Son birkaç gündür her şey karmakarışık, bir türlü kafamı toparlayamıyorum. Elim yazmaya gitmiyor, düşüncelerim dağılıp duruyor.
O kadar çok konu var ki, neyi ele alacağıma bir türlü karar veremiyorum. Ortam fotoğrafı çok çarpıcı, çarpıcılığı karşısında lal oluyor dilim.
Ben fotoğrafa baktıkça "bu kadar da olmaz ki" cinsinden olaylar zinciri beliriyor gözlerimde. Şoktayım, şaşkınım dersem belki abartı gelir sizlere.
Ama gerçekten öyle.
Son günlerde yaşanılanlar insanı şok eden cinsinden.
Orman yangınları ve sonrasında yaşanan karmaşa, krizi fırsata çeviren karanlık güçler, müdahale tartışmaları ve yiten canlar...
Sadece son bir haftadır yaşananları düşündükçe zihnim bulanıyor, içim acıyor, gözlerim kararıyor. Bir yangın da yüreğimin orta yerinde başlıyor.
Sanırım gören, duyan, hisseden her insan benim yaşadığım duyguları yaşıyordur. Nasıl yaşamasın ki zaman zaman değil, mevsim mevsim değil.
Her şey iç içe ve karmakarışık bir tonda gelişiyor, ilerliyor, büyüyor.
Kovid, adaletsizlik, yangın, işsizlik...
Bunca sıcak iyiye alamet değildi zaten. Önce yağmur bulutları terk etti bizi. Toprak çorak, gökyüzü bulutsuz kaldı böylelikle.
Kurak ve tuhaf bir zaman tüneline girdik, bitmeyen virajlar ve ulaşılmayan gün ışığı.
Ne demeli bu tuhaf zamana?
Ne demeli insana?
Dünyayı yaşanmaz kılan doyumsuz işlerine rağmen, güya uzayda yaşam aramasına ne demeli?
Bilemiyorum, zihin dumura uğradı sanırım, anlamını yitirdi bütün büyük laflar, kavramlar.
Çevrede yaşanan bunca adaletsizlik, bunca haksızlık ve derin yoksulluk, ekolojik yıkım, savaş politikaları nereye kadar gider, nerde durur bilemiyorum.
Uzay boşluğuna salsak, karanlık bölgeye göndersek sorunlar çözülür mü?
İnsan neye üzüleceğini, neye yanacağını bilemiyor bu çağda. Her şey o kadar hızlı ve yakıcı ki insan dilini yutuyor adeta.
Olup bitenler anında, fazlasıyla gözler önünde. Bir kanıksama çağına girdik sanırım. Kavramlar anlamını yitirerek, yüzümüze çarpıyor, ortalıkta uçuşuyor, biz kimi zaman şen şakrak, kimi zaman fazlasıyla hüzün doluyuz yangınlar ortasında.
Yani bizde de denge kalmadı. Sevinçlerimiz bile hüzün makamında.
Ateşin yakıcı alevleri yüzümü yakıyor, sel boğuyor beni. Konya'da ölen Kürt oluyorum, Van'da, Karadeniz'de sele kapılmış umut.
Oy hawar,
Bu nedir, bu ateş, bu nefret, bu vahşet nedir?
Cevabı olmalı?!.
Birkaç gündür cayır cayır yanan ormanlara mı, içindeki canlılara mı, yoksa Konya'da yaşanan korkunç vahşete mi?
Neye yanayım?
Değişik bölgelerde yaşanan sel felaketine mi, Tunceli çevresinde yaşandığı halde kamuoyuna yansımayan meşe ormanların yanmasına mı?
Neye yanayım?
Sorular,
Sorunlar...
İnsanı çıldırtacak cevaplar peş peşe sıralanıyor ve insan neye yanacağını şaşırıp, kalıyor.
Haberler iyi değil, tartışmalar iyi değil, iyi diye lanse edilenler bile iyi değil.
Önce Karadeniz'de sel, sonra Akdeniz kıyı şeridi boyunca orman yangınları, hemen arkasından Konya vahşeti ve yine sel. Zincirin halkaları gibi organizeli ve art arda.
Büyük fotoğrafın ayrıntıları bunlar. Daha başka ayrıntılar da var elbette. Marmara Denizi'nde ortaya çıkan ve denizin yüzeyini kaplayan deniz salyası/müsilaj, Afganlı akını ve giderek sayıları çoğalan sığınmacılar meselesi.
"Suyunu keselim, ek vergiler koyalım, sınır dışı edelim" tartışmaları.
Irkçılık, ayrıştırıcı söylemler ve kadın cinayetleri, Kürdün ekmekle intihamı, mevsimsiz işçiler.
Ne oluyor, nereye gidiyoruz?
Söz hükmünü yitiriyor sanki. Her şey ateşin yakıcılığına dönüşüyor ve ülke baştan başa kaygılı, şaşkın ve hüzün dolu.
Birileri anlatsın, bu kara bulutları dağıtıp, yağmur bulutlarına yer açsın.
Umudu eksin çorak topraklara, yarından haber versin. Yeni bir başlangıç olsun umudun yeşerdiği yerde...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish