ile Opera Solistleri Derneği'nin ortak girişimiyle aydın ve sanatçılar "Teröre Hayır, Kardeşliğe Evet" başlıklı imza kampanyası çağrısında bulunarak bir bildiri yayımladılar.
Aralarında Bennu Yıldırımlar, Cihan Ünal, Zeliha Berksoy, Cihat Tamer, Dilek Türker, Ferhan Şensoy, Tarık Akan, Ediz Hun, Fikret Hakan, Timur Selçuk ve Müjdat Gezen'in de bulunduğu 283 sanatçı imza atarak destek verdi.
Ayrıca ileriki bir tarihte "Mehmetçik için Cumhuriyet Konseri" düzenleneceği de açıklandı. Bildiri şöyleydi:
Bugün burada sanatçılar olarak 'Teröre Hayır, Kardeşliğe Evet' demek için toplandık. Biz sanatçılar, vatan mücadelesi veren Türk Silahlı Kuvvetlerimizin (TSK) ve Mehmetçiğimizin yanında olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Bugün tarih, terörle mücadele sorumluluğunu yalnızca TSK'ya değil, sanatçılarımızın, aydınlarımızın ve milletimizin omuzlarına da yüklemiştir. Teröre diz çöktürülmeden, iç çatışma tehdidinin ortadan kalkması olanaksızdır. Emperyalizme karşı vatan savaşı, sanatçının vicdan, onur ve varolma savaşıdır.
Bu amaçla binlerce sanatçıyı temsil eden sanat kuruluşları olarak, ülkemizi yangın yerine çeviren bölücü teröre karşı birleşiyoruz. Tüm sanatçı dostlarımızı, yazarlarımızı ve aydınlarımızı Mehmetçik ile omuz omuza olmaya çağırıyoruz. 1
Aydın ve sanatçılardan beklenen savaşı ve şiddeti topyekün reddetmektir. Ölümlerin son bulmasını, evlerinden göç edenlerin evlerine bir an önce geri dönmelerini sağlamak, mağduriyetlerinin giderilmesine ön ayak olmaktır.
Bir kesimin gazını almak değil, toplumun vicdanı olmaktır. Bir yandan iktidarı sözleriyle döverken, diğer yandan da iktidarın savaş konseptine destek vermek sanatçıyı nerede konumlandırır?
Tam da iktidarın ve resmî sistemin yanına konumlandırır. Mevcut iktidar karşıtlığına girişilirken bir yandan muhaliflik pozlarıyla sistemin geçmişini masum gösterme çabasında olmak, sanatçı ve aydını muhalif yapmadığı gibi geçmişin kirli oluşunu da ortadan kaldırmıyor.
Oysa iktidar, temeldeki sistemin varolan devamlılığıdır. Edward Said'in dediği, "Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şovenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek…" noktasında duruyor Türkiye'deki aydın ve sanatçıların çoğunluğu.
Aydın ve sanatçılar bunları yaparken aynı zamanda da toplumda eşitsizliğe uğrayanların, ötekileştirilenlerin hafızasız kalmalarını istiyorlar.
Hem kendi hafızalarını unutmalarını hem de hafızalarını ölümlerle, baskılarla tarumar eden sistemin yaptıklarını unutsun istiyorlar. Ve bu durum toplumun büyük bir kısmında da karşılık buluyor.
Çağırga ailesinin fertleri diğer iktidarlar döneminde de öldürüldü
Sadece mevcut iktidar döneminde değil, geçmiş iktidarlar döneminde de Çağırga ailesinin evlerine düşen hava topu nedeniyle 7 kişi ölüyor.
O zaman da aile 7 yaşındaki kızları Fatıma'yı kaybediyor. İktidar değişse de politikalar değişmiyor.
Sanatçılar ve aydınlar da öyle, geçmişi temiz gösterip sadece mevcut iktidarın onları ilgilendiren kirleri üzerinden sahte bir çıkış sergiliyorlar.
Bu çıkış toplumun her kesimini kapsayan bir çıkış olmadığı gibi, sadece kendi ulemasının kalıplaşmış fikirlerini daha da kalıplaştırmaktan öteye gitmiyor.
Öyledir ki, "Şeytan da bir zamanlar cennette otururdu, bu yüzden onu daha önce görmemiş olanların ilk gördüklerinde meleklerle karıştırmaları mümkündür."
Ferhan Şensoy ve Kürtler
Ferhan Şensoy'un ölümünden sonra Kürtleri Şensoy'un yasını tutmaya davet edenler, kınayanlar oldu. Ferhan Şensoy, iyi bir sanatçı olabilir. İyi bir marangoz da olabilirdi.
Bu geçmişte yaptıklarını, iktidarın testisine su döktüğü gerçeğini ortadan kaldıramaz. Diğer sanatçılar gibi, geçmişle yüzleşmeyi reddettiğini de yok sayamaz.
Savaşı destekleyen, orduya moral vermek amacıyla konserler düzenleyen birilerinin yasını tutamaz, gözyaşı da dökemez; bu Kürtlerin politik hakkıdır.
Kürtleri bırakın, salt birey olan biri de kimse için üzülmek zorunda değildir. Her koşulda, ne zaman iktidara karşı çıkılsa, ne zaman iktidara dair bir korku yaşansa, her daim Kürtlere bir yakınma, neredeler, anlaşacaklar gibi birçok cümle havada uçuşuyor.
Kürtlerin nerede olduğunu anlatayım: Kürtler her gün kargoyla aldıkları evlatlarının kemiklerini, evlerinin önünde tesadüfi bir şekilde kazdıkları çukurdaki kemikleri, oyun oynarken zırhlı araçlarla ezilen çocuklarını gömmekle ilgileniyor.
Kürtler, cezaevlerindeki akrabalarını, kardeşlerini, çocuklarını kilometrelerce yolları aşıp ziyaret etmekle meşgul.
Kürtler her an bitmeyen acılarını hatırlamakla meşgul. Kürtler eşit olmadığı müddetçe, sizin acınıza da sevincinize de ortak olmayacaktır.
Bundan ötesini Steve Biko söylesin, "Beyazlar hem bizim kıçımıza tekme atıyor hem de bu tekmeye nasıl tepki göstermemiz gerektiğini dikte ediyorlar."
Kürtleri bir piyasa olarak gören sanatçılar ve aydınlar
Piyasanın gereklerinden biri, çünkü herkes yürüyen bir tüccar artık; anma, yas tutma, milli bayram hatırlatmaları tüccarlığın bir gerekliliği. Tüccarın sürüyle birbirine bağlı develeri vardır.
Onlarla yürür, onunla konuşur, o sürüsünü beslerken sürüsü de mallarını yürütür. Evet tam da böyle. Hiç kimse sömürgecilikten, işgalden bahsetmiyor.
Kürtlerin acılarını dillerine dolayıp bunun üzerinden piyasada yer edinen, gününü gün eden sanatçılar ve yazarlar elbette bahsetmez.
Şirin görünme uğraşılarının toslayacağı duvar da çok olur böylece. Tam o noktada şunu demek lazım:
Kürtler sadece acı çekmiyor; Kürtler de eğlenebiliyor, Kürtler de tatile gidebiliyor, Kürtler de tiyatro yapabiliyor, Kürtler de hikaye anlatabiliyor, Kürtler de tepinebiliyor, Kürtler de yazabiliyor, Kürtler de şarkı söyleyebiliyor, Kürtler de halay çekebiliyor, Kürtler de sevinebiliyor.
Sosyal medya platformaları üzerinden Kürtleri sürekli acı çeken bir halk olarak gösteren, bununla piyasa yapan demokrat, solcu yazarların ve sanatçıların yapacağı tek şey var:
Kendi toplumunuzun çıkmazlarını anlatabilir, utançlarıyla yüzleşebilir, yalan yanlış tarihini düzeltmekle meşgul olabilirsiniz.
Kürdün acısını diline pelesenk ederken, iki hafta sonra Kürdü öldüren, Kürdü ötekileştiren sistemin adamlarından birini anabiliyorsunuz.
Tutarlılığın olmadığı bir yerde başkalarının hafızasıyla dalga geçmek de kar olarak kalıyor size.
Sosyal medya üzerinden bir olay cereyan eder etmez, Kürtlerle hiçbir ilgisi olmamasına rağmen hemen Kürtleri ön plana koyup, Kürtlere küfrettiren bu yazar ve sanatçıların şark kurnazlığı günden güne daha da çoğalmaktadır.
Son olarak, şairin dediği gibi;
O kadar çok insan öldü ki. Artık zalime de üzülecek kadar hümanist değilim!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish