İstihbarat teşkilatlarının hayat damarı, tehdit enflasyonudur: Kamuyu tehdit eden tehlikelerin vahametini abartmak ve bunlarla başa çıkmak için daha sert yasalar talep etmek. MI5 Genel Müdürü Ken McCallum, bu hafta yaptığı ve Britanya'nın karşı karşıya olduğu güvenlik risklerini açıkladığı yıllık konuşmasında bu geleneği devam ettirmek için elinden geleni yaptı.
McCallum Rusya, Çin ve İran gibi devletlerin teşkil ettiği tehditlerden bahsetti; aşırı sağcı aktivistlerden, İslamcı teröristlerden ve Kuzey İrlanda'da şiddet eylemlerinin yeniden başlamasından söz etti. Bunların yanı sıra kriptolu mesajlaşma, online casusluk ve siber saldırıların teşkil ettiği, sınıflandırılması daha zor tehditler de mevcuttu.
Bu gelişmelerin çoğu göründüğünden daha az tehditkar. Rusya, Salisbury'de Skripallerin zehirlenmesi gibi gangster usulü suikastlere kalkışabilir ama muhaliflerine yönelik bu saldırıların hamlığı, Rus kabiliyetlerinin sınırlarının altını çiziyor. Başkan Putin ülkesine şeytani de olsa bir süper güç gibi davranılmasından memnun olabilir ama Sovyetler Birliği'nin gücü yanında Rusya'nın hiçbir şeyi yok. Mesela ABD'de 2016 başkanlık seçimlerinin sonucunu Kremlin'in belirlediği fikri her zaman bir mitti. Hillary Clinton'ın yürüttüğü berbat kampanya, Donald Trump'ın başkan seçilmesi için yeterli bir açıklama.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Düşmanı şeytanlaştırmak, yani düşmanın güçlerini ve kötü niyetlerini abartmak, birinci soğuk savaş sırasında Sovyetler Birliği'ne yönelik propagandanın merkezindeydi. İkinci soğuk savaşta da aşağı yukarı aynı türden bir tehdit enflasyonu yaşanıyor fakat bu sefer asıl hedef, yaptığı her şey dünya hakimiyeti için bir teşebbüs olarak resmedilen Çin. Narendra Modi'nin Hindistan'ı gibi karanlık, otoriter müttefikler, "demokratik değerler uğruna verilen mücadelede" Batı'nın müttefikleri olarak tanıtılıyor.
El Kaide ve İslam Devleti terörünün oluşturduğu tehdide de aynı şekilde çok fazla önem veriliyor. Batı Avrupa'daki saldırılarının vahşiliği su götürmese de, pratikte haber gündemini domine etmeyi amaçlayan kısır tanıtım numaralarından ibaretti. Siyasi açıdan bu tarz bir "terörizm", ancak ABD'nin misilleme olarak Afganistan ve Irak'a savaş açtığı 11 Eylül'de olduğu gibi abartılı bir tepki uyandırabilirse gerçekten başarılı olur.
Britanya gerçekten de büyüyen tehlikelerle karşı karşıya fakat bunların MI5 listesindekilerle pek az ilgisi var. Brexit sonrası Britanya'da en büyük tehdit, ülkenin 5 yıl öncesine göre daha zayıf bir güç olması ama daha büyük bir güçmüş gibi davranmasından kaynaklanıyor. Gösterişle gerçeklik arasındaki uçurum, sloganlarla ve kamuoyunun dikkatini başarısızlıklardan ve tutulmayan sözlerden uzaklaştırmaya yönelik uyduruk kültür savaşlarıyla gizleniyor.
"Küçük İngilterecilik'in" 2016 referandumunda ve 2019 genel seçimlerinde elde ettiği başarının hem yurtiçinde hem de yurtdışında öngörülebilir sonuçları oldu. AB'nin dışındaki Britanya kaçınılmaz olarak ABD'ye eskisinden daha bağımlı. Birçok kişi Washington'a bel bağlamamızla ilgili yeni olan ne var diye soracaktır. Eğer Fransa'nın 1940'taki düşüşünden beri değilse bile 1956'daki Süveyş krizinden bu yana Britanya'nın olağan pozisyonu bu olmadı mı?
Fakat bu sefer Britanya'nın ABD'ye bağımlılığı her zamankinden fazla ve ekstra bir düğümle birlikte geliyor. Bu sefer bu bağımlılık hali, Amerika'nın ve çok az etkiye sahip olsa da Britanya'nın da taraf olacağı yeni bir soğuk savaşta Çin'le ve daha az bir derece kadar da Rusya'yla yüzleşmeye hazırlandığı bir dönemde gerçekleşiyor. Kırım açıklarında Rus kontrolündeki sulardan Britanyalı bir muhrip göndermek ve Kraliçe Elizabeth adlı uçak gemisini Güney Çin Denizi'ne göndermek gibi teatral maskaralıklar, ülke içindeki kamuoyunu Britanya'nın bir kez daha küresel bir role sahip olduğuna ikna etmek için tasarlanmış hareketlerdir.
AB'den ayrılmanın olumsuz sonuçlarının çoğu uzun zamandır ortada. Bu hamle, Kuzey İrlanda'daki Protestanlarla Katolikler arasındaki 1998 tarihli Hayırlı Cuma (Belfast) Anlaşması'nın temsil ettiği uzlaşmayı sarstı. Kuzey İrlanda'yı iyi bilen MI5 şefi McCallum "Belfast Anlaşması'nın güçlü amaçlarının çoğunun hâlâ yerine getirilmediğini" söyleyip aynı anda "Britanyalı, İrlandalı, Kuzey İrlandalı birden çok kimliğin bir arada yaşamasının birçok insan için, kendi gençliğinde olmayan bir şekilde, yaşayan bir gerçek olduğu" hususunda ümitle ısrar ederken bunu ima ediyor.
Fakat AB'nin yarı içinde, yarı dışında bir Kuzey İrlanda, bölgedeki topluluklar arasındaki güç dengesini siyasi şiddetin geri gelmesine yol açması muhtemel bir şekilde değiştirdi. Mart sonu ve nisan başında vuku bulan ve yıllardır yaşanan en ciddi ayaklanmada bunu tattık zaten. Mezhep cinayetlerini henüz görmedik ama onlar da her an başlayabilir. Başlamaları halinde de Kuzey İrlanda'da barış hızla buharlaşacaktır.
Yine de Britanya için en büyük risk, sağlayabileceğinden çok daha fazlasını vaat eden bir hükümet tarafından yönetiliyor olmasıdır. Kovid karşıtı aşının geliştirilmesi ve aşı kampanyasının başarısıyla bu zayıflık hâlâ gizleniyor ama bunlar bilim insanlarının ve Ulusal Sağlık Hizmeti'nin başarısıydı. Dominic Cummings'in açıkça belirttiği gibi, Boris Johnson çok az şey yaptı ama kaos çıkardı.
Dünyadaki milliyetçi popülist liderlerin hepsinin karşılaştığı sorun, herkes için ekmek ve sirk vaadinde bulunmaları ama bu vaatlerini nadiren yerine getirmeleridir. Bu nasıl ABD'de Trump ve Hindistan'da Modi için geçerliyse Britanya'da da Johnson için geçerli. Başbakanın nadir halka açık konuşmalarından olan (bu son 10 ayda bir ilkti) eski İşçi Partisi seçmenlerine yönelik popülist çağrısının bel kemiğini oluşturan "durumları düzeltme" gündemini açıklaması beklenen 16 Temmuz'daki konuşmasında bu tüm çıplaklığıyla belli oldu.
Ne var ki, böyle bir gündemin olmadığı ortaya çıktı ve başbakanın konuşması her zamanki sığ hamaset konuşmalarındandı. Cummings, bunu garez dolu ama isabetli bir şekilde "b*ktan sloganları destekleyen b*ktan konuşma (anlamsızca daha önce sayısız defa yapılanların aynısı)" diye özetledi. Tüm bu radikal vaatlere rağmen, tıpkı dış politikada olduğu gibi, ortada, Britanya'nın mahrum bırakılmış nüfusunu kurtarmak için de toplumsal veya ekonomik bir strateji yok.
Fakat dikkatleri Johnson'ın siyasi programında merkezi bir dayanağın eksik olduğu gerçeğinden uzaklaştırmak için siyasi bir strateji güdülüyor. Plan, kültür savaşlarını abartmak, bölünmeleri alevlendirmek ve muhaliflerin vatanperver olmadığını veya hain olduğunu iddia etmek. Kültür ve ırk birbirinden ayrılmadığından bu, üstü kapalı olmayı pek de başaramayan gizli imalarla ırkçılığa başvurmak anlamına geliyor. Eskiden parti başkanı olan Muhafazakar meslektaşım Sayeeda Warsi "Düdüğü çaldığımızda köpek havlayıp ısırarak karşılık verirse buna şaşıramayız" (satır arasına gizli imalar eklemek manasındaki köpek düdüğü deyimine gönderme yapılıyor -ed.n.) demişti.
Popülist hükümetler zor dönemlerde "kültür kartını" daha gayretli oynar. En küçük olaylar ulusal kimliğe tehdit olarak abartılır. Winston Churchill'in bir heykeli üzerine karalanmış bir grafiti, Britanya kültürünün bir bütün olarak saldırı altında olduğunun işareti haline geliverir.
Muhalifler vatansever değil diyerek şeytanlaştırılabilir fakat onları susturmanın daha kesin yolu, BBC'deki bağımsız yorumlara baskı uygulayarak veya Channel 4'u satmakla tehdit ederek onları kendilerini ifade etmekten mahrum bırakmaktır. Bu yöntemlerin eleştirileri bastırma ve kamuoyu üzerinde hakimiyet kurmadaki tesiri küçümsenmemeli. Dünyadaki milliyetçi popülist rejimlerin çoğunun feci bir sicili var fakat çok azı iktidarı kaybetti.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: İrem Oral
© The Independent