Rusya-Türkiye ilişkilerinin askeri, siyasi ve ekonomik yönleri daha fazla kimseyi ilgilendiriliyor.
Bu ilişkiler Rus yöneticilerinin 1991 sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ni dağıtmak gerektiği kararına varmalarından sonra canlandı.
Bu karar sonucunda 15 bağımsız devlet ortaya çıktı. Aslında bu konuda Sovyet basınında hiçbir tartışma olmamıştı.
Şu andaki Rusya Federasyonu'nun dış politikasına derinlemesine bakıldığında SSCB'nin zaaflarından kurtulduğu pek söylenemez. Siyasetlerini Rus halkının üstünlüğü üzerine kurmuş bulunuyorlar.
Aslında bu kompleks bir hayli ülkede mevcut. Ancak Rusya'nın nükleer gücü bu üstünlük iddiasını tehlikeli hâle getiriyor.
Soğuk Savaş bittikten sonra Moskova, NATO ülkeleri ile de iyi ilişkiler kurdu. Zaten doğalgaz boru hatları bağlamında ekonomik ilişkiler çoktan vardı.
İlginç ilişkilerden biri Türkiye ile kurulanı oldu. Tarihte on bir büyük savaşa sahne olan Osmanlı-Rusya ilişkileri, modern dönemde Stalin'in Boğazlarda, Kars ve Ardahan'da hak talep etmesi Türkiye'yi, ABD ile yakınlaşmaya ve 1952 yılında NATO üyesi olmaya götürmüştü.
O günden bugüne çok sular aktı. Bazı yüksek rütbeli subaylarımız ABD'den beklenenleri alamayınca Rusya ile yakınlaşma politikasını savunmaya başlamışlardı.
1991 sonu itibarıyla bağımsız olan Türki Cumhuriyetler Ankara'yı da yeni duruma uyum sağlamaya götürdü.
Bu aynı zamanda Rusya Federasyonu ile yakınlaşmak demekti. Çünkü orada da Türk kökenli haklar mevcuttu.
Onların özerk cumhuriyetlerinden de temsilciler gelmeye başladı. Moskova bu ilişkilere hiçbir engel çıkarmadı.
Bu uzun vadeli bir politikanın gereği miydi? Yoksa 70 yıl Demir Perde arkasında yaşamaya zorlanan Sovyet vatandaşlarına, akıllarına bile getiremeyecekleri bu serbestlik neden verildi?
Ancak iyi giden ilişkiler Türkiye'nin Kasım 2015'te bir Rus savaş uçağını düşürmesi ile bozuldu.
30 Kasım 2015'te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye'yi İŞİD ile cazip petrol ticaretini korumak için bir Rus savaş uçağını düşürmekle suçladı.
Bu olay Orta Asya'daki Türki cumhuriyetleri de zor durumda bıraktı. Hiçbiri eski kolonyal patronları ile bozuşmak istemiyordu.
Türkiye ise bu olay dolayısıyla bu cumhuriyetler ile ilişkilerin kötüye gitmesinden endişelendi.
Öte yandan iki ülke arasında sakinleşme emareleri güçlenirken Rus Büyükelçi Karlov, bir sergi açılışına bir tetikçi tarafından vuruldu.
Eskiden böyle olaylar savaşa neden olurdu. Moskova bu olayı düşük profilde yorumladı. Bu da ilginç bir gelişme idi.
Anlaşılan Moskova ilişkileri normalleştirmenin kendi politikaları için daha yararlı olacağını düşünmüşlerdi. Pek de haksız çıkmadılar.
2017 sonlarında ilişkiler tekrar normalleşti. 13 Kasım 2017'de Erdoğan ile Putin Soçi'de buluştular ve Putin "İlişkiler eski normaline döndü" dedi.
Moskova Ankara'yı neden bu kadar kolay affetti?
Bunun nedeni kısa süre sonra anlaşıldı. Çünkü 2018'de Türkiye, Rusya'dan S-400 savunma füzeleri satın alma anlaşması yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu tercihe gerekçe olarak ABD'nin tutumunu gösterdi. 12 Haziran 2018'deki beyanında şu sözleri sarf etti:
F-35'te 800 milyon dolar biz ödedik. S-400'lere gelirse, kusura bakmasınlar, bizim S-400'leri alıp da ambara koyacak halimiz yok. Gerektiğinde S-400'leri kullanacağız. Bunlar savunma sistemleridir. Biz Amerika'nın eline mi bakacağız. Biz artık bıktık.
Böylece Moskova'nın umduğu gelişmeler gerçekleşmeye başlamıştı. Ankara Washington ile ilişkilerinde köklü bir değişiklik yolunu seçmiş oldu.
Washington ve diğer NATO ülkeleri Ankara'dan S-400'lerden vazgeçmesini defaten talep etmelerine rağmen Türkiye bu siyasetinde katı durdu.
Kasım 2020'de gerçekleşen Azerbaycan-Ermenistan savaşında Ankara'nın doğrudan Bakü'ye destek vermesine Moskova ses çıkarmadı.
Putin-Paşinyan-Aliyev arasındaki ateşkes antlaşmasından sonra Rusya kadar Türkiye de kazançlı çıktı.
Rusya, Dağlık Karabağ'ı kontrol etme hakkını kazandı. Böylece otuz yıl sonra bölgeye tekrar girmiş oldu. Türkiye ise 1918'de terk ettiği bölgede askeri birlik bulundurma hakkı elde etti.
Moskova böylece Ankara'ya taviz vermiş oldu. Ancak bu karşılıksız kalmadı.
15 Ocak 2021'de Erdoğan'ın ikinci önemli beyanı ise şu şekilde olmuştu:
Bizim savunma sanayiine yönelik atacağımız adımları hiçbir ülke belirleyemez. Bu tamamıyla bizim alacağımız karara bağlıdır. Biz Rusya ile S-400 için birinci paketi halletmiştik, şimdi de ikinci paket devam ediyor. Ay sonu Rusya ile görüşmelerimiz olacak.
Gerçi Moskova, Ankara'nın her çeşit politikasını desteklemiyor. Libya'da ve Suriye'de Türkiye beklediklerine erişemedi; ancak Rusya Federasyonu ile bir yeni ittifak içine girdiği de gayet belirgin.
Bu ilişkilerde pragmatik gerekçeler kullanılıyor, soydaşlık veya dindaşlık gibi duygusal faktörler dikkate alınmıyor.
Rusya'nın Kırım'ı ilhakı, Rusya'da azınlık haklarının ciddi şekilde kısılması Ankara'nın gündeminde değil.
Tıpkı 'Çin'den Sinovak aşısı mı almalı, yoksa Çin'in içişlerine müdahale ederek Uygurları mı desteklemeli' ikileminde olduğu gibi. Pandemi şartlarında tabii ki aşı daha önemli oluyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish