Kudüs'te yaşanan son olaylar ve İsrail'in Gazze saldırıları sonrası gözler yeniden Filistin'e çevrildi.
1948'den beri toprakları işgal edilen Filistin devletinin uluslararası arenada gücünün artırılması ve kimliğinin korunması noktasında en önemli gelişme Libya modelinin Filistin'e de uygulanması gerektiğini söyleyen ve bu konuda gerekli tüm çalışmaları yapan Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi Başkanı Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı'dan geldi.
Yaycı kendisinin kurmuş olduğu strateji merkezinde, konuya ilişkin çalışmaları tamamladıktan sonra, ayrıntıları ilk kez Independent Türkçe ile paylaştı.
İşte Yaycı ve ekibinin hazırlamış oldukları Türkiye ve Filistin mutabakatın ayrıntıları…
"Libya Anlaşması'nın simetriği Filistin'de de yapılabilir; hem Türkiye hem Filistin kazanır"
- İlk olarak Libya denizden Türkiye'nin komşusudur dediniz. İki ülke bu bağlamda çok önemli bir anlaşmaya imza attı. Şimdi de aynı modelin Filistin ve Türkiye arasında uygulanabileceğini söylüyorsunuz. Söz konusu 'Filistin anlaşması' gerçekten imzalanabilir mi?
Libya ile Türkiye arasındaki deniz anlaşması oyunları bozan bir hamleydi ve çok büyük yankı uyandırdı. Yapılan anlaşma ile Libya'nın meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni güçlendirmenin yanı sıra meşru hükümetin hükümranlık hakları olduğunu gösterdik; hem de Libyalı kardeşlerimize en az dört Kıbrıs adası büyüklüğünde deniz alanı kazandırdık. Libya bu durumdan son derece memnun.
Rumlar diğer bölgeleri nasıl gasp ettiyse, bu bölgeyi de Yunanistan gasp etmek istiyordu. Bu yüzden Libya-Türkiye arasındaki hatta Yunanlılar, Rumlar ve Avrupalılar "Türk kılıcı-Türk Kalkanı" dediler.
Filistin'e gelecek olursak, öncelikle Filistin'in güçlü ve uluslararası bir kimliğe kavuşturulması elzemdir. Filistin devlet olmasına rağmen devlet gibi bir muamele görmüyor; bu şekilde iki arada bir derede belirsiz bir statüde bırakılıyor.
Diğer taraftan Filistin'de müthiş bir insanlık dramı yaşanıyor. Gazze adeta açık hava hapishanesi haline getirildi. Hiçbir saldırı olmasa dahi abluka altında yaşamak çok zordur. İsrail denizden Filistin'e ulaşım olmasın diye açık denizde de önünü keserek orda bile hakkını yemiştir.
Bu noktada Filistin'in uluslararası kimliğini güçlendirecek hamleler gerekiyor. Yani Filistinlilere toprak kazandırmak ve vatanlarını büyütmek lazım. Lütfen toprak denilince aklınıza yalnızca kara toprağı gelmesin. Denizin altındaki toprak da buna dahildir ve vatanın bir parçasıdır.
Ancak her zaman dediğimiz gibi bizim merkezimiz Türkiye'dir ve ülkemizin de fayda sağlayacağı bir çözüm üretilmelidir. Bugüne dek Filistin'le böyle bir anlaşma yapılması Mısır dahi hiç kimse tarafından öne sürülmedi. Ama bunu bizim öne sürmemiz ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hakkımızı almamız lazım.
Uluslararası Deniz Hukuku Sınırlandırma Teknikleri ve Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırma Tekniklerine göre Türkiye'nin Libya'yla da, Filistin'le de, Mısır'la da, İsrail'le de, Lübnan'la da, Suriye'yle de karşılıklı kıyılarımız vardır.
"Uzun vadeli düşünmek lazım; bu anlaşma gelecek nesillerin anlaşmasıdır"
Nasıl ki Libya ile yapılan anlaşmadan sonra, uluslararası arenada Libya'daki Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin görünürlüğü ve etkisi arttıysa, aynı anlaşmanın Filistin ile yapılacak olan simetriği de Filistin devletinin görünürlüğünü ve etkisini artıracaktır. Bu anlaşma Filistin'le de yapılabilir ve bunun sonucunda Türkiye 10 bin km2 deniz alanı, Filistin de yine 10 bin km2'lik bir deniz alanı kazanır.
10 bin km2'lik deniz alanı Filistin'in topraklarının ikiye katlanması ve iki kat daha büyümesi demektir. Aynı zamanda bu deniz alanında balıkçılık yapılabilir ve bu balıkçılıktan Filistinliler yararlanır ve bu deniz alanından çıkartılacak doğalgaz/petrolden de Filistinliler kazanır.
"Efendim şimdi orada abluka var", "Orada şu engel var, bu engel var", "Onlar balık avlayamazlar, imkan yok" gibi laflar kısa vadeli düşünceler. Çok uzun vadeli düşünmek lazım; bu anlaşma geleceğin anlaşmasıdır! Gelecek nesillerin anlaşmasıdır! Filistin'in bugünkü nesillerinin gelecek nesillere bırakacağı çok kıymetli bir servettir ve bir güvenlik aracıdır.
Anlaşma konusunda aklımıza takılan sorulardan biri şu olabilir: 'Filistin nasıl anlaşma imzalar; Filistin bir devlet mi ki bir anlaşma imzalasın?'
Bu soru kasıtlı ve yanlış bir soru olmasının yanı sıra, eksik bilgi ya da cehaletten kaynaklanmaktadır. Hele hele bunu bir Türkün sorması son derece üzücü olur.
Sebebi şu, devletler hukukunda bir devletin devlet olabilmesi için 1933 yılı Montevideo Sözleşmesi'ne (devletler arası sözleşmesi) göre, ülkesinin olması lazım; sınırları belli bir toprak parçası olması lazım ve onun üzerinde halk niteliği kazanmış insan toplumunun yaşaması lazım; yani dilleri, dinleri, inanışları, örfleri, adetleri, duyguları bir insanların yaşaması lazım ve bunun üzerinde bir yönetim, otorite olması lazım.
Filistin'in bir yönetimi ve otoritesi var. Halk niteliği kazanmış olmasına gelirsek, bu kadar eziyete rağmen birlik-beraberliğini muhafaza etmesi ve birlikte hareket etmesinden hareketle, 'Filistin dünyada en kuvvetli halk niteliği kazanmış insan topluluğudur' diyebiliriz.
Peki, ülkesinin olması? Filistin'in bir sınırı var, zaten tartışmalar da bu sınırlar vesilesiyle değil mi; 1967 sınırlarına dönülsün ya da dönülmesin… Mevcut haliyle bile Filistin bir devlettir. Tanınma diye bir şart yoktur. Ayrıca bir devletin tanınması, devlet olduğunun tescili anlamına gelmez. Tanınmak, istenilen, arzu edilen bir durumdur; ama bir şart değildir.
Diğer yandan Birleşmiş Milletler'e üye olup olmaması da bir devlet olup olmamasına kriter teşkil etmez. Çünkü her devlet, Birleşmiş Milletlere üye olmak durumunda değildir.
"Peki, şimdi nasıl olacak?" denilebilir. O zaman şu soruyu sormak gerekir: Birleşmiş Milletler'e Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) üye mi? Değil. Üstüne üstlük Filistin Birleşmiş Milletler'de gözlemci statüsünde üyedir ve Filistin bu bağlamda KKTC'den de bir adım öndedir.
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni Türkiye'den başka tanıyan mı var? Yok. O zaman KKTC bir devlet değil mi?.. Öyle şey olur mu?!. Hem bürokrasiden hem akademiden bunu söyleyenler olacaktır. Bunu söyleyenlere şunu söylemek gerekir; o zaman 2011 yılında Türkiye'nin KKTC ile yaptığı kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşmasını yok mu sayacağız?.. O zaman biz o anlaşmayı nasıl imzaladık?
KKTC ile bir anlaşma imzalayan Türkiye, Filistin ile de hayli hayli bir anlaşma imzalar. Bunun önünde hiçbir hukuki ve siyasal engel yoktur. Zaten iki gün önce yürürlüğe giren Türkiye ve Filistin arasında iş birliğini içeren anlaşma da, Filistin ile anlaşma yapılabildiğinin teyididir.
"Filistin Türkiye'nin denizden komşusudur"
Filistin'i 140'ı aşkın devlet tanıyor şu anda. Filistin'in ABD ve Yunanistan dahil olmak üzere birçok yerde büyükelçisi var. Türkiye'de büyükelçiliği var. Böyle bir durumda Filistin'in bir devlet olmadığını söylemek abesle iştigal olur. Aynı zamanda Filistin Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na İsrail ile beraber üyedir.
Bu şu anlama gelmektedir; demek ki Filistin bir devlettir. Doğu Akdeniz'e de kıyısı vardır ki, Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na da üyedir. Bu nedenle Doğu Akdeniz'e kıyısı olan bir devlet durumundaki Filistin ile anlaşma imzalamamıza kimse hukuken karşı çıkamaz.
"Efendim, buna İsrail itiraz eder, Mısır itiraz eder…" diyenler de çıkacaktır. Bizim çizdiğimiz harita, bir stratejik hamle haritasıdır. Libya ile çizdiğimiz hat, nasıl Mısır'a tevdi ettiğimiz koordinatlara dokunmadan çizildiyse -ki dokunabilmesi de mümkünken o şekilde çizildiyse- Filistin ile çizdiğimiz hat da ne şu anki mevcut Mısır'ın alanına girer, ne de İsrail'n mevcut alanına girer.
O bakımdan İsrail'in, şu andaki mevcut alanlarına girmediği için itiraz etmeleri söz konusu olmaz. Ancak yine de mevcut İsrail politikasından kaynaklı itiraz sesleri yükselebilir.
Bu, şu demektir; aslında Filistin ile yapılan anlaşma, İsrail ve Mısır'ı da Türkiye ile anlaşma yapmaya teşvik eder. Çünkü onlara deniz alanı kazandıracak bir öneri sunar ve herkesin kazandığı bir çözüm olur.
Kaybeden kim olur; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi. Nereden kaybeder peki? Daha önce hukuksuzca, hile gasp ettiği alanları kaybeder. Yani gasp edilen alanlar Türkiye vasıtası ile asıl sahiplerine rücu ettirilir. Özü budur.
- Ülkelerin deniz komşuluğu ne gibi kazançlar sağlar?
Ülkelerin denizden komşu olması son derece önemlidir. Birinci husus, karadan komşu olmakla denizden komşu olmak aynı şeydir. Bu zihniyeti önce yerleştirmemiz gerekiyor. Kara ne kadar kıymetliyse deniz de o kadar kıymetlidir. Onun için karadan komşu olanda yaşananlar beni ilgilendiriyorsa, denizde komşu olanda da ne oluyorsa beni ilgilendirir.
İkinci husus ise, Türkiye tarihi coğrafyasıyla denizden köprüler kurmalıdır. Nasıl Libya ile köprüyü kurduysak ve bir kuşak oluşturduysak, nasıl Çin'in 'Bir Kuşak-Bir Yol Projesi' varsa, Türkiye'nin de böyle bir projesi denizden olmalıdır.
Türkiye Libya ile denizden bir köprü kurmuştur. Türkiye Filistin ile de denizden bir köprü kurmalı ve bir komşuluk oluşturmalıdır. İşte o zaman komşunuzda olan sizi nasıl enterese etmez! Suriye'de olan beni nasıl enterese ediyorsa, Libya'da olan da Filistin'de olan da beni enterese eder!
- Daha önce Şalom'a verdiğiniz röportajınızda "Türkiye ile İsrail arasında imzalanacak deniz yetki alanı anlaşması her iki ülkenin de çıkarınadır" dediniz. Sizin önce söylediğiniz şey İsrail ile bir deniz anlaşması imzalanmasıydı, şimdi aynı şekilde Filistin ile de bir anlaşma imzalanması gerektiğini söylüyorsunuz. Türkiye bu noktada İsrail ile Filistin arasında stratejiyi nasıl belirlemeli ya da nasıl bir denge politikası yürütmeli?
Bu konunun yıllarca süren alt yapısı ve arka planını bilmeyen ya da bilmek istemeyen bazıları şu şekilde algı oluşturmaya çalışıyorlar: "Cihat Yaycı, Filistin sorunu ortaya çıkınca böyle bir fikirle ortaya çıktı."
Bu bir algı operasyonudur. Çünkü medyada çıkan haberlerimizde ve röportajlarımızda bundan iki sene öncesine giderseniz "Türkiye, Filistin'in denizden komşusudur" ifadesini kullandığımı ve İsrail'le yapılacak anlaşmanın, aynı zamanda Filistin'le de yapılacak bir anlaşma olacağını söylediğimi görürsünüz.
Ben bu makaleyi, 2012'de yazdım. Ama son yaşanan Filistin sorunuyla birlikte ne kadar kullanılabilir bir argüman olduğu bilinciyle şimdi tekrar güncel hale geldi. Fakat iki sene önce zaten mottomuz "Türkiye, Filistin'in denizden komşusudur" idi.
İsrail de Türkiye'nin denizden komşusudur; Mısır da Türkiye'nin denizden komşusudur, Lübnan da Türkiye'nin denizden komşusudur. Nasıl Libya, Türkiye'nin denizden komşusuysa!
Yapılacak Filistin Anlaşması İsrail ve Mısır'ın da bize yaklaşmasını ve anlaşma yapmamızı teşvik eder. Ama bizim anlaşma yapmak gibi öyle bir zorunluluğumuz yok. Şu mantığı iyi oturtmak lazım. Ben bunu tüm röportajlarımda da söyledim; İsrail sanmasın ki 'Türkiye, İsrail'e muhtaç'…
- Evet, burada o dikkatimi çekti "Bütün bu olanlar, Türkiye'nin İsrail'e muhtaç olduğu anlamına gelmez" diyorsunuz.
Gelmez. Ben İsrail'deki gazeteye de aynı şeyi söyledim: "Sakın ola ki; 'Türkiye, İsrail'e muhtaç', 'İsrail anlaşma yaparsa Türkiye deniz alanı kazanır'… diye düşünmeyin!" Öyle bir şey yok. Türkiye Münhasır Ekonomik Bölgesini (MEB) ilan eder, isteyen gelir bizim sınırımıza yaklaşır ve kendisi deniz alanı kazanır, isterse de "Ben istemiyorum bunu; Rumlara veriyorum" der. O da kendi bilecekleri iş!
"Ben istemiyorum, bunlar İsraillilerin olmasın, Mısırlıların olmasın, Rumların olsun" diyorlarsa, e olsun onların; bize ne. Biz Münhasır Ekonomik Bölgeyi ilan ederiz, onun ardından konjonktür uygun olduğunda anlaşmayı imzalarız.
- Yani bu noktada hangi ülke kendi çıkarı doğrultusunda hareket ederse o kazanır, diyorsunuz…
Tabii ki. Biz herkese hakça bir paylaşım öneriyoruz. Kendi ülkelerinin insanlarının gelecekleri için bir hakça paylaşım önerisi. O yüzden gerek Filistin, gerek İsrail, gerek Mısır, gerek Lübnan, gerekse Suriye, eğer kendi ülkelerinin gelecek nesillerinin çıkarları için birtakım deniz alanlarının kazanılmasını istiyorlarsa, Türkiye'ye yaklaşmalıdırlar. Türkiye ile iş birliği onların menfaatinedir.
Bakın Rumlar Lübnan'ı, Mısır'ı ve İsrail'i zaten kandırmış. Küçücük kıyısıyla, İsrail'in dört katı büyüklüğündeki kıyılarına rağmen eşit paylaşım yapmışlar. İsrail uyandı tabi. Biz bu makaleyi yazdıktan sonra İsrail "Biz nasıl böyle dolandırıldık", "Bu anlaşmayı kim imzaladı" şeklinde manşetler attı, ortalık yağa kalktı.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin de belli bir olumlu seyri başlamıştı ve İsrail Rumları masaya çağırarak 'Biz bu 2010 anlaşmasını gözden geçirmeliyiz' dediler. Ve İsrail bundan 1 buçuk ay önce 12 numaralı parselin bir kısmını geri aldı. Ancak son Filistin saldırılarının ardından Türkiye ile ilişkiler yeniden gerildi.
Aynı şekilde Mısır kamuoyuna da Rumlar tarafından nasıl kandırıldıklarını, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaptıkları anlaşmanın detaylarını ve Türkiye ile anlaşmaları durumunda neler ne kadar deniz alanı kazanacaklarını çok iyi anlatmamız gerekiyor. Ben bu konuyla ilgili Al-Jazeera Arapça'ya bir röportaj verdim. Anlattıklarım ciddi gündem oluşturdu ve Türkiye ile Mısır'ın yakınlaşmasını sağladı.
Unutmayın! Her ülke kendi menfaatleri doğrultusunda hareket eder!
- Konuyu mevzu bahis ülkelerin medya kurumlarında ayrıntılı şekilde açıkladığınızı söylediniz. Özellikle Filistin modeli oldukça dikkat çekti. Başta Filistin olmak üzere diğer ülkelerin siyasilerinden tarafınıza çalışmasını yürüttüğünüz model ile ilgili görüşme talebi geldi mi?
Bir kere şunu söyleyeyim, Türkiye ile iş birliği yapan kazanır. Türkiye'ye yaklaşmak onların faydasınadır. Türkiye bölgede çok güçlü bir devlettir. Türkiye demokrasisi güçlü, kurumsallaşmış, büyük bir devlettir.
Ve Türkiye'nin, hiçbir ülkenin toprağında, suyunda en ufak gözü yoktur. Türkiye hakça paylaşım taraftarıdır. Hukuka uygun paylaşım taraftarıdır. O yüzden Türkiye ile anlaşma yapan kazanır.
Böyle bir durumda Türkiye, herkesin şu anda sahip olduğundan daha fazla bir deniz alanını onlara teklif ediyor. Bundan daha adilane bir durum olabilir mi? Türkiye'nin nasıl hakka, hukuka riayet ettiğinin göstergesi budur.
İsrail'de Tel Aviv Üniversitesi'nde makalemiz yayımlandı. Filistinli dostlarımızdan konuyu soranlar oldu. Ancak Türkiye'den henüz bir yetkiliyle hiçbir şekilde irtibatım olmadı, görüşmedik.
Aslında kağıt üzerinde yapılan bir anlaşma olarak görülebilir ancak bu durumun "kuvvet çarpanı" etkisi doğuracağı kesindir. Bun anlaşmayı yapmak, Filistin'e 10 tane gemi vermekten çok daha önemlidir.
Cihat Yaycı'nın bu açıklaması nedeniyle Yunan Dışişleri Bakanı apar topar Filistin'e ve İsrail'e gidiyorsa -tabi Filistin Dışişleri Bakanı Yunan mevkidaşını kabul etmemiş- ve bu açık bir şekilde kamuoyunda duyuruluyorsa, bu anlaşmanın bölgede dengeleri değiştirecek önemli bir stratejik hamle olduğunun kanıtıdır.
Bakın etkisini düşünebiliyor musunuz? O güne kadar İsrail'i destekleyen, "İsrail'in kendini koruma hakkı vardır" diyen ve Filistinlilere yaptığı zulmü destekleyen Yunanistan, bir anda çark etmek durumunda kaldı.
Demek ki böyle bir teklifin ağızdan çıkması dahi, henüz anlaşma olmaksızın Filistin'e destek sağlayabiliyor. Diğer taraftan İsrail uluslararası arenadan destek alıp daha da zalim olurken, bir anda o destek çekilebiliyor. Bu çok önemli bir kırılma noktasıdır. Bunun görülmesi lazımdır. Eğer Filistin'e destek olmak isteniyorsa, hakikaten bu anlaşma konusu çok önemlidir!
Bizim Libya ile yaptığımız anlaşma kağıt üzerinde bir anlaşma idi değil mi?.. Biz oraya gemileri dizmedik, denize bir çit çekmedik, oraya bir sınır taşı koymadık; hatta hiçbir şey koymadık; öyle yalın bir koordinat. Ama Yunanistan Dışişleri Bakanlığı ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yetkililerini harekete geçirmeye yetti. Hem de dünyayı ayağa kaldırarak!
- Uluslararası arenada, Filistin Devletinde muhataplık konusunda ikilik yaşandığına dair algı yürütülüyor. Peki, Türkiye'nin böyle bir anlaşma yapması durumunda Filistin'deki muhatabı kim olacak? Hamas mı El-Fetih'mi?
Uluslararası muhataplık konusunda El-Fetih ve Hamas konusunda karışıklık varmış gibi davranmak, kasti bir algı operasyonudur. El-Fetih ve Hamas diye iki parti olabilir, iki değil beş parti de olabilir, muhalefeti olabilir, Türkiye'de yok mu? Allah korusun Türkiye'ye bir saldırı olması durumunda herkes tek yumruk oluyor. Filistin'de de aynı şekildedir.
Burada önemli olan husus şudur; Filistin mevzu bahis uluslararası bir anlaşmaya karşı tek yumruktur. Resmi anlaşmalar Filistin'deki yetkili makam kimse onla yapılır. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas mı, o zaman onunla; Gazze'deki Başbakanın bunu imzalamaya yetkisi var ise onunla. Muhatabımız gayet net, anlaşma yetkili makam kim ise onunla yapılacaktır.
Yani sanki Hamas ve El Fetih ayrılmış da bölgeleri de ayrılmış gibi bir durum söz konusu değildir. Bölgedeki tek sorun işgal politikalarının yansımalarından kaynaklanmaktadır, bölünmüş bir yapıdan değil! Filistin'in ruhu birdir!
- Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin Doğu Akdeniz'deki ülkelerin neredeyse tamamını kandırdığından bahsediyorsunuz. Bu nasıl mümkün olabilir ve bu uydurma siyasetleriyle bölgede neyi amaçlıyorlar?
Şimdi Yunanistan, kara yüzölçümünün 10 katı deniz alanı istiyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kara yüzölçümünün neredeyse 30 katı deniz alanı istiyor. Türkiye ise kara yüzölçümünün yarısından biraz fazla deniz alanı istiyor; hem de Doğu Akdeniz ile birlikte Karadeniz, Marmara ve Ege de dahil buna.
Türkiye'ye 2280 km2 kıyı uzunluğu ile 41 bin km2 deniz alanı reva görüyorlar. Yunanistan'ın buralarda kıyısı yok. Adaları da zaten anakarası olan bir devlet adalarını da hesaba katsak 167 km. Türkiye Yunanistan'ın kıyı uzunluğunun tam 14 katı.
Yunanistan 100 bin km2, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 150 bin km2 alırım diyor. Ancak en uzun 14 katı uzunluğa sahip Türkiye'ye sen 41 bin km2 alacaksın diyorlar. Böyle bir adaletsizlik olabilir mi? Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan Mısır'ın deniz alanlarını çalmışlardır.
Kıbrıs Rum yönetimi sadece Mısır'ın değil İsrail'in, Filistin'in, Lübnan'ın ve Suriye'nin deniz alanlarını çalmıştır. Bunun kabulü mümkün değildir. Bizden söylemesi. Onlar da bunu dinlesinler ve görsünler.
"Türkiyesiz bir Doğu Akdeniz, Türksüz de bir Kıbrıs istiyorlar"
Amaç Türkiye'nin büyümesinin engellenmesi. Ülkemizin büyümesindeki en büyük engel de enerji. Enerji kaynakları da Doğu Akdeniz'de olduğu için Doğu Akdeniz'e sahip çıkmasının engellenmesi, Türkiye'nin büyümesinin engellenmesi demektir.
- Anlattıklarınızı bütünüyle değerlendirdiğimizde aslında Türkiye'nin Ortadoğu'da dengeleri değiştirecek ve kendi varlığını koruyacak kritik hamleleri bu tarz anlaşmalarla yürütebileceğini görüyoruz. Stratejik adımları atarken nelere dikkat etmeliyiz?
Bakış açımızın şu şekilde olması lazım; 'Türkiye'ye ve komşumuza faydası olacak çözüm ne?' Biz gerginlikten yana değiliz Batıya bir Türk kalkanı çeken Türkiye, şimdi de Doğuya bir Türk kalkanı çekerse Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Yunanistan'ın oyunu bozulacak.
İşte bu yüzden Türkiye'de Filistin ile anlaşma yapılmasına itiraz edecek olanlar, bu işi yokuşa sürecek olanlar arkalarında AB, Yunan ve Rum lobisi olanlardır. Çünkü başka kimse zarar görmeyecek, kaybeden sadece onlar Zaten bunun açık göstergesi bahsettiğim üzere Yunan Dışişleri Bakanının apar topar Filistin'e gitmesidir.
Diğer taraftan Yunan, Rum lobisi ve arkasındaki AB Lobisi maalesef siyasette, akademide ve bürokraside çok güçlüdür. Çok stratejik davranmalı ve dikkatli olmalıyız. Siyaseten bu gruplara be kadar yaklaşırsak yaklaşalım, büyümemizi asla istemezler, fırsat buldukları anda arkamızdan vururlar. Bunun için milli menfaatlerin öne çıktığı, milli bir duruş şarttır!
"Türkiye dik durarak kazanacak"
Biz milli meselelerde hakim rolüne bürünmemeliyiz, milli menfaatlerimizi savunan avukat olmalıyız. Bizde iki grup insan çıkar ve genelde birinci grup ağır basar. Nasıl olmaz, bunun önünde ne gibi engeller olur diye olaylara hep olumsuz yönden bakarlar. Bu yüzden diplomaside bir türlü kalıplaşmış yapı ile proaktif adım atamazdık. Ta ki Libya Anlaşmasına kadar!
Filistin ile karşılıklı kıyımız yoktur diyen, Libya ile de yoktur demek istiyordur. Libya ile karşılıklı kıyımız olduğunu kabul eden, Filistin ve İsrail ile de karşılıklı kıyımız olduğunu kabul etmek zorundadır. Bu çok nettir ve hukuki hakkımızdır. Filistin ile Türkiye arasında imzalanacak bu anlaşma, aynı Libya Anlaşması'nda olduğu gibi, Türkiye'nin Orta Doğu'da oynanmak istenen oyunu bozduğu müthiş bir stratejik bir hamlesi olacak.
© The Independentturkish