Evet, gözümüz var
Toprağında bu vatanın.
Gözümüz var ama koparıp
gitmek için değil,
En dibine
gömülmek için...Hrant Dink
Celalettin Can: Hakan Bey, Hrant Dink davasının müdahil avukatısınız. Cinayetin üzerinden 14 yıl geçti ve nihayet bu dava sonuçlanma aşamasına da geldi. Bugün Hrant Dink'in ölüm yıl dönümü... Dava şu veya bu nedenle hep gündemde oldu, ama yine de hafızayı yenilemekte yarar var. Çünkü 14 yıl uzun bir süre… Hrant Dink cinayetine giden süreçte yaşananları anlatımınızla başlasak…
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Hrant Dink'in yazılarla, katıldığı programlarla, panel ve sempozyumlarla Ermeni meselesini, Ermeni toplumunun ve kurumlarının yaşadığı sorunları etkili bir üslup ile tartışmaya açtığı biliniyor. Onun yarattığı ve yaratma potansiyeli gösterdiği etkiyi kırmaya yönelik ilk adımlardan biri Urfa'da atıldı.
2002 yılında Urfa'da konuşmacı olarak katıldığı bir sempozyumda "Ben Türk değilim, Türkiyeliyim ve Ermeni'yim" şeklinde beyanda bulunduğu için hakkında "Türklüğü Aşağılama" suçlaması ile dava açıldı.
2003 yılında Hrant Dink'e Avustralya'nın Sidney şehrinde katılacağı bir programda silahlı bir saldırı yapılacağına dair ihbar yapılmış ve bu ihbar Dışişleri Bakanlığınca 17 Ocak 2003 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ile MİT Müsteşarlığına iletilmişti.
Hrant Dink'in, gazetede 'M.Kemal Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in yetimhaneden alınmış bir Ermeni olduğuna' ilişkin iddiayı içeren haberi üzerine, Genelkurmay Başkanlığı 22 Şubat 2004 tarihinde yaptığı açıklamada Hrant Dink'in dile getirdiği iddiayı 'sağlıksız' ve 'tehlikeli' olarak nitelemiş, kişi ve kurumları da göreve davet etmişti.
Genelkurmay Başkanlığı'nın görev çağrısı üzerine, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un Hrant Dink ile bir görüşme yapması gündeme geldi. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun da MİT İstanbul Bölge Başkanı Hüseyin Kubilay Günay'ı arayarak Hrant Dink ile görüşülmesi talimatını verdi.
H.K. Günay ile İstanbul Valisi Muammer Güler tarafından Hrant Dink ile görüşmenin İstanbul Valiliği'nde yapılmasını kararlaştırdı, yanı sıra bu görüşme ile ilgili Vali Yardımcısı Ergun Güngör ve MİT İstanbul Bölge Başkanlığında Terörden Sorumlu Daire Başkanı Özel Yılmaz ve memur H.S. görevlendirildiler.
Ergun Güngör 23 Şubat 2004 tarihinde Hrant Dink'i telefon ile arayarak valiliğe gelmesini istedi. 24 Şubat 2004 tarihinde de İstanbul Valiliği'nde Ergun Güngör, Özel Yılmaz ve H.S. tarafından Hrant Dink ile görüşme gerçekleştirildi.
Celalettin Can: Bildiğim kadarı ile Hrant'ın kaderi bu görüşme ile değişiyor. 'Görev çağrısını Genelkurmay Başkanlığı yaptığına göre', bu görüşme hayati önemde olmalı, Hrant nasıl açıklıyordu bu görüşmeyi?
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Kendisine yönelik 'had bildirme' olarak tanımlıyordu bu görüşmeyi… Ergun Güngör Hrant Dink'e "sokaktaki adamın" tehdit oluşturduğunu beyan ederken, Özel Yılmaz da Hrant Dink'e toplumun tepkisini üzerine çekebileceği uyarısında bulundu.
Hrant Dink'in yazdığı yazılar, 25 Şubat 2004 tarihinde Mehmet Soykan ve Recep Taner isimli kişiler tarafından ayrı ayrı suç duyurularına konu edildi. Ardında da önce Türk Ortodoks Kilisesi tarafından, sonra bir birtakım kişi ve kuruluşlar tarafından tek tip dilekçelerle Hrant Dink aleyhinde suç duyurusunda bulunuldu.
Hemen ardından, 26 Şubat 2004 tarihinde Levent Temiz önderliğinde bir grup tarafından Agos gazetesi önünde eylem yapıldı ve bu eylemde, 'Ya Sev Ya Terk Et', 'Bir Gece Ansızın Gelebiliriz' sloganları atıldığı gibi açık açık Hrant Dink'in öfkelerinin hedefi olduğu söylendi. Nitekim Hrant Dink bu tarihler itibari ile ölüm tehditleri de almaya başladı...
16 Nisan 2004 tarihinde Hrant Dink ve Karin Karakaşlı hakkında "Türklüğü Aşağılama" suçlaması ile iddianame düzenlendi ve yargılama süreci başladı. Duruşmaların görüldüğü tarihlerde Hrant Dink'e yönelik eylemler yapıldı, sloganlar atıldı ve fiziki saldırı girişimleri yaşandı. Yargılama sonucu 2005 yılında Hrant Dink hakkında "mahkûmiyet" kararı oluşturuldu.
Bu karar, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun yazılarda 'Türklüğü Aşağılama' suçunun gerçekleşmediği ve beraat kararı verilmesi gerektiği tebliğnamesine rağmen, 1 Mayıs 2006 tarihinde Yargıtay tarafından onandı.
Celalettin Can: Yargıtay'ın "Türklüğü aşağılama" kararı Hrant'a ağır gelmişti…
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Doğru… Nitekim "mahkûmiyet" kararına karşı Hrant Dink, "Bu suç benim algılamamla ırkçılıktır ve ben böyle bir suç işlemedim. Bu benim alnıma sürülmek istenen kara bir lekedir" açıklaması yaptı.
Hrant Dink 14 Temmuz 2006 tarihinde Reuters Haber Ajansı'na: "'Elbette 'Bu bir soykırımdır' diyorum, çünkü sonuç kendisini tanımlıyor ve adını koyuyor. 4 bin yıldır bu topraklarda yaşayan halkın bu olanlar ile birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyoruz" şeklinde görüş açıkladı ve bu görüş Agos gazetesinde de haberleştirildi.
Bu beyan ve bu beyana dair haber nedeni ile Hrant Dink ve beraberinde Arat Dink ve Sarkis Seropyan hakkında 2006 yılı Eylül ayında "Türklüğü Aşağılama" suçlaması ile bir yeni dava daha açıldı.
Davaların görülen duruşmalarında adliye binası önünde Hrant Dink'e yönelik eylemler yapıldı: pankartlar açıldı, sloganlar atıldı, adliye binası içinde fiziki saldırı girişimleri yaşandı. Bu süreçte basın yayın organlarında da aleyhine birçok haberler yapıldı ve yazılar yazıldı.
2004 yılından itibaren süreç giderek daha ağırlaştı. Hrant Dink'e yönelik bir linç süreci örgütlendi ve linç, cinayetin işlendiği 19 Ocak 2007 tarihine değin katlanarak sürdü. "Azınlık-Misyonerlik-Vatana ihanet" ve "Türklüğü aşağılama" suçlaması ile kurulan haksız hükümden sonra "Tescilli Türk düşmanı" gibi terimlerle anılmaya başlandı.
Mahkûmiyet hükmü, cinayeti tasarlayanlarda cinayet için uygun zemin oluşturduğu algısını yarattı, diyebiliriz.
2005 yılı itibari ile Orhan Pamuk, Hasan Cemal, Murat Belge, İsmet Berkan, Elif Şafak ve Aydın Engin hakkında da davalar açıldı ve bu davalarda da adliye binası içinde ve dışında olaylar yaşandı.
Celalettin Can: Hatırlıyorum da… Sonradan Ergenekoncu adı altında yargılananların bir kısmı o dönemde Hrant'ın ve bahsettiğiniz isimlerin davalarında çok boy veriyorlardı.
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Evet… İşte 5 Şubat 2006 tarihinde rahip Andrea Santoro, Trabzon'da kilisede öldürüldü.
17 Mayıs 2006 tarihinde de Danıştay'da silahlı saldırı düzenlendi ve Hâkim Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybederken, 2. Daire Başkanı Mustafa Birden ve üç Danıştay üyesi de yaralandı.
Celalettin Can: Ortam sertleşiyordu. Üstelik Ermeni, Rum yurttaşlarımız üzerinden yaşanıyordu bu. Hrant bu gidişatı nasıl değerlendiriyordu, olabilecekleri görüyor muydu?
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Hrant Dink ülkenin sertleşen siyasal iklimini, kendine yönelik linç sürecini ve oluşan tehdidi görüyordu. Nitekim bu konular ile ilgili ilki 2004 yılında ve sonuncusu da öldürüldüğü 19 Ocak 2007 tarihinde olmak üzere bir dizi yazı kaleme aldı.
Genelkurmay Başkanlığı'nın basın açıklaması, Agos gazetesi önündeki eylemler ve suçlamalar sonrası kaleme aldığı 5 Mart 2004 tarihli yazısında şunları yazmıştı;
...etraf taraf da telaşlanmış sağ olsunlar hafta boyunca destek ziyaretine geldiler, telefonlar açtılar, yazılar yazdılar. Kadınlar bir süredir bizim hanıma taşınmış duaya çekilmişler. Beni koruması için Tanrı'ya yalvarıyorlar. Belli ki benim için korkuyorlar. Peki ya ben? Korkmadığımı söyleyemem...Ama…ülkemi bırakıp kaçacak değilim. Alışkınım zaten böyle yaşamaya. Bundan sonra biraz daha korka korka yaşarım… Hepsi bu.
Yeniçağ gazetesinde 9 Ekim 2004 tarihinde "Ermeni'ye Bak" manşeti ile Hrant Dink aleyhine bir haber yapılmıştı ve o da aleyhine yapılan bu haber sonrası 11 Ekim 2004 tarihinde kaleme aldığı yazısında, 1918 yılında 'Abdullah' adını alan ve korku içinde yaşayan Ermeni bir çocuğun hikayesini anlattı ve kendini 'Abdullah' gibi hissettiğini yazdı.
Öldürülmeden 2 hafta önce 5 Ocak 2007 tarihinde "Zorlu Yıla Başlarken" başlıklı bir yazı kaleme aldı ve bu yazısında, 2007 yılının çok zor bir yıl olacağını, iç siyasetin cumhurbaşkanı ve milletvekili genel seçimlerine kilitlenmiş olduğunu bu nedenle gerginliğin erkenden yaşanmaya başladığını, siyaset dışı devlet merkezli güçlerin değişik kanatlardan devreye girerek gerginliği kışkırtmalarının kuvvetle muhtemel olduğunu, bazı derinliklerin, gizlenmiş zihniyetlerin tekrar gün yüzüne çıkıp cirit atacaklarını, Ermeni sorununun içeride ve dışarıda tüm sertliği ile gündeme oturduğunu, bu sorun üzerine sergilediği duruş ve söylemler nedeni ile haklarında yeniden yargılamalar yapılacağını… yazdı.
Öldürülmeden bir hafta önce de, 12 Ocak 2007 tarihinde ise "Niçin Hedef Seçildim" başlığı altında kaleme aldığı yazısında, Genelkurmay Başkanlığının 21 Şubat 2004 tarihli basın açıklamasını, bu açıklamanın ardından İstanbul Valiliği'ne çağrılmasını, 24 Şubat 2004 tarihinde İstanbul Valiliği'nde yapılan görüşmeyi, Agos gazetesi önünde yapılan eylemleri ve bu süreçlerde hissettiklerini anlattı.
Bu yazısının sonlarında da 'artık hedefte' olduğunu şöyle ifade etti:
İşte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.
Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde Agos gazetesi önünde öldürüldü.
Celalettin Can: Cinayetin yıllar süren soruşturması yapıldı. Devlet görevlilerinin ilgili kısmının öncesinde cinayetle ilgili bilgilerinin olduğunu, hatta bu bilgilerin cinayeti önleyici düzeyde olduğu söyleniyor. Doğru mu?
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Hrant Dink'e yönelik 2004 yılında başlayan, süreç içerisinde ağırlaşan saldırı ve tehditler ile ilgili devletin tüm birimleri bilgi sahibi idi.
İfade ettiğim gibi İstanbul Valiliğindeki görüşmede Ergun Güngör Hrant Dink'e "sokaktaki adamın" tehdit oluşturduğunu beyan etti, Özel Yılmaz da Hrant Dink'e toplumun tepkisini üzerine çekebileceği uyarısında bulundu.
Vali Muammer Güler, Hrant Dink hakkında açılan davalarda yaşananların bilindiğini ve Hrant Dink'in tehditler aldığını söyledi.
İstanbul İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da Hrant Dink'e yönelik eylemler yapıldığını ve Ermeni toplumuna yönelik tehditlerin olduğunu, bu hususların güvenlik ve istihbarat birimlerinin katıldığı toplantılarda konuşulduğunu ve değerlendirildiğini beyan etti.
Soruşturma ve davalarda 'şüpheli' 'sanık' veya 'tanık' olarak ifadeleri alınan devlet görevlileri, Hrant Dink'e yönelik "bir tehdit atmosferinin olduğunu", Hrant Dink'in "potansiyel hedefler arasında" bulunduğunu beyan ettiler.
Cinayete yönelik örgütlenmenin gerçekleştiği Trabzon'da, İl Emniyet Müdürlüğü ile İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin ve cinayetin gerçekleştiği İstanbul'da İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin ve Ankara'da Emniyet Genel Müdürlüğü görevlilerinin cinayete yönelik tasarı ile ilgili bilgilerinin olduğu belgeleri ile açığa çıktı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı cinayetin gerçekleştiği tarihten 10 yıl sonra, 10 Mayıs 2017 tarihinde düzenlediği iddianamesinde Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin cinayetin işleneceği bilgisine sahip oldukları ve cinayetin işlenmesinin önüne geçmedikleri iddiasının da ötesinde, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı ile İstanbul İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin cinayet için organize oldukları iddiası ile iddianamede düzenledi.
Hrant Dink cinayeti tasarısı ile ilgili Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri ile Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri tarafından düzenlenen iki belge cinayete dair soruşturma ve yargılamada büyük önem taşıdı.
Bu belgelerden Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına cinayetin gerçekleştiği 19 Ocak 2007 tarihinden 11 ay önce 17 Şubat 2006 tarihinde gönderilen yazıda; '2004 yılında bombalı saldırı eylemi düzenleyen, bir süre cezaevinde yatan, radikal fikirleri bulunan, Ermenilere karşı büyük bir kin besleyen ve İstanbul'da eylem yapmaya karar veren Yasin Hayal'in, eylem kararını somutlaştırdığı ve Hrant Dink'e yönelik eylem yapmayı tasarladığı bilgileri ve bu belgelerden Trabzon İl Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen belgede ise cinayeti Yasin Hayal'in organize ettiği, İstanbul'da keşif yaptığı, kroki hazırladığı, cinayet için el yapımı bir silah temin ettiği ve cinayeti Ogün Samast'ın işlediği' bilgileri yer almakta.
Hrant Dink'e yönelik 2004 yılı itibari ile başlayan ve zaman içerisinde ağırlaşan tehdit atmosferi bulunmasına ve bu tehdit atmosferinin yanı sıra Hrant Dink'in öldürüleceğine dair somut bilgi-istihbarat olmasına rağmen, ilgili devlet görevlileri tarafından Hrant Dink'e yönelik koruma tedbirleri alınmadı, cinayeti tasarlayan örgüte operasyon yapılamadı ve öldürülmesi olanaklı hale getirildi.
Celalettin Can: Detaya inerek anlattıklarınızdan devlet görevlilerinin sıradan bir operasyonla pekâlâ cinayeti engelleyebilecekleri sonucu çıkıyor. Her şey bir yana Hrant'a yönelik tehdit atmosferi çok açık. Bu durumlarda yaşamı ve fiziksel bütünlüğü tehlikede ise kişiyi korumaya yönelik koruma tedbirleri alınması zorunlu… Böyle bir başvuruda bulundunuz mu, ayrıca bu durumu yaşayan bir örnek verebilir misiniz?
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Hrant Dink davasının görüldüğü İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi dava dosyasına, müdahil taraf olarak talebimiz üzerine, Orhan Pamuk hakkında 2005 yılı Aralık ayında alınan koruma kararı ile ilgili belgeler gönderildi.
Belgeler incelendiğinde, Orhan Pamuk'a 'Türklüğü Aşağılama' suçlaması ile açılan davanın duruşmasının görüldüğü 16 Aralık 2005 tarihinde adliye binası içinde ve dışında yaşanan olaylar üzerine İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile İstanbul Valiliği tarafından 20 Aralık 2005 tarihinde Orhan Pamuk'un koruma altına alınmasına yönelik yazışmalar yapılmaya başlandığı, Orhan Pamuk'a yönelik terör örgütleri tarafından bir saldırı planlamasının veya yaşamına yönelik bir tehdidin bulunup bulunmadığının sorulduğu İstanbul İl Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, İstihbarat Şube Müdürlüğü ile MİT İstanbul Bölge Başkanlığı tarafından da bu sorulara Orhan Pamuk'un 'terör örgütlerinin hedefi olduğu hususunda herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmadığı' , Orhan Pamuk'a yönelik 'somut bir tehdit tespit edilmediği', Orhan Pamuk'a yalnızca 'münferit sataşmalar olabileceği' yanıtlarının verildiği ve Orhan Pamuk'a münferit sataşmalar olabileceği olasılığını bertaraf etmeye yönelik İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünün teklifi üzerine İstanbul Valiliği tarafından 21 Aralık 2005 tarihinde Orhan Pamuk'a yönelik resen koruma tedbirleri alındığı görüldü.
Bitirirken Orhan Pamuk'a yönelik olası riskleri bertaraf için alınan koruma kararı elbette ki yerinde ve doğru bir karar olduğunu da belirteyim.
Anlatmak istediğim, Hrant Dink hakkında 2004 yılında başlayan davaların birçok duruşması oldu ve bu duruşmalarda fiziki saldırı girişimleri yaşadı. 2004 yılından itibaren ölüm tehditleri aldı. Cinayetten 11 ay önce, 17 Şubat 2006 tarihinde Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile Emniyet Genel Müdürlüğünde, Yasin Hayal tarafından öldürüleceği somut bilgi olmasına rağmen, Hrant Dink hakkında şahsi, fiziki ve mekânsal koruma tedbirleri alınmadı…
Celalettin Can: Gayet iyi anlattınız ve anlaşıldı. İlk yıllarda, 20007 ve 2008 yıllarında birden fazla iddianame düzenlendi, cinayette sorumluluğu olan bir kısım devlet görevlilerinin var olduğu da iddia ediliyordu.Ne oldu, bunlar hakkında dava açıldı mı?
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Soruşturma ve incelemelerde Hrant Dink'in öldürüleceği devlet görevlileri tarafından bilindiği, bu konu ile yazışmalar yapıldığı ile ilgili bilgi ve belgelere ulaşılmasına rağmen, cinayetine ilişkin soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2007 yılında devlet görevlileri hakkında iddianame düzenlenmedi.
Evet, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20 Nisan 2007 tarihinde cinayette sorumluluğu bulunan, cinayete iştirak eden devlet görevlileri hakkında iddianame düzenlenmedi.
Sadece Erhan Tuncel, Yasin Hayal, Ogün Samast'ın aralarında bulunduğu 18 kişi hakkında iddianame düzenlendi, sonraki tarihlerde ise ek iddianameler ile birlikte hakkında iddianame düzenlenen kişi sayısı 20 oldu.
Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ise Trabzon İl Jandarma Komutanlığının sekiz görevlisi hakkında Hrant Dink cinayeti soruşturması kapsamında 2007 yılı ve 2008 yıllarında iddianameler düzenlendi, fakat Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlilerine yönelik düzenlenen iddianamelerde yalnızca 'görevi İhmal' suçlaması yöneltildi.
İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı ile İstanbul Valilik görevlilerinin Hrant Dink cinayetinde açık sorumlulukları bulunmasına, Hrant Dink'e yönelik tehdit atmosferi ve/veya Hrant Dink'in öldürüleceği bilgilerine sahip olmalarına rağmen cinayet tasarısını engellememeleri, Hrant Dink'in korunmasına yönelik tedbirleri almamaları nedeniyle 2007 yılında iddianameler düzenlenmesi ve yargılanmaya başlanmaları gerekli iken, devlet görevlileri hakkında iddianameler düzenlenmedi ve devlet görevlilerinin yargılanmaması amacına yönelik bariyerler oluşturuldu.
Celalettin Can: Sonrası var… Hrant Dink cinayetini mümkün kılan, daha ötesi cinayete iştirak ettiği iddia olunan bir kısım devlet görevlilerinin durumu var. Bunlarla ilgili 4 Aralık 2015 ve 10 Mayıs 2017 tarihinde düzenlenen iddianameler düzenlendiğini biliyoruz.
Av. Hakan Bakırcıoğlu: Hrant Dink cinayeti ile ilgili Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından 10 Ekim 2008 tarihinde, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından 2 Şubat 2012 tarihinde raporlar düzenlendi. Bu raporlarda devlet görevlilerinin Hrant Dink cinayetindeki sorumluluklarına dair kapsamlı değerlendirmeler yapıldı.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ise 14 Eylül 2010 tarihinde, Dink-Türkiye kararında; 'resmi makamların Hrant Dink'in ölümcül bir saldırıya maruz kalma ihtimalinin yüksek olduğunu bildikleri ya da bilebilecek durumda oldukları, somut koşullara bakıldığında Hrant Dink'e yönelik tehlikenin açık ve yakın bir tehlike olduğu, cinayetin işlenmesini önlemekle yükümlü olan makamların ayrı ayrı ya da koordineli bir biçimde planlanmasından ve yakında işleneceğinden haberdar oldukları halde, Hrant Dink cinayetinin engellenmesi amacı ile harekete geçmedikleri ve cinayette sorumluluğu olan görevliler hakkında etkin bir soruşturma da yapmadıkları, bu nedenlerle yaşama hakkının ihlal edildiği' kabul edildi.
Başbakanlık Teftiş Kurulu, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarına rağmen uzun yıllar Hrant Dink cinayetine iştirak eden devlet görevlilerinin soruşturulmaları ve yargılanmaları olanaklı olmadı, devlet görevlilerinin soruşturulmalarına ve yargılanmalarına yönelik oluşturulan direnç kırılamadı.
2007 yılından itibaren müdahil taraf olarak, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na çok sayıda suç duyurusunda bulunduğumuz gibi soruşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerimiz de oldu.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin 'kovuşturmasızlık' ve 'soruşturma izni verilmemesi' kararlarına yapılan itiraz ve başvurular sonucu; Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi '21 Mayıs 2014 tarihinde ve Anayasa Mahkemesi 17 Temmuz 2014 tarihinde devlet görevlileri hakkında Dink cinayeti nedeni ile etkili soruşturma yapılması ve iddianame düzenlenmesi, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu 3. Dairesi de 1 Temmuz 2014 tarihinde Devlet görevlilerinin Dink cinayeti nedeni ile soruşturmaları gerektiğine' yönelik kararlar oluşturdu.
Bu kararlar ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı devlet görevlileri hakkında soruşturma başlattı ve devlet görevlilerinin 'şüpheli' sıfatı ile ifadeleri alınmaya başlandı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ilk olarak 4 Aralık 2015 tarihinde ve ikinci olarak 10 Mayıs 2017 tarihinde ağırlığı Trabzon İl Jandarma Komutanlığı, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı, Samsun İl Emniyet Müdürlüğü ile Samsun İl Jandarma Komutanlığı görevlisi olmak üzere 77 kişi hakkında iddianame düzenlendi.
Ve 2016 yılında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılama başladı.
(Devamı yarın)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish