ABD Afganistan'dan çekiliyor.
Ancak gerek görüntülere yansıyan kaotik çekilme şekli gerek ABD'nin 20 yıldır mücadele ettiği Taliban'ın ülkede beklenilenden çok daha kısa sürede kontrolü ele geçirmesi tüm dünyada şok etkisi yarattı.
Bu minvalde, küresel jandarma ABD'nin Afganistan'dan "kaçar adım" çekilmesinin, Taliban benzeri örgütlerin faaliyet gösterdiği Afrika ülkelerine de yansımalarının olacağı şimdiden tartışılmaya başlandı.
Afganistan'daki gelişmelerin, başta ABD olmak üzere diğer Batılı ülkeler ve onların yereldeki müttefiklerini hasım bilen Afrika'daki irili ufaklı tüm silahlı örgütlere cesaret ve umut vermesinden endişe duyuluyor.
Bu endişelerin yersiz ve tutarsız olduğunu iddia etmek zor.
Zira ABD, Somali'deki konuşlu 700 askerini de geçtiğimiz ocak ayı içerisinde çekmişti.
Fransa Sahel bölgesindeki 5 bin kişilik askeri gücünü yarıya indireceğini duyururken İngiltere, yüzde 55'i Afrika ülkelerine giden dış yardım bütçesinde 6 milyar dolarlık kesintiye gideceğini açıkladı.
Ahiren "stratejik otonomisini" geliştireceğini ilan eden, yani kendi başının çaresine bakacağını söyleyen Avrupa Birliği ise kriz bölgelerinde topa girmeyeceğini belli etti.
Tüm bu gelişmeler, terörist ve isyancı örgütlerle mücadele eden Somali, Mali ve Nijerya gibi Afrika ülkelerinde Afganistan gibi kendi kaderlerine terkedilecekleri korkusuna neden oluyor.
Nitekim Nijerya Cumhurbaşkanı Muhammadu Buhari, Taliban'ın Kabil'i ele geçirdiği gün Financial Times gazetesinde yayımlanan bir makalesinde, Afrika'nın Batılı müttefiklerine seslenerek başka bölgelerde yaşanan hayal kırıklıkları nedeniyle kıtayı yalnız bırakmamaya çağırdı.
Afganistan Somali benzerliği
Halihazırda Afrika'da Afganistan'a en çok benzeyen ülkenin Somali olduğunu teslim etmek gerekiyor.
En temel benzerlik Afganistan'da yabancı aktörlerin güdümünde 20 yıldır devam eden devlet inşası (state building) sürecinin Somali'de de uzun yıllardır devam ediyor oluşu.
Her iki ülkede de "isyancı, İslamcı ve terörist" addedilen örgütler, ülkeyi kontrol edip İslami kurallara dayalı bir devlet kurma hedefi güdüyor.
Somali'de Taliban'la benzer ideoloji taşıyan Eş-Şebab lider kadrosundaki değişikliklere rağmen birliğini muhafaza edebilmiş, şartlar müsait olmasına rağmen mafyatik bir suç örgütüne henüz dönüşmemiş bir yapılanma.
Tabi ki bu Eş-Şebab'ın Afrika'daki en kanlı terör örgütlerinden birisi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
İkincisi, Taliban gibi Eş-Şebab'ın da geçmişte kısa süreli de olsa iktidarı ve gücü tatmışlığı var.
Haddizatında Eş-Şebab, ülkedeki otoritenin boşluğunun doldurulması için tabandan bir hareket olarak 2000'li yılların başında gelişen 'İslami Mahkemeler Birliği'nin milis gücünü oluşturuyordu.
ABD destekli Etiyopya ordusunun 2006 yılında Somali'yi işgal ederek İslami Mahkemeler Birliği'ni yönetimden uzaklaştırması, Eş-Şebab'ın silahlı mücadeleye girişmesini tetikledi.
Dolayısıyla Etiyopya'nın müdahalesi, terörle mücadele uzmanı Rob Wise'ın ifadesiyle Eş-Şebab'ı, "ılımlı" bir İslami yapı içerisindeki küçük bir grup olmaktan çıkarıp Afrika Boynuzu'ndaki en güçlü devlet dışı silahlı aktör ve radikal bir grup haline getirdi.
O tarihten bu yana Eş-Şebab, ülkedeki tüm yabancı güçleri işgalci olarak gördüğünü açıklayarak hem bu güçlere hem de onların kuklası olmakla itham ettiği Somali hükümetine karşı saldırılar düzenliyor.
Üçüncüsü Taliban'la mücadeleye benzer şekilde Eş-Şebab'a karşı çok ciddi askeri ve ekonomik kaynak aktarılmasına rağmen mücadelenin başarılı olduğuna dair ortada kaydadeğer bir veri bulunmuyor.
Aksine Eş-Şebab'ın gücünü konsolide ettiğine dair birçok işaret mevcut.
2021 yılında BM Güvenlik Konseyi'ne sunulan Uzmanlar Paneli raporunda Eş-Şebab'ın ülkede yeni kasaba ve köyleri ele geçirmekte zorlanmadığı kaydediliyor.
Nitekim Eş-Şebab Güney-batı Somali'de, yani Puntland ve Somaliland hariç tutulduğunda ülkenin tamamında kırsal kesimi kontrol ediyor.
Ancak bu Eş-Şebab'ın nüfus yoğunluğunun az olduğu kırsala hapsolduğu anlamına gelmiyor.
Hiraal adlı Mogadişu merkezli düşünce kuruluşunun 2020 Ekim ayında yayımladığı bir rapora göre örgüt, başkent Mogadişu dahil ülkenin güney batısının tamamında vergi topluyor ve toplanan verginin aylık 15 milyon dolar civarında olduğu iddia ediliyor.
Kamu görevlileri can güvenliklerini sağlamak için Eş-Şebab'a rüşvet verirken, Somali ordusundaki üst düzey generaller dahi işlerinin görülebilmesi için Eş-Şebab'a ödeme yapmak durumunda kalıyor.
Kontrol ettiği bölgelerde halkın güvenliğini sağlayan ve adalet hizmetleri de sunan El-Şebab bu anlamda başkent, hükümet ve bürokratik yapı gibi "modern" devlet sembollerini taşımada dahi arazide etkin bir otorite haline gelmiş bulunuyor.
Dördüncüsü Eş-Şebab'ın "razı olunan sıtma" mesabesinde de olsa belli bir meşruiyet zemini bulunuyor.
Çünkü aşiretler arası güç mücadeleleri ve aciz merkezi otorite halkı Eş-Şebab'a mecbur bırakıyor.
Eş-Şebab bu minvalde aşiret aidiyetlerinin ötesinde bir Somali milliyetçiliğini esas alıyor.
Dahası Eş-Şebab, işgalci dış güçlere ve boğazına kadar yolsuzluğa batmış bir kukla bir hükümete karşı mücadele veren bir aktör olarak algılanıyor.
Beşincisi, ABD'nin Afganistan'dan çekilmesine benzer şekilde 2007 yılından beri Somali'de konuşlu olan Afrika Birliği görev gücü AMISOM'un ülkeden çekilmesi ihtimal dahilinde.
Yaklaşık 20 bin kişilik bir kuvvetten oluşan ve uluslararası topluma yıllık maliyeti 1 milyar doları bulan AMISOM'un görev süresi bu yıl sonunda doluyor.
Ancak BM Güvenlik Konseyi'nin süreyi bir yıl daha uzatması kuvvetle muhtemel olmakla birlikte bunun ne kadar sürdürülebilir olduğu ve daha kaç yıl uzatılabileceği önemli bir soru işareti.
AMISOM'un olası bir çekilmesi halinde Eş-Şebab'ın çok kısa süre içerisinde ülkede kontrolü ele geçirebileceği belirtiliyor.
Merkezi hükümetin Mogadişu'da dahi hiçbir zaman tam kontrol sağlayamadığı, Wadnaha caddesinin ötesinde otorite tesis edemediği, her bir aşiretin kendi milis gücü olduğu ve ordu birliklerinin büyük ölçüde aşiret aidiyetleri çerçevesinde oluşturulduğu düşünüldüğünde, Afganistan'da olduğu gibi bu senaryonun gerçekleşme ihtimali hiç düşük değil.
Zaten Eş-Şebab büyük şehirlerdeki kontrolünü kaybettiği 2011 yılından bu yana bekleme modunda.
Bu bağlamda, AMISOM önderliğinde girişilen herhangi bir harekât öncesinde Eş-Şebab direniş göstermiyor ve şehir merkezini terk ediyor.
Harekât bitip AMISOM ve Somali ordusu kışlasına döndüğünde alandaki hakimiyetini zahmetsizce yeniden tesis ediyor.
Bu şartlar altında zamanın Eş-Şebab'ın lehine işlediği dahi söylenebilir.
Öte yandan, Somali'yi Afganistan'dan ayıran en önemli özellik "etnik gruplar" yerine klanlara dayalı sosyo-ekonomik yapı.
Her bir klanın kendi milis gücü var ve ulusal ordu da büyük ölçüde klan milislerinin toplamından oluşuyor.
Eş-Şebab'ın ülkede kontrolü ele geçirme ihtimalinin ortaya çıkması halinde klan milisleri, Federal hükümeti korumak için ellerini taşın altına koymaya yanaşmasalar dahi ait oldukları klanın güvenliği ve çıkarları için El-Şebab'a karşı durabilirler.
Zira ülkede kontrolün Eş-Şebab'ın eline geçmesi, siyasi ve ekonomik gücün yeniden dağıtımı anlamına gelir ki bunu, mevcut durumdan nemalanan klanlar bunu istemeyecektir.
Son olarak Eş-Şebab ile müzakereye de değinmek gerekiyor.
Diplomatik ve siyasi çevrelerde hemen hiç zikredilmeyen bu konu medya ve akademik çevrelerde teorik olarak çokça tartışılıyor.
Toplumsal bir gerçeklik haline gelmiş bulunan Eş-Şebab gibi örgütlere karşı sadece askeri önlemlerle mücadelenin işe yaramadığını Taliban örneği tüm açıklığıyla gösterdi.
Eş-Şebab'ı geri vitese düşürdükten sonra müzakerelere başlama beklentisi arazideki gerçeklerden çok uzak.
Ayrıca kazanılamayan bir savaşta ana muharip unsur uluslararası gücün çekileceği baskısıyla başlanacak müzakereler merkezi yönetimin elini zayıflatacak bir faktör olacaktır.
Sonuç
ABD'nin Afganistan'dan çekilmesini nevi şahsına münhasır bir olaydan ziyade, ABD'nin küresel güç projeksiyonundaki değişiklik ve Batılı ülkelerdeki artan izolasyonist tutum çerçevesinde okumak gerekiyor.
Afrika'nın da bu değişiklikten etkileneceği aşikar.
Fakat Afganistan gibi Somali'deki sorunların da temelinde, doğal olarak gelişen devlet oluşumu (state formation) süreçlerinin dış müdahalelerle baltalanarak yerine devlet inşasının (state building) ikame edilmesi yatıyor.
Yani ihtilaflar, diyalog ve tavizler şeklinde toplum kesimleri arasında cereyan eden devletin müzakeresi yerine, oldu bittiyle Batılı devlet şablonu oturtulmaya çalışılıyor.
Bu itibarla, "balık verme" veya "balık tutmayı öğretme" çabasının bir kenara bırakılarak halkların balığı nasıl tutacaklarına kendi aralarında karar vermelerine ve balık tutmayı kendi başlarına öğrenmelerine müsaade etmek gerekiyor.
Uluslararası toplum ise yereldeki bu çabalarda şiddete başvurulmasını ve temel insan haklarının ihlal edilmesini engellemeye çalışabilir ki bu makul bir tutum olacaktır.
Her bir ülke ve toplumdaki aktörlerin de birbiriyle şiddet dilini kullanmaksızın konuşması gerektiği izahtan vareste.
Bu bağlamda Somali özelinde Eş-Şebab'ın hesaplarını AMISOM'un çekileceği günün ertesi için yaptığı anlaşılsa da müzakere yolunun da denenmesi icap ediyor.
Bununla birlikte Somali'de taraflar arasında sahici müzakerelerin başlama ihtimalini belli ölçüde Taliban'ın Afganistan'daki tutumunun ve uluslararası toplumun buna vereceği tepkinin belirleyeceğini söyleyebiliriz.
Son olarak konuya Türkiye-Somali ilişkileri açısından bakacak olursak, ülkemiz Afrika Boynuzu'nun bu stratejik ülkesine özel önem atfediyor.
2011 yılından bu yana Somali'ye hemen her sektörü kapsayacak şekilde kalkınma yardımı sağlıyor ve aylık 2,5 milyon dolar hibe veriyor.
Ayrıca Mogadişu'daki kurduğu askeri eğitim tesisiyle Somali ordusunun profesyonelleşmesine katkıda bulunuyor.
Dolayısıyla özelde sözkonusu kalkınma yardımlarının etkilerinin, genelde ise kapsamlı ikili ilişkilerin kalıcı olabilmesi için Somali'deki gelişmelerin yakından takip edilmesi ve olası kırılmalara karşı hazırlıklı olunması gerekiyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish