Joe Biden'ın Büyük İskender ile buluşması

Zeynel Karataş Independent Türkçe için yazdı

Astronomik bir tarihte Joe Biden ile Büyük İskender, Perre Antik Kenti'nde karşılaşır. Joe Biden, Büyük İskender'e; "Bu devasa orduyla birlikte Makedonya'dan buraya ne işin var" diye sorar.

Büyük İskender; "Barbarlara medeniyet dağıtıyorum, peki ya sen?!. Muazzam varlığınla, yokluğun, yoksunluğun kol gezdiği bu coğrafyada ne arıyorsun" der.

Joe Biden; "Bu teröristlere yüz yıldır demokrasi getirmeye çalışıyoruz" diye yanıtlar.

Onları duyan Antiochos, tüm tedbirleri alsa da Kommagene Krallığı'nı Romalılardan koruyamaz. Muhyiddin İbn-i Arabi ise Arsemia Kalesinin manzarasında; insanlığa bilmek ile sahip olmanın farkını anlatamamanın sitemi içinde kalır. 

 
Romalılar kendileri dışındaki tüm toplumları kültür ve medeniyetleri ile birlikte "barbar" kabul ediyordu. Barbarlara medeniyet götürmek adına amansız savaşlar tarihe yazıldı.

İlk savaşları; etnik ve kültür bakımından akraba oldukları komşularıyla başladı. Karşı tarafa yaftaladıkları barbarlığa "medeniyet götürüyoruz" gerekçesi savaşmalarını meşrulaştırıyordu.  

Bu anlayışla sınırlarına ulaştıkları her toplum boyun eğmeye zorlandı. Savaşın mağlupları teslim olmaya mecbur kaldı veya imha edildi. Bu şekilde kaç inanç türü, kaç dil ve kültür yok edildi bilinmez.

Romalılardan önce veya sonra ne kadar emperyal güç varsa bu taktiği acımasızca kullandı. Eğer barbarlara (?) medeniyet; çağdışı toplumlara (?) demokrasi götürülmeseydi hayatin kalitesi ne olurdu?!. 


Haksız yere saldırıya karar veren güç, mağdura bir etiket bulmak zorundadır. Bu yaftalar; 'barbar', 'ilkel', 'çağdışı', 'vahşi', 'bedevi', 'gerici' veya 'terörist' olabilir.

Her müdahale demokrasi, insan hakları, özgürlük ve hukuk gibi ambalajlı gerekçeler ile yapılır. Kazananların yazdığı tarihte kahraman olarak anılananlar saklı tarihin zorbaları olarak bilinir. Sonrasında intikam duyguları bir inancın veya bir ideolojinin etrafında kalabalılaşarak somutlaşmaya başlar.

Mücadelenin hedefi; hakkı, adaleti ve insanca yaşamayı ikame etmek yerine ritüel ve sembolleri ile inancı ve ideolojiyi hakim kılmaya dönüşür. Başlangıçtaki niyet ile yolun sonuna varan hiçbir hareket olmamıştır.

Birçok insan bunu farkına varmış olmalı ki günümüzde hafızalarda biriken veri, oluşan düşünce sitemi inanç ve ideolojiler uğruna dava gütmeyi azaltmıştır. 


Artık, Asya'nın kuzey doğusunda komünizm veya sosyalizm, Ortadoğu'da İslam veya şeriat, Latin Amerika'da devrimci hareketler, uzak doğuda Mao uğruna dava güden diri bir organizasyon kalmadı.

Yüz yılı aşkın süredir tüm dünyaya umut olan demokratik yönetim anlayışı, sahibi olan batının sömürü aygıtına dönüşmesi, dünya halkalarında devasa bir "boşluk" yarattı.

Adalet ve özgürlük için güven içinde toplanacakları bir çatı kalmadı. Mezhep çatışmaları ve milliyetçi şoven saldırılar kabile kavgalarını andırmaktadır.


Narsist düşünce ekseninde kalan yönetimler insanları; evet- hayır, var-yok, siyah-beyaz arasında tercihe zorlaması istenmedik çatışmalara ve acılara bulaştırdı.  

İnsanlık zihinlerinin seralarında sakladığı evet-hayır arasındaki sayısız seçenekleri, var-yok arasındaki tüm ölçekleri, siyah-beyaz arasındaki tüm renkleri tabiatın ta kendisinde yaşatmak istiyor.

Tanımsız kalan bu seraları gün ışığında yaşanan acılar, kimlikler arasında yaşanan ölümler, sahte yönetim anlayışları besliyor.

Sokrates'in Atina sokaklarına alışılmışın dışında bir öğreti sunması, Konfüçyüs'ün patika yollarda, batan güneşi değil doğan güneşi anlatması, Zerdüşt'ün taş duvarlar arasında, toplumu kaybettikleri insanlık yoluna çağırması gibi bir günün arifesindeyiz.

Ne Sokrates'in ne Konfüçyüs'ün ne de Zerdüşt'ün öğretisinin başlangıçta bir adı yoktu. Sadece "Hiç" içerisinde "her şeyi" anlatmaya, göstermeye çalıştılar.

Hiçbir şey baki olmadığı gibi onlarda ebedi kalmadı ve yine "Hiç"in içinde "Her şeye" susamış bir insanlık sessiz bir çığlıkla içinde bulunduğu halden kurtulmayı bekliyor.  


Kullanılamayan bilginin bireyde oluşturduğu ağırlık ve ilkesizlik, ileri teknolojinin hayatta yaşattığı kolaylık, tanımlanmış insanlık öğretisine mesafe koyan birey ve toplum yapıları, hiçbir çağa ait olmayan savaş boyutları, ismi ile alakasız yönetim uygulamaları, ezberlenmiş tüm formül ve denklemleri envantere almıştır.

Yaşanan belirsizlik; dikey ve yatay yönde tatminsiz, huzursuz bir yaşam vermektedir. Ne dünün anekdotları ne menkıbeleri ne de pansuman niteliğindeki müdahaleler, itibarlı bir rehberlik yapmaktadır.  

Günün balçığından, kirinden arınmış; geleceği şimdiden organize edecek, paylaşacak zekâlara ve onlara inanacak kitlelere ihtiyaç duyulmaktadır. 


"Milletlerin Öğretmeni" unvanını kazanan, uluslararası eğitim kavramının ilk açıklayıcılarından olan Jan Amos Comenius'un ülkesi Çekya'dayız.

Avrupa'nın önemli başkentlerinden biri olan Prag'da "Old Town" denilen Eski Şehir Meydanı'nda tarihi binaların arasında yıkık bir bina göze çarpar.

Rehber: "İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce Çekya, komşusu Avusturya gibi savaşmadan Almanya'ya teslim olur. 15 Mart 1939'da Almanya'nın Nazi güçleri başkent Prag merkezine ulaştıklarında bu meydandaki önemli binalardan birini top ateşine tutarak Çekya halkına mesaj vermek ister. Bu yıkık bina savaşın niyetini göstermek için günümüze kadar olduğu gibi korunmuştur. Daha sonra casus takibi bahanesi ile Prag'ın kuzeybatısında bulunan Lidice köyünde canlı kalmayacak şekilde yakılır ve yıkılır. Lidice Köyü ise savaşın vahşetinin unutulmaması için günümüzde bir müze olarak kullanılmaktadır" der.

Galip ya da mağlup olmanın ötesinde savaşı reddeden Prag bütün dünyaya üçüncü bir tercihte model olmuştur. Çeklerin, savaşmaya gelen, insanlıktan nasip almamışlara "Savaşı reddediyoruz" karşılaması 5 yıl sonra Hitler'e ne kazandırdı?..  

Hiçbir savaşın yaşanmadığı bir dünya düşünsek; insanlık bugüne nazaran her alan ve boyutta hangi seviyede olurdu? Bilim dünyası kuracağı bir laboratuarda bunu deneyimleyip bütün savaş severlerin gözüne sokabilir mi?


Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminde ABD başkanı Woodrow Wilson; 8 Ocak 1918 tarihinde yeni bir dünya düzeni için "Wilson İlkeleri"ni tüm dünyaya kabule çalıştı.

Wilson İlkeleri, mağlup ve esir toplumlara umut verdi. Geçen süreç içerisinde ABD'nin emperyal kapsamda enfekte etmediği hiçbir coğrafya kalmadı.

ABD dünyada kendilerine hizmet edecek düzen uğruna makyavelist politikalardan asla vazgeçmedi. Dünya kontrolünü elinde tutmak adına her coğrafyada toplamda 800 askeri üs kurdu.

Yaygın olarak kullandığı ekonomik kısıtlamalar birçok ülkenin gelişimini tıkadı. Halkları sefalete mahkum etti. Doğrudan müdahale ettiği ülkelerde iç savaşlarda milyonlarca insan ölürken milyonlarcası mülteci oldu.


ABD farklı bir rutini başlatmak uğruna; Donald Trump ile birlikte taktik değiştirdi. Bu makas değişimi, ülkeye daha fazla kazanım sağlamadığından bir seçim sonucu ile eskiye tekrar dönüldü.

Donald Trump'ın alışılmışın dışındaki yönetim biçimi ve dili ülkede kutuplaşmalara yol açtı. Karşılıklı protestoların yaşattığı münferit eylemler, ABD'nin mağduru olan toplumlarda gizli bir umut yarattı.

ABD kendi içinde sorunları ile uğraşırken dünya mustazafları bir nefes alabilir mi?


46. ABD başkanı seçilen Joe Biden, Barack Obama'yı referans alarak vadettiği politikaların hiçbiri yeni değildir. Küresel ısınma karşısındaki sahte sorumluluğuna, Dünya Sağlık Örgütü'ne tekrar destek sağlama sözü, demokrasiyi önceleme vaadi öteki dünyayı kandırmaya yetmeyecektir.

ABD Birinci Dünya Savaşı'ndan beri ahtapot gibi sardığı ülkeleri sağdı. Yaptırımlara karşı boyun eğmeye zorlanan halklar az ile yetindi. Bu tehdide rağmen büyümek ve gelişmek umuduyla ABD ile ilişkiler devam etti.

Küresel ekonominin dümenini elinde tutan ABD imtiyazlı bir oyun oynadığının farkındadır. ABD dışında gelişen dünya ise umut ve güven vermiyor.


Eş zamanda ABD'nin acımasız yaptırım kararlarını engelleyen, ülke çıkarlarını koruyan marifete sahip liderlere ihtiyaç duyulmaktadır. Küresel ekonominin içerisinde alan kaybeden ülkeler kalkınmalarını gerçekleştiremeyecektir.

Tüm ilişkiler, tüm iletişim sanal dijital dünyaya doğru akıyor. Resmin tamamına bakarak; dijital alanda büyüyen ekonomi, dijital teknolojiyi elinde tutanlara geleceğin tapusunu verecek mi?   

Dünyada var olan toplumların özellerine, beklentilerine saygı duymayan zorbaların çağında yaşıyoruz. Yeryüzünde kaç din var bilinmez ama her dinin inandığı illa ki bir tanrısı vardır.

Kötülüğün Tanrıya yakışmadığı düşünüldüğünde; yaratan tanrı ile yaratılmış tanrı kavramları karışmış durumda. İnsanlık işlediği suçu, cürümü, günahı ve yediği haramı yarattıkları tanrıya günah çıkartarak kendilerini aklamanın yolunu buldu.

Yaratan Tanrı ise her zaman olduğu gibi olması gereken vakti bekliyor…  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU