Kadın cinayetlerinin ekonomi-politiği

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Türkiye akıl almaz manzaraların yaşandığı tuhaf bir ülke haline geldi. Kadın cinsi, uğradığı şiddet dolayısıyla günde üç cenaze kaldırıyor. Bildiğimiz kadarı bu…

Hemen belirteyim, sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada kadına yönelik şiddet artış eğiliminde. Bu bilimsel bir kesinlik.

Peki, sebep ne?

Dünya açısından konuşursak, kadına şiddetin artışındaki en önemli sebep olarak, kadının işgücüne katılım oranının artışı görülüyor.

Ekonomik bağımsızlığına kavuşan kadın erkeğe muhtaç olmaktan kurtuluyor, erkek ise boyunduruğu elinden bırakmamak için saldırıyor.

Evet, kadınların hâlâ iş hayatında ayrımcılığa uğruyor olması bir sorun.

Düşük nitelikli işlerde, kötü koşullarda istihdam ediliyorlar ama kadınların yarısı bir biçimde çalışıyor, kendi parasını kazanıyor ve bu başlı başına bir özgürleşmenin, daha doğrusu erkek egemenliğine karşı bir özgürleşme ihtimalini sorgulamanın kapısını açıyor.

Binlerce yılın erkek egemenliği de buna bir yanıt veriyor: Şiddet artıyor…


Ya Türkiye?

Ne var ki, Ortadoğu ve özelde Türkiye bu genellemeye uymuyor.

OECD ülkeleri içinde kadının işgücüne katılım oranı açık ara en geri olan ülke Türkiye. Geçen yılın TÜİK verilerine bakılırsa, kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 26 civarında.

Yüzde 55'e yakın olan OECD ortalamasının yarısından bile az. Dünya ortalaması da yüzde 50'ye yakın.

Üstelik Türkiye'de bu konuda tam bir gerileme yaşanmış. 1990'da kadının işgücüne katılım oranı neredeyse yüzde 35'ti. Şimdi 10 puana yakın bir gerileme görüyoruz.

O halde Türkiye'de kadınları öldüren başka bir sorun olmalı.


Kanlı bir karşıdevrim

Açık konuşalım, Türkiye'de kadınlar ideolojik, kültürel ve politik bakımdan topyekûn bir saldırı altında.

Bunun çok basit bir geri planı var: İşçilerin gerçek anlamda sendikalaşamadığı, grevin ve hak arama mücadelelerinin zor yoluyla bastırıldığı, yolsuzluğun genelleştiği, hukukun muktedire bağlandığı, sermayenin dizginsizce bir sömürü yürüttüğü, doğanın talan edildiği bir toplum inşasının en önemli ayağı, kadının toplumsal olarak görünmez kılındığı, itaate zorlandığı bir kültür ortamı yaratmaktır.

Bir toplumdaki özgürlüğün ve demokrasinin seviyesini, kadının özgürlüğüyle ölçebileceğimizi düşünüyorum.

Kadının toplumsal hayatta görünmezliği ile itaatin evde öğretilmesi, baskının ailede kurumsallaşması mümkün hale gelir.

Kadın "yerini bilecek", gelir dağılımı eşitsizliğinin her geçen gün daha da derinleştiği fukara ülkede sermayeye ucuz işgücü üreten bir kuluçka makinesine dönüşecek!

İktidarın bu yönelimi toplumdaki yoksullaşma ve lümpenleşmeyle birleşince kadınlar kıyma makinesine atılmış gibi oluyor.

Kadınlar öldürülüyor, acımasızca şiddet görüyor, tecavüze uğruyor. Böyle bir kan devrimlerde ya da karşıdevrimlerde dökülür.

Kadının Türkiye'deki tüm kazanımlarına yönelik kanlı bir karşıdevrim yaşanıyor.

Bu süreç, toplumsal yaşamda hem daha fukara, hem daha tımarhanelik bir hale doğru gidişi, sürekli küme düşmeyi ifade eder.

"Halk", bir avuç vurguncunun ve tabii uluslararası şirketin alabildiğine sömürdüğü şekilsiz ve şuursuz bir kütleye dönüşür…


"Ecdat"tan ders almak

Malum, mevcut iktidar kendisini "ecdat" dediği Osmanlı'nın bir çeşit mirasçısı sayıyor. Yüksek rakımlı mevkilerdeki saray düşkünlüğü, bu kabulün yansıması olarak görülebilir.

O halde, Osmanlı'nın çürümesi ve çöküşünden birkaç hatırlatma yapmamız faydalı olabilir…

Osmanlı padişahları içinde Avrupa seyahati yaparak başka toplumların yaşayışını kendi doğallığı içinde gözlemleyen ilk padişah Sultan Abdülaziz'di.

1861'de tahta çıkan Sultan Abdülaziz'in 1867'de çıktığı bu yolculuğu, tarihçi Cemal Kutay kendi arşivinden yola çıkarak hazırladığı 47 Gün - Sultan Abdülaziz'in Avrupa Günlüğü adıyla bir "seyahatname" halinde yayımlamıştı. (abm Yayınevi, 2012)

Önce Cemal Kutay'ın kitabın önsözünde kaleme aldığı şu satırları okuyalım:

Matbaayı iki yüz yetmiş yıl sonra benimsemiştik. Buharı devlet kabul etmiş, halk ürkmüştü. Üzerine bastığımız medeniyet anlayışı devrini tamamlamıştı. Sultan İkinci Mahmud'un 1830 yılında, Moskofların nasıl güçlenerek Osmanlı devletini gerilettiğini anlamak için Rusya'ya gönderdiği eniştesi Damad Amiral Halil Paşa şöyle diyordu:

'Şevketmeap... Bizde şehirlerde kadın kafes arkasındadır, erkek meydandadır. Köylerde ise kadın tarladadır, erkek kahvelerdedir. Yani bizim nüfusumuz milli hayatta daima yarımdır, tam değildir. Avrupa'da ise kadın da, erkek de, umumi yaşama içinde kıymettirler ve her ikisi birleşerek MİLLET'i teşkil ediyorlar. Bizler önce bu ayrı iki yarımdan Bir Tam çıkarmaya mecburuz.'

Sultan Aziz, 1867 Paris Milletlerarası Sergisi'nin şeref misafiri olarak, Osmanlı padişahları içinde İLK TACİDAR hüviyeti ile Batı'yı ziyaret ederken, ülkesindeki manzara, Amiral Halil Paşa'nın 1867'den 37 yıl önce çizdiğinin AYNI idi.


Bir de, kitabın önemli bir bölümünü oluşturan Hafız Ömer Faiz Efendi'nin Ruzname'sinden bir alıntı yapmama müsaade edin lütfen:

İşte, bugün, 1 Temmuz 1867 Pazartesi... Öğleden sonra saat dört buçukta Paris'e girdik. Bir beldenin halkı ne demektir, burada gördüm: Kadın-erkek, yaşlı-genç-çocuk... Hepsi bir arada kaynaşmış gibi.

Bakışlarına dikkat ettim: Evvela kılığımızla, giyim-kuşamımızla alakalılar. Aradaki farka rağmen, diyebilirim ki bizimkilerin hususiyeti onlarda yok. Fakat onlar basitlik içinde daha rahat giyiniyorlar. Mesela kafalarındaki şapka, güneşten kendilerini daha iyi koruyor. Biz fesler altında buram buram terliyoruz. Bu şapkalar kışın yağmur ve soğuktan da korur.

Asıl dikkatimi çeken kadınlarının kıyafeti... Yüzleri açık, bedenleri istedikleri gibi hareket ettirecek fistanlar içinde. Anlaşılan MİLLET denince, umumi hayata erkeği kadını, kızı çocuğu beraberce iştirak edebilen toplulukları kasdetmek lazım. Bizim kadınlarımız, evlerinin dışında olan-biteni göremiyorlar ki yaşadıkları dünyanın eb'adı hakkında fikir sahibi olsunlar...


Osmanlı'da kadın uzun süre Ortaçağ Avrupa'sına göre çok daha iyi bir konumdaydı. Sonra, pek çok başka etkenin yanı sıra, üretmeyip yağmalama, softalaşma ve kadının daha fazla baskılanması Osmanlı'yı toplumsal bakımdan çürüttü.

Bugün yaşananlara bir de bu gözle bakmanızı isterim. Türkiye'nin yakın gelecekteki iktisadi, siyasi ve ahlaki çöküşünün ipuçları Osmanlı'nın iflasında gizli olabilir zira.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU