Murat Murathanoğlu: Altyapılara radikal kararlar almadan çok potansiyelli çocuklar olsa da büyük oyuncu zor çıkar

Okan Can, Independent Türkçe için Murat Murathanoğlu ile konuştu

 

- Türk basketbolu deyince akla ilk gelen isimlerden birisiniz. Gerek maç anlatımında, gerek basketbol yorumlarınızla basketbolun hafızasının önemli kişilerinden birisiniz.

İyi mi kötü mü bilmiyorum ama… Yaşı da belirliyor biraz.


- Hayır, bence çok özel bir durum. Şimdi siz, sayısız maç anlattınız. 90'lardan sonra özellikle, çok büyük maçlarda görev aldınız. Baktığınızda Türk basketbolunun geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir ilerleme söz konusu mu?

Bir kere imkanlar çok farklı. Kulüplerin yatırımları -şimdi biraz düştü ekonomiden dolayı ama- onlar çok büyük boyutlara gelmişti, eskiye nazaran… Tabii ki bir ilerleme var, ama 'beklenen ilerleme mi' derseniz, kesinlikle hayır. 

79 jenerasyonunun 2001'de aldığı Avrupa Şampiyonası'nın ardından, 2010 Dünya Şampiyonası'na kadar çok inişli çıkışlı, tatmin etmeyen bir gelişme oldu. 

Yeni oyuncular daha çok çıkmalı diye düşünüyordum, ama altyapıyı iyi tanıdım, Başkent diye bir kulüp kurmuştum Bahçeşehir'de; niye hiçbir oyuncu çıkmadığını orada gördüm. Zaten herhalde o yıllarda çıkan en büyük oyuncu Furkan, o da bizde başladı Başkent'te.  

Altyapılara radikal kararlar almadan, radikal uygulamalar yapmadan zaten çok yetenekli, potansiyelli oyuncular, çocuklar olsa da büyük oyuncu zor çıkar.


- Şimdi buradaki temel sorun nedir; oyuncuların gelişiminde mi problem var, yetiştiricilerde mi problem var; yoksa buna ait bir yatırım mı ortada yok?

Bir problem olduğunu söylemek mümkün değil. Ama birçok problem var. Bir kere bir oyuncu potansiyelli olduğu zaman milli takımlar dahil sezon zaten oynanıyor, yaz başlıyor; hele çok yetenekliyse U16, U18, kamp, turnuva, kamp, turnuva… 

E bu çocuklar zaaflarını, eksikliklerini ne zaman giderecekler? Çünkü Milli Takım'a gittiği zaman takım antrenmanı, kendi kulübünde takım antrenmanı… E nasıl olacak bu? 

Bir de o kadar yoğun bir tempoda yaşıyorlar ki, bir yaşa geldiklerinde, bir parayı gördükleri zaman, memurlaşıyorlar ister istemez. Kendilerine hedef koymaktan vazgeçiyorlar veya tatmin oluyorlar. 

Menajerler çok büyük bir sorun. 14, 15 yaşındaki çocukların Menajerleri var. Daha 14 yaşında ne yapmış bu çocuk ki bu kadar ilgiyi, bu kadar parayı gerektiriyor?..

O açıdan birçok sıkıntı var. Ama tabi özünde şu var; oyuncu kendi isteği, kendi hırsı, kendi hedeflerini doğru koyduğu zaman, bütün engellere rağmen istediği yere gelebiliyor. Mehmet Okur, Kerem Gönlüm bunun örnekleri. İkisi de çok genç yaşta başladılar basketbola.

Furkan öyle… Furkan'ın ilk halini falan görseniz, şaşırırsınız. Ama çok çalışmakla, hedef koymakla istenilen seviyeye yaklaşılıyor. Geliniyor mu bilmiyorum, ama yaklaşılıyor.


- Peki, kulüp başarıları, özellikle son 10 yılda Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin Avrupa'da şampiyonlukları geldi ama bunun Milli Takıma yansıdığını düşünüyor musunuz? Kulüpler sanki biraz daha kendi içlerinde bu başarıları yaşıyorlar?..

Kulüplerde tabi yabancı sayısına göre o başarılar geliyor. Yani Efes'in ilk Koraç Kupası dışında diğer kupaların hiçbirinde, belki biraz da Sinan Güler diyebiliriz, Galatasaray'ın Eurocup Kupası'nda… Ama Ufuk'un, Tamer'in, Volkan'ın, Evliyaoğlu'nun Efes'e yaptığı katkıyla, diğer şampiyonalarda Türklerin yaptığı katkı çok farklı.

Ama ben burada koçları suçlamıyorum; oyuncu yoksa ne yapacak… Yani şimdi sen Euro Lig'e katılmışsın, 15 ile 30 milyon Euro arası bir bütçen var, oyuncu mu yetiştireceksin orada… 

Sen ancak belli bir seviyeye gelmiş bir oyuncuyu sistemine monte edersin, ufak tefek eksiklerini giderirsin. 

Ben mesela bu konuda hep Obradović'i suçlarlar; her Türk oyuncuya şans verdi, ama ısrar etmedi. Oyuncudan da bir geri dönüş almayı bekledi. 

İşte Melih mesela diğerlerine nazaran daha hırsla, daha çok çalıştı; 6-7 senedir Fenerbahçe'de. Ana parça mı; değil, ama yine de bir parça… Kimler geldi…


- Can vardı… Obradović'in transfer ettiği isimler…

İlk geldiğinde Oğuz vardı, Semih vardı, Emir vardı. Barış geldi, Serhat geldi, İzzet geldi, Can geldi, Kenan geldi… Berk Uğurlu zaten kendi altyapısından yetişti. 

Yani Türk oyuncuların da bir şeyi kendileri alması lazım. Fırsat verildiği zaman hem fizik hem kafa olarak hazır olmaları lazım. 

İşte Efes'te bile, zaman zaman Sertaç dışında, Doğuş'un tam bir belli kalıbı var, onun dışında orada da oynayan, katkı yapan bir Türk oyuncu yok yani.


- Peki, şöyle bir şey diyebilir miyiz: Hani bir algı vardır ya, özellikle "Euro Lig Eurocup'ta parası olan başarıyı alabilir." Bu tespit doğru mudur?

Bir kere iyi bir altyapın varsa, şans eseri iki, üç tane de iyi yabancı yakalamışsan, çok büyük paralar olmadan bir yere kadar geliyorsun. Ama şimdi yedi haftanın çift maç olduğu, kendi liginin oynandığı dönemde; Fenerbahçe'nin rekor kırdığı sezonu hatırla, sezon sonu geldiğinde takımın yarısı sakattı. 

Şimdi bu sene Fenerbahçe heyecan veriyor ama baktığın zaman 9'ncu, 8'nci oyuncudan sonra –ki onlar da burada tecrübelendi- hızla bir düşüş var. 

Geniş bir kadron olmadan bu fikstürü kaldırman mümkün değil. Ha Alman takımları ne yapıyor; öyle 1 milyon, 1 buçuk milyon vermiyorlar, 350, 500, 600… çok geniş bir kadro kuruyorlar. Alba gibi ters gelen bir basketbol oynamaya çalışıyorlar. 

Onlar gönüllü olduğu zaman beklenmedik bir galibiyet alıyorsun. Ama hedef şampiyonluksa mutlaka kadronun geniş olması lazım.

Şimdi bu sene mesela "Efes'in bütçesi yüzde 30 arttı" diyorlar, bence daha da fazla… E artacak tabi, çünkü Efes başarılı olunca, takımındaki oyuncuları herkes transfer etmek istiyor. Sen de onları tutmak istiyorsun. İster istemez maliyet artıyor.

Fenerbahçe ilk kurulduğu yıl 25-30 milyon euroya kurulmadı ki… O kadro başarılı olmaya başlayınca Ruslar onu istedi, öteki bunu istedi… E onları tutmak istiyorsun tabii ki.


- Peki, burada Euro Lig'e geçersek, para etmeyen bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz? Yani Euro Lig mali açıdan kulüpleri kazandırmıyor, bütçeler zarar ediyor…

Şimdi Euro Lig'in yönetimi, idare ediliş şekli, futbolla mukayese edildiği zaman rezalet bence. Şimdi futboldaki parayı basketbolda bulamazsın. Ama futbol 600 milyon euro dağıtıyorsa, sen de 100 milyon, 150 milyon Euro dağıt, takımları motive edecek bir hedef koy… 

1 milyon euroyu ne yapacak 25 milyon lira harcamış bir takım… O açıdan bunu devam ettirmeleri için, mutlaka ve mutlaka buna çözüm bulmaları lazım. 

Ben şeyi anlamıyorum, Fenerbahçe Obra zamanında rekor kırdı, 120 ülkede yayımlandı. Tamam da sen bunları bedava mı veriyorsun Çin'e, Japonya'ya… Bu ülkeler çok ciddi paralar ödüyor. Bir de basketbola meraklı ülkeler… Yani böyle devam etmez.

FIBA elini çabuk tutup, ilk şampiyonlar ligini kurarken, -FIBA'nın bence maddi sıkıntısı yok, Avrupa Şampiyonları, Dünya Şampiyonları, Olimpiyatlar… Ben 2010'da da görev aldım, 2001'de de. Yani bir kuruş para harcamıyorlar, Türkiye'ye harcatıyorlar hepsini.

O açıdan FIBA uyanık olsaydı, en başta mesela gruptan çıkanlara atıyorum 500 bin Euro, playoff yapanlara 1,5 milyon euro, ilk 16'ya kalana 2 milyon, 2,5 milyon… Oradan takım alırdı. Ya da Euro Lig derdi ki "Biz bunları tutamayız, tutmamız için de bunlara para vermemiz lazım." O zaman yapılan yatırımın da bir kısmını geri alırdı. 

E şimdi bu sene seyirci yok. 


- Bir çözüm üretmediler. 

Hiçbir çözüm üretmediler. Fenerbahçe'nin 12 bin 500, 13 bin kişi önünde, 14 ya da 17 maç oynaması bambaşka bir şey, 200 ya da 100 davetiyeyle maç oynaması bambaşka bir şey. O gelirler de azaldı, ama Euro Lig'den hiçbir çözüm yok.


- Karamsar mısınız bu açıdan? 

Karamsarım tabi. Karamsarım çünkü bu sene tamam, Rus takımları Zenit özellikle geçmiş yıllara göre daha büyük yatırım yaptı. Khimki zaten her yıl parayı çöpe atıyor. "CSKA düştü diyorlar" e sürekli oyuncu alıyor, yine 35'e bulmuştur. E iki İspanyol takımı. Onlara futbol bakıyor, futboldan çok büyük gelirleri var. Milano ise o da reklamını yapıyor kendi firmasının… 

Onun dışında Panathinaikos, Olympiakos, eskiye nazaran üçte bir falan harcıyorlar. En iyi ihtimalle yarısını harcıyorlar. E bu düşüş kaliteyi de düşürüyor. Amerika'da NBA'de oynamış belli seviyede oyuncuların yüzde 90'ı Çin'e gidiyor. Çünkü orada 2,5 3'ten başlıyor.

Onun için buna çözüm bulmazlarsa kulüplerin yatırımları azaldıkça, kalite eskiye nazaran çok az. Bunu heyecanla, mücadeleyle yürütmeye çalışıyorlar. Ama televizyonda istediğin kanalda ligi seyredebiliyorsun.

Bir yerden sonra "Ya bu biraz galiba güreşe dönüyor" düşüncesi başlıyor. Yani NBA'yi seyrediyorsun, İspanya Ligi'ni seyrediyorsun, her ligi bir şekilde izleyebiliyorsun.


- O açlığı giderebiliyorsunuz yani.

Tabi. İzlenmemeye başlanırsa veya Şampiyonlar Ligi buradan iki, üç takımı almaya başlarsa, zaten Ero Lig de biter bence. Düzelme olmadığı takdirde.


- Peki, Türkiye'de kulüpler pek fazla basketbolun içerisinde değiller aslında. Dönem dönem yatırım yaptılar ama müesses takımları daha fazla sürdürülebilir bir kültür yaratmaya çalışıyorlar. Kulüplerle müesses takımların birleşmesi sizce tavsiye edilir mi? Gerekliliği var mı?

Müesseseler de dayanamıyor. Ülker, Meysu, Kombasan, Tuborg… bunlar da dayanamadı. Müessesin birleşmeme istediğini anlıyorum, çünkü hangisiyle birleşecek. Ya üçüyle birleşecek, onu da bir ara Ülker denedi işte, Fenerbahçe-Ülker, Beşiktaş-Cola Turka… Ama onu da yapmak çok zor.

O açıdan kulüplerle müesseslerin birleşeceğine, buradaki esas çözüm; kendi altyapından her iki yılda bir, her üç yılda bir, işte Ufuk'un Efes'te yaptığı, Mehmet'in Tofaş'ta yaptığı katkıları yapabilecek Türk oyuncu yetiştirebiliyorsan zaten o çarkı çevirirsin. Ama hep dışarıdan, hep dışarıdan… Çok zor.


- Peki,  şimdi özellikle Obradović Türkiye'ye geldikten sonra Fenerbahçe'de, Euro Lig'de, Avrupa'da ciddi anlamda bilinirlik artmaya başladı, rekabet artmaya başladı. Onunla beraber sanki Türkiye'deki basketbol sevgisi, kulüp bazında daha çok medyaya gelmeye başladı. Ve reakbet oluşturdu. O dönem Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti, Anadolu Efes-Fenerbahçe rekabeti… Fakat sanki o dönemden sonra spor medyasının basketbola bakışında bir değişiklik oldu. Siz bu görüşe katılır mısınız? Hatta "gereksiz gider" diyenler oldu, "boşuna para harcanıyor" diyenler oldu. Siz bunu nasıl yorumlarsınız?

Fenerbahçe lokomotif görevini Anadolu Efes'ten devraldı beş, altı sene. Efes de çok paralar harcayıp, çok kötü sonuçlar aldı. Bir kere o Aydın Örs zamanında alttan Ufuk'ları, Volkan'ları, Hidayet'leri yetiştirememeye başladılar. Efes sahaya çıkıyordu; 5 tane yabancı… 


- Her yıl antrenör değişikliği oluyordu bir ara…

Bazen yılda iki kere, üç kere… Efes çok kötü yönetilirken o fırsatı Fenerbahçe Obradović'i getirerek değerlendirdi. Ve hakikaten ben bir daha öyle bir dönem göreceğimizi; ben en azından sağken, ben görmem. 

Beş final four arka arkaya, üç final ki ikisinde hakkın yenilmiş… Fenerbahçe'nin iki Euro Lig Şampiyonluğu yüzde 100 olurdu. Yani öyle bir seviyeye getirdi ki Galatasaray veya Beşiktaş spor kulübü olarak biz baş edemeyiz dediler. 

Efes de müessese olduğu için, tekrar o lokomotif görevini geri almak için daha çok para harcamaya başladı. Ve Fenerbahçe'yi yakaladı iki senede. Sakatlıkların da etkisi var ama zaten iki tane iyi oyuncu yakalayıp, etrafını kendi rolünü benimseyip her şeyini vererek oynayacak oyuncu bulduğun zaman bir seviyeye geliyorlar.

Ama şimdi Fenerbahçe. Şimdi söylediğim zaman "Fenerbahçelisin" diyorlar. Ben Efes'i anlatırken de Fenerbahçeliydim. Ben zaten doğuştan Fenerbahçeliyim. O zaman nasıl Efes'in haklarını koruyorsam, Ülker'in haklarını koruyorsam, hangi Türk takımı olursa korurum.

Bir takım 6 yıllık bir dönemde 8-9 oyuncusunu NBA'ye yollayıp, o seviyeyi koruyabiliyorsa, buna şapka çıkartacaksın. Efes 2 sene önce final four yaptı, geçen sene de Kovid gelmeseydi büyük bir ihtimalle de final four yapacaktı. 

E peki, Obra geldi ilk sene Bojan gitti, nasıl oynadığını görüyorsun. Bjelica gitti. Daha bismillah böyle başarıyı yakalamaya başlayacağız diye düşünürken gitti. Sonra Bogdan gitti aynı sene. Peş peşe gittiler… Hiçbir düşüş olmadı. Bu çok büyük bir başarı.


- Peki, burada spor medyasının basketbola haksızlık yaptığını düşünüyor musunuz?

Yüzde 100. Şu anda mesela Fenerbahçe doğranıyor, hiç kimse bir şey söyleyemiyor düzene ters düşmemek için. Doğranıyor Fenerbahçe, çok net biçimde. İtirazı olan varsa getirsin maç kasetini beraber not alalım.

CSKA maçında ben onu yaptım LigTV'de. Ufuk Akyüz var eski hakem, dürüstlüğüne inanılmaz inandığım bir arkadaş. Oturduk not aldık, ya benim bağırmadığım, çağırmadığım kaç tane pozisyon gördü o. Bir ikisinde "Sen biraz abartmışsın" Ama tansiyon çıktı yani. Dirsek atılıyor, Fener'e faul çalınıyor, başkanın arkadaşı atlıyor… böyle bir final olmaz ya…

Ama sadece Fenerbahçe değil, bu sene yine bir doğradılar Olympiakos'u, ben böyle şey görmedim yani.


- Orada da bu standart yakalanamıyor bir türlü…

VTB diye bir banka var, kendi ligi var, CSKA'nın sponsorlarından bir tanesi, Euro Lig'in sponsorlarından bir tanesi… Ve sen hakemsin, gidiyorsun görev alıyorsun, iyi de para veriyorlar…

Şimdi bu nasıl oluyor?.. Bu resmen hakemleri kontrol altına almanın legal bir yolu. Yavor kimin hakemi VTB liginin hakemi. O bir tane Ukraynalı var, onu da görünce tansiyonum çıkıyor; Vizic. O da oranın hakemi. Böyle bir düzen olmaz ki…

Euro Lig'in ilk başta bu kadar çabuk bu denli ciddiye alınmasının nedeni "FIBA'nın yaptığını Yunan takımları -o zaman çok zengindi Yunan Takımları- lehine ve Sırp koçları lehine yaptıklarını biz yapmayacağız" dediler.

E şimdi, Rus takımları ile İspanyol takımları için her şeyi yapıyorlar. Düzen değişmedi ama isimler, ülkeler değişti.


- Peki, bu yine bütçelere gelirsek, Avrupa'daki kulüpler de benzer sorunları yaşıyorlar mı? Basketbolu sürekli gider, masraf mı olarak düşünmek gerekiyor? Buradaki dengeyi nasıl sağlamak gerekiyor? 

Barcelona, Real Madrid, işte bazı kulüpler, -onlar futbol kulübü damgasını da yemek istemiyorlar- "Ben bir spor kulübüyüm" diyor, futbolda para basıyorlar, oradan ciddi bir kısmını basketbola aktarıyorlar. 

Baskonia'nın genel Menajeri, sahibi, futbol takımı kurdu ki basket takımını desteklesin, oradan gelen televizyon gelirleriyle.

Yani onların basketbola bakış açısı bizimki kadar "basketbol bir yük" şeklinde değil. Onların bakış açısı "Basketbol da elit seviyede olmalı"; "Benim adım Barcelona"… 

İşte Fenerbahçe şimdi onu yapmaya çalışıyor. Ali Koç geldiğinde herkes bir umutlandı; Obra'yı işte "Basketbolu unuttu" yayınları başladı; "yaşlandı", "geride kaldı"… Tabi takımın yarısının sakat olduğunu kimse yazmadı. Bir anda Obra tukaka oldu. 

Vesely'in ne kadar önemli olduğunu görüyoruz, bir buçuk senedir sakattı adam. Nazar da değirmek istemiyorum. İzlemekten en keyif aldığım oyunculardan biri de ondan. 

Yugoslav takımlarının ben yeni yeni para kaybetmeye başladığını düşünüyorum. Çünkü onlar şimdiye kadar yetiştirip, üretip, satıyorlardı. Şimdi onların da esasında Avrupa'da yıldız oyuncusu var. 

İspanyollar o Gasol, Navaro, Yuun-Llull, Fernandez… o grupları bir daha yetiştirmedi. Şu anda yok öyle alttan gelen. Donçiç var o Sloven, o özel bir proje olarak yetiştirilmiş. Yugoslavlara bakıyorsunSıplara, onlarda da eskisi gibi gelmiyor. 

Yunanlar… At, avrat, Yunan, Gard… En sonu Sloukas. Sloukas'tan sonra var mı?.. Yok. Bence Menajerlerin basketbolu böyle ele geçirmesinin sebeplerinden bir tanesi altyapı.


- Peki, Türkiye'de basketbol kültürü var mı? Ya da oluştu mu?

Şöyle söyleyeyim, Fenerbahçe'de oluştu. Obradović sayesinde, salon sayesinde –çünkü 'bir evim var' demek çok çok önemli- oluştu. Hakikaten maç sonunda olsun bize gelen sorular baya iyi; 'vur, kır, parçala' değil de resmen taktik veren sorular. 

Ama tabi bu yatırım meselesi. Yani Galatasaray'ın salonu yok. Efes'in salonu yok. Rahmetli İsmet Badem, Efes'in salonunu mezara kadar bağıra bağıra söyledi…

Bir de böyle bir geçmişin, kültürün var. Ora koy bir Hall of Fame müzesi, Naumoski'ler, Aydın Örs'ler, Ufuk Sarıca'lar, Tamer Oyguçlar, Koraç Kupası vs. Maça gelen orayı gezsin, yaşat o anıları, tekrarla "Efes ne kadar büyük bir kulüptü"… Ama bunu yapabilmen için bir yuvan olması lazım. 


- Burada şu olmuyor mu mesela kulüp bazında basketboldaki şampiyonluklar, futbolda şampiyonluk gelmeyince değer ve anlam gelmediği için futbolun altında ezilme durumu…

Fenerbahçe'nin şampiyonluğu var mı Obra döneminde?


- Bir tane var.

Tamam, öbür seneler hiç eziklik falan yoktu yani. Abi ürün iyi olursa; Avrupa'nın en iyi koçunu getirmişsin, Avrupa'nın en iyi genel menajerini getirmişsin, öyle bir hava esiyordu ki stüdyodan maç önü maç sonu yapmadığım için maçları anlatıyordum, yani oyuncu gidiyor "Abi halledeceğiz dimi"… Yani takımın en önemli iki oyuncusunu kaybediyorsun, gelecek sene yine final four yapıyorsun. 


- Son olarak, unutamadığınız, düşündüğünüzde aklınıza gelen maç hangisi?

Yani çok var. Tabi Efes'in o ilk Koraç Kupası, il kez oralarda bir Türk takımı. Özellikle d şimdi Fenerbahçeli, CSKA maçını taraflı anlattı diye organizasyonun başında da Efes'te görev alan bazı kişiler var şu anda, geri gidip o Efes maçlarına bakın, avazımız çıktığı kadar bağırıyorduk.

Ama o zaman böyle koltuk şeyi çok yoktu. O açıdan hep unutuldu. Ama beni delirten maçlar team sistem maçıdır. Tabii ki CSKA maçı, final. Ondan sonra tansiyon hastası oldum zaten. Çünkü bu kadar doğrama ben hiç beklemiyordum Euro Lig'den; tamam, ince ince yapıyorlardı ama. 

Zaten ben o maçı anlatırken "herhalde" dedim; "bir bombardımana tutulacağım." Fenerbahçe'nin başarısızlığını isteyen bir kitle vardı, çok çıktı yukarı. Nitekim de oldu yani. Ama ben yine hangi takım olursa olsun hissettiğimi anlatırım. Çünkü ben içimden anlatıyorum.

2010 Yugoslavya maçı da. Çok var. Çok anlatınca çok oluyor.


- Bir de spor spikerliğini nasıl görüyorsunuz, yetişiyor mu? Sizin beğendiğiniz, izlerken keyif aldığınız var mı?

Valla ben ilk Türkiye'ye geldiğimde Ertan Yücel'i dinlediğimde bayılmıştım sesine ki ben Amerika'da her sporun binlerce maçını televizyonda seyretmiştim.

Baskette ben Murat Kosova'yı en çok beğeniyorum, takdir ediyorum. 

Basketbolda çok fazla marka yetiştirmiyorlar maalesef. Murat da şimdi maç anlatmıyor, futbol programı sunuyor. O açıdan baskette çok fazla olduğunu söyleyemem. 

Ama futbolda eskiden markalar vardı, onlar da yavaş yavaş yetişmiyor. Yani bir sıradanlaştırmaya gidiyoruz televizyonculukta.

Allah uzun ömür versin Halit Kıvanç'la başlayarak, İlker Yasin bence bir markaydı, Ercan Taner bir markaydı. Başka da var, şu an aklıma gelmiyor ama… Ben Ercan'ın, İlker'in özellikle de Avrupa maçlarını anlatmasından çok büyük keyif alıyordum yani.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU