Nasıl oldu bilmiyorum. Kimin aklından çıktığını da öğrenemedim. Ama geçen gün bir anda sosyal medya, Muharrem İnce siyasi ölümünden dirilmiş gibi #Tamam'lara, #Devam'lara bölündü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Milletimiz tamam derse çekiliriz" sözü üzerine 2018'de başlayan -ve tabii ki, birkaç insana takipçi kazandırmak dışında hiçbir işe yaramayan- kampanya geri döndü.
Ülke yanıp tutuşurken #Tamam'lı şarkılar paylaşıldı; 'bak ne laf koydum ama' üzerinden şahane etkileşim yakalandı. Falan filan.
Bütün bu konunun özeti aslında 'falan filan'. Ciddiyeti de o kadar. Muhalefetin zaman ve enerji kaybına yepyeni bir örnek sadece.
Bir yönetim, strateji ve taktik sorunu. Kendi kendine alkış alma takıntısının sonucu.
Bunun nedenlerini anlamak kolay: Öncelikle sosyal medyada böylesi 'büyük' kampanyalar, doğru stratejik hedeflerle yapılmadığı sürece, sadece kendi siyasi balonlarından insanların 'takipçi kastığı' birer ciddiyetsizlik örneğine dönüşüyorlar.
Hatta etkileşimin hemen tamamı birbirini onaylayan insanlarla olduğu için dijital ortamdaki kutuplaştırmayı da zirveye çıkarıyor.
İkincisi, sosyal medya hiçbir konuda Türkiye'yi temsil etmiyor. Türkiye'nin
'gündemini belirlediğini' zanneden sosyal medyacılar, zaten siyasete angaje hayatlar yaşayan, her yeni 'kampanya'ya katılmak için heyecan duyan bir grup 'radikal' muhalif/iktidar destekçisinin gündemini belirliyor.
Sürpriz: Bu insanlar kimseye seçim kazandırmıyor ya da hiçbir seçimin kaybedilmesine sebep olmuyor. Zira zaten 'takipçiler'. Tetikteler.
Üçüncüsü, bu gibi kampanyalar hiçbir ana stratejiye hizmet etmiyor. Zira CHP ve muhalefetin kutuplaşmayı kırma uğraşlarına rağmen tabanda ya da muhalif örgütlerde çıkan bu söylemler, sadece negatif kimliklenmeyi, yani AKP/CHP karşıtlığı üzerinden hareket etmeyi artıran işler.
Oysa siyasi kutupları beslemeden siyaset yapmak da mümkün ve bunun yolu ikna etmeye çalışılan kitlelerin gündemine konuşan kampanyalar yapmaktan geçiyor; suni retorik tartışmalar inşa etmekten değil.
Bu yüzden de şu anda kurumsal ve toplumsal muhalefetin odaklanması gereken üç temel konu var.
Her biri de 'tamam' ve 'devam'ın cepheleriyle ilgili ama her ikisi de sosyal medyada birkaç saatliğine yanıp sönecek, kaynakları ve zamanı boşa harcayacak bir kampanyadan daha önemli.
Birincisi, Türkiye'nin yaşadığı felaketler zincirinden iktidarın sorumlu olduğunu anlatmaktır.
Orman yangınları bağlamında konuşursak Türkiye'nin bu felakete neden ve nasıl hazır olmadığını millete göstermek; 19 yıldır ülkeyi yöneten, onca felaketle karşı karşıya kalan iktidarın aylardır beklenen orman yangınlarına karşı ülkeyi nasıl hazırlıksız bıraktığını göstermektir.
Özellikle 99 depremi sonrasında ülkeyi yönetmeyi beceremeyen siyasi partilere karşı güvenin nasıl sarsıldığı hatırlanırsa, haklı bir biçimde "Devlet nerede" sorusunu sormanın önemi de anlaşılır.
Zira hazırlıksız yakalanan felaketlerin tamamının sorumluluğu, hazırlık yapması gerekenlerdedir.
İkincisiyse, iktidarın ve devletin yetersiz kaldığı yerde, muhalefetin nereye girmesi ve o boşluğu kendi kaynaklarıyla doldurmasıdır.
Örneğin CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve muhalif belediye başkanlarının Türk Hava Kurumu'na yaptığı ziyaret; uçakların bakımının yapılması için gereken kaynağı sağlama iddiaları bu noktada önemliydi.
Ancak bu ziyaretten toplumun ne kadarının haberi oldu? Bundan emin değilim. #Tamam ile uğraşmaktansa bu konuda net ve ısrarlı mesajları koordine etmek daha değerli olurdu.
Birkaç muhalif yayın organının mikrofonları önünde basın toplantısı yapmak ne yazık ki yeterli değil.
Fakat konu THK ile ya da sahada belediye başkanlarının şeffaf bir şekilde yangınla mücadeleyi anlatmasıyla bu iş bitmiyor.
Muhalefetin aynı zamanda hem benzer felaketlerden Türkiye'yi nasıl koruyacağını topluma anlatması hem de bu yangınlarda ekonomik olarak zarar gören insanlara nasıl yardımcı olacağını göstermesi gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın A Haber yayınının önemli bir kısmını yangınlardan sonra devletin yapacağı yardımlara ayırması sürpriz değildi.
İktidar, yangınların ilk günlerinde insanların haklı olarak sorduğu 'devlet nerede' sorusuna cevap üretmeye çalışacak.
Muhalefetin de #Tamam'larla değil; bu hakiki gündemle uğraşması gerekir.
Bu iki aşamalı kampanya başarılı olursa, muhalefetin eline çok temel ve stratejik bir koz geçer:
Bundan sonra iktidar ile yol yürümeye devam etmek 'riskli', muhalefetle yeniden yapılanmayı tercih etmek ise 'güvenli' seçim olur.
Bu önemli bir koz; çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın temel mesajlarından biri, CHP ve diğer muhalefet unsurlarının 'yönetme kabiliyetinden yoksun oldukları' iddiası.
Erdoğan ve AKP, yıllardır kendini Türkiye'nin 'doğal iktidarı' olarak kodlamaya çalışıyor.
Bu kadar uzun süre güçte kalan bir lider ve partisi için bu anlatı, kolaylıkla kurgulanabilir ve güçlüdür.
İnsanların 'alışkanlıklarına' ve 'güvenli bölgede kalma konforuna' oynamak, işini iyi yapabilen iktidarlar için sıradan yöntemlerdir.
Ancak iktidarın artık işini 'iyi yapabilme' iddiası açıkça sorgulamaya açık hâlde.
Bu yüzden de risk ve güven duygularında CHP önderliğinde muhalefetin yapması gereken, Erdoğan'ın artık bir 'risk' haline geldiğini; muhalefetin ise 'güvenli' bir alternatif sunduğunu açıkça göstermektir.
Bunun yolu sadece iktidarın hatalarını anlatmaktan değil; aynı zamanda yönetme kabiliyetini ortaya koymaktan da geçer.
Eğer araştırma şirketleri basit verilerle sıkışıp kalmak yerine biraz daha yaratıcı sorularla insanların anketlerde neden 'kararsız' kaldıklarına da cevap üretmeye çalışırlarsa, temel soru işaretlerinden birinin muhalefetin 'yönetme yetisi' olduğu da -büyük ihtimalle- ortaya çıkacaktır.
Değişim isteği/ihtiyacı olan bir toplum, doğal olarak, değişimi göğüsleyecek insanlara güven duymak ister.
Güveni kazanan, 'kararlı seçmen' de kazanır. Yani #Tamam benzeri dijital kampanyaların temel sorunu, bu temel stratejik soruna bir cevap üretmek yerine kendi kendini alkışlayan kutupları tetiklemesidir.
Muhalefet eğer bu süreci doğru bir şekilde yönetebilirse, felaket gündemi azalmaya başladığında bunun arkasından gelmesi gereken üçüncü kampanya ayağı ise partiler üstü bir erken seçim kampanyasını toplumsal tabanda örgütlemektir.
Salı günleri grup toplantılarında bu çağrıyı yinelemenin ötesine gitmek gerek. Zira erken seçim, bir parti ya da liderin değil; milletin mesajı olabildiği takdirde iktidarın da doğrudan cevap vermesi gereken bir mesele haline gelecektir.
Bu yüzden de Meclis koridorlarının ötesine geçecek, bütün toplumsal tabanlardan sözcülerini öne çıkaracak, bağımsız bir erken seçim koalisyonunu kurmak, gerçekten seçime gitmeye hazır bir muhalefet için en gerçekçi yol olur.
Diğer türlü erken seçim mesajı, Kılıçdaroğlu'nun grup toplantılarında gündeme gelip, birkaç saat içinde alevi sönen, sıradan bir siyasi münakaşa konusu olmaya doğru gider.
Zaten erken seçim istemeyen bir Erdoğan için bu yöntem, çarşamba günkü grup toplantılarında baş edebileceği bir retorik konusuna dönüşür. Zaman geçtikçe zayıflar.
Bütün bunları yapmak için muhalefetin kaynaklarını, zamanını ve insan gücünü de doğru şekilde koordine edip, doğru mesajları sistematik bir şekilde vermesi lazım.
Fakat en çok hata da, yıllardır, burada yapılıyor. #Tamam vs. #Devam saçmalığı da bunun en net örneklerinden biriydi.
Bu 'mini kampanya'lara bu kadar takılmamak gerektiğini düşünenler muhakkak ki vardır.
Ancak bu insanların hemen hemen tamamı, aynı benim gibi, zaten siyasetle angaje bir şekilde yaşayan, ufak bir balona hapsolmuş insanlar.
Tıpkı #Tamam'ın ya da #Devam'ın takipçileri gibi. Onların anlayamadığı ya da anlamak istemediği hakikat şu ki seçimlerin sonucunu belirleyen kitleler, bu sosyal medya kampanyalarına yüreğini koyan insanlar değil; vergilerine ufak bir zam geldiğinde ya da devletten sosyal yardım alamadığında ayın sonunu çıkaramayan insanlardır.
Kazanma iddiası olan siyasi organizasyonların en büyük amacı, bu insanlara doğru mesajları ulaştırmaktır.
Türkiye'nin bugünkü koşullarında bunu başarmak çok zor. Zira kimlikler üzerinden ilerleyen siyaseti, sistematik bir şekilde, insanların hayatının ana unsurlarından biri haline getirmeye çalışan ve gücü yekpare bir şekilde büyük ölçüde elinde tutan bir iktidar var.
MHP lideri Bahçeli'nin HDP'nin kapatılmamasını savunan insanları sadece terörle ilişkili değil; aynı zamanda 'tatil yerlerinde keyif çatan', 'vatan savunması bilmeyen' insanlar olarak anlatması, bunun sadece bir örneği.
İktidarın istediği, toplumsal ayrışma noktalarının sadece siyasetten ibaret olmaması.
Yakında gittiğimiz süpermarket üzerinden bile kutuplaştırılacağımıza emin olabilirsiniz. (Hoş, bu çoktan oldu sanırım.)
Dolayısıyla, böylesine sistematik ve güçlü bir yapıya karşı mesaj üretmeye çalışan muhalefetin büyük-küçük kampanya ayrımı yapma şansı yok.
Ana bir strateji belirlemek (bu durumda riskli tercih olarak iktidarın devamını; güvenli tercih olarak muhalefet ile değişimi anlatmak) ve her koşulda, ısrarla bu mesajı vermek temel bir yönetim meselesidir.
Örneğin Bill Clinton'ın 1992 yılındaki seçim kampanyasında verdiği mesajları yöneten James Carville, anılarında, her konuyu ekonomiye ve 'güvenli değişime' bağlamak üzere kurdukları Savaş Odası'nı (kampanya merkezi) anlatır.
Clinton, kendisine gelen şahsi saldırıları bile seçim süresince kampanyanın ana mesajına sadık kalarak karşılamıştır.
Ne yazık ki muhalefet, bu beceriye sahip olduğunu bir türlü kanıtlayamıyor.
#Tamam, bunun sadece bir örneği. Kılıçdaroğlu'nun çok güçlü bir şekilde başlattığı ve iktidarı köşeye sıkıştırdığı mülteci meselesine en çok zararı Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın apartheid rejimlerini aratacak cümleleri verdi.
Onun hemen ardından İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in konuyu bambaşka şekilde ele alması ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun bir anda Birleşmiş Milletler'le masaya oturması mesajı darmadağın etti.
CHP, son yıllarda geliştirdiği en sağlam söylemlerden birini savunamaz hâle geldi; zira neyi savunduğunu kendisi de bilemedi.
Bütün bunlardan çıkarılması gereken temel sonuçlardan biri de, aslında, iletişim sorunu gibi gözüken birçok konunun aslında yönetim sorunu olduğudur.
Doğru mesajları üretmek her ne kadar zor olsa da doğru mesaja sadık kalmayı becerebilen siyasi yapılar kurmak daha da zordur. CHP'nin de temel meselesi budur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish