"Arap Baharı", devletlerin dış politikalarını nasıl etkiledi? (3)

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

2011 yılında patlak verip 13 Arap ülkesinde "ayaklanma, iç savaş, barışçıl gösteriler, şiddet içeren protestolar" şeklinde günümüzde bile devam eden geniş ölçekli halk hareketlerine tanıklık ettik.

Olaylar bölge devletlerine, ABD, Rusya, Avrupalı yöneticilerin dış politikalarına nasıl yansıdı?

Protestolar, tümüyle "dış mihrakların" işi miydi?

Bugünkü yazımızda, bu tür sorulara yanıt bulmaya çalışacağız. 


İşte giriş sorusu: Bölge ve bölge dışı devletler, olaylara niçin müdahale ediyorlar?

Üçüncü Dünya kavramının teorisyeni Mısır kökenli Samir Amin'in iki yanıtı var:

  1. Süper devletler, özellikle ABD, dünya ölçekli rekabet ve hegemonya mücadelesinde rakiplerine karşı "enerji kozu"nu elinde tutma gayretindedir.
     
  2. Coğrafi (ve jeopolitik) konumu bakımından Ortadoğu, eski dünyanın kalbidir.


Emperyalist paylaşım ve hegemonya kavgasının tipik örneği, Fransa-İngiltere ikilisinin (daha sonra ABD'nin) Libya'ya askeri müdahalede bulunup Kaddafi rejimini devirmesi ve o zamana kadar ülkede devasa yatırımlar yapan Rusya ile Çin'i ülkeden adeta kovmasıdır. 


İkinci soru: "Dış mihraklar" diye tarif edilen bölgesel ve bölge dışı devletler, halk isyanlarının hazırlayıcısı mıydılar?

Olgular, bunun böyle olmadığını gösteriyor. Doğrudur, Arap ülkelerinde bazı sivil toplum örgütleri (STK), Amerika ve Avrupa'daki kimi vakıf, kuruluş, dernek ve oluşumlarla birlikte çalışıyor, yaptıkları ortak projeler için destek alıyorlardı.

Mesela Erasmus programları çerçevesinde, mensuplarını eğitim için ABD ile AB merkezlerine gönderiyorlardı. Ancak bunların hiçbiri, bahsettiğimiz oluşumların hepsinin "beşinci kol ", "ajan", "casus" veya "işbirlikçi" yapmaya yetmez.

Mısır'da toplam 25 milyon insan isyana katılırken; dış bağlantıları olan çok sayıda STK'nın faaliyette bulunduğu Türkiye'de herhangi bir halk devrimi, topyekûn isyan gerçekleşmedi.

Pakistan, Hindistan, Kazakistan, Fas, Ürdün ve Filistin gibi ülkelerde de olmadı. 


Soru üç: Bu çapta isyan olabileceğine dair istihbarat alınıp ona göre müdahale hazırlığı yapılmış mıydı? 

Arap ülkelerindeki huzursuzluk, hoşnutsuzluk ve kıpırdanmalara dair siyaset ve medya merkezlerinde istihbari duyumlar, bilgiler ve gözlemler dolaşıyordu. Lakin çoğunun tamamen hazırlıksız yakalandığı söylenebilir. 

İşte iki örnek: Amerikan İstihbarat Teşkilatı CIA, isyanların ilk zamanlarında dönemin ABD Başkanı Barack Obama'ya sunduğu raporda, olayların kapsam ve gidişatını iyi görememişti.

Obama ise, o dönemde Çin'in yükselişini durdurmakla meşgulken, rapordaki dikkat çekici bazı hususları es geçmişti.

Eski CIA Direktörü John Brennan, "Obama yönetimi, Arap Baharı'nın sonuçlarıyla ilgili yanlış beklenti içine girmişti" dedi. 2 
 

Barack Obama ve Donald Trump,  Arap Baharı sürecinde Libya ve Suriye'ye müdahale devreye girdi Pablo Martinez MonsivaisAP.jpg
Barack Obama ve Donald Trump, Arap Baharı sürecinde Libya ve Suriye'ye müdahalede devreye girdi / Fotoğraf: Pablo Martinez Monsivais/AP


Alman istihbarat örgütü BDN ise, olayların önemini küçümsemişti. 

Bunun başlıca sebebi, batılı ülkelerin bölgedeki rejimlerle olan ekonomik-ticari-siyasi çıkarları nedeniyle, mevcut rejimleri koruyup kollayan bir tutum içine girmeleridir.

Almanya'nın Sesi Deutsche Welle'nin haberi, bizim tespitimizle örtüşüyor: 

Arap ülkelerindeki değişim, Almanya'nın Arap Baharı öncesinde izlediği dış politikanın eleştirel bir şekilde yeniden gözden geçirilmesine yol açtı. Almanya; Tunus ve Mısır'daki otokratik yönetimlerle güvenlik, mülteci politikası ve ticaret gibi farklı alanlarda işbirliği yapıyordu. 3


Bu dizinin birinci bölümünde görüşlerini aktardığımız Prof. Dr. Hamit Bozarslan'ın şu sözleri ikinci sebebi oluşturuyor: 

Hem Fransa hem de belli Avrupa ülkelerinin Ortadoğu'ya bakışında bir tıkanma var. Bunu ufkun tıkanması olarak değerlendirebiliriz. İslam-İslam dünyası üzerine olan tartışmalara baktığınızda bu ufuk darlığını görürsünüz. Fransa'daki tartışmalar Arap dünyasında ve İslam dünyasında yaşanan değişimin, dönüşümün çok çok gerisindedir. 4


Gelelim dördüncü soruya: Libya ve Suriye'ye yönelik açık askeri müdahalenin dışında, yabancı devletlerin Arap isyanlarına müdahale yöntemleri nelerdi? 

Kanımca direkt müdahaleden çok arabuluculuk, olayın taraflarına baskı, nasihat ve yönlendirmeler devredeydi.

Örneğin Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinin temsilcisi sıfatıyla iktidara gelen Muhammed Mursi'nin "İslami bir devlet ve düzen kurma doğrultusunda tek adam rejimi kurma" siyasetine karşı baş gösteren yığınsal halk isyanı sırasında ABD, iki temel nasihatte bulundu. 

İlki şuydu: İhvan hareketinin geleneksel İsrail karşıtlığı politikasından vazgeçmesi ve Mısır'ın 1978'de İsrail ile imzaladığı Camp David Anlaşmalarına sadık kalması. İhvan yetkilileri, bu noktada uzlaşma olabileceğine söz verdiler.

Diğeri ise arabuluculuktu, şöyle ki: Mursi karşıtı isyan sırasında ordu, İhvan yöneticilerini alabildiğine sıkıştırmıştı.

Mursi ve iktidarı devrilmek üzereydi. İki taraf da bildiğini okumakta direniyordu. Amerikan yönetimi iki arada bir derede kalmıştı.

ABD'nin Kahire'deki kadın büyükelçisi devreye girmiş; belli tavizler karşılığında ordunun darbe yapmaması ve seçimle işbaşına gelmiş Mursi'nin cumhurbaşkanlığı makamında kalmasını sağlamak için sıkı bir pazarlığa girişmişti.

ABD, son saate kadar Ihvan iktidarını savundu. Askerin darbe yapmakta kararlı olduğunu anlayınca bu kez yolu açtı, taraf değiştirip orduyu desteklemeye başladı.

Başkan Zeynel Abidin Bin Ali'nin devrilmesinden sonra Tunus'a giden bir Amerikalı yetkili, "Ülkede demokrasinin tesis edilmesi için ABD yönetimi, elinden geldiğince tecrübelerini aktarıp fiilen yardımcı olacaktır" mealinde bir demeç verdi.

Bu da ABD'nin "yumuşak müdahale ve yönlendirme" politikasına denk düşmekteydi.

Yönlendirme siyasetine başka bir örnek de Almanya'dan:

Arap ülkelerinde yaşanan devrimlerin hangi yönde ilerlediği, Almanya'nın dış politikasındaki en zor sorulardan birini oluşturuyor. Zira bu ülkelerde yıllardır iktidarda olan liderlerin devrilmesi beklenenden farklı oldu.

Buna rağmen Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Andreas Peschke, Deutsche Welle'ye yaptığı yazılı açıklamada, Almanya'nın Kuzey Afrika ülkelerindeki demokratik değişimleri baştan itibaren desteklediğini vurguladı. Yanı sıra Alman hükümetinin önemli toplumsal değişimlerin yaşandığı dönemlerde de insan haklarına saygı duyulması gerektiğinin altını çizdiğini belirtti. 5


Açık askeri müdahale, sadece gelişmeleri yönlendirip istenilen mecralarda gitmesini arzulayan dış devletlerin jeopolitik politikalarının icabı değildi.

Aynı zamanda olayların başlayıp silahlı çatışmalara ve iç savaşa dönüştüğü Arap ülkelerindeki muhalif kesimlerin de arzusuydu.

Bu bağlamda Arap-İslam dünyasında geniş takipçisi bulunan Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusuf Karadavi, 30 Ağustos 2013 tarihli Cuma hutbesinde, Arap isyanları sırasında bölgeye müdahale eden dış güçleri, "Bunlar, Allah'ın intikamının birer aracıdırlar" diyerek "Suriye'ye saldırmalarını" yönünde batılı devletlere çağrıda bulundu. 

Böylece Amerikalı meşhur düşünür ve siyaset bilimcisi Immanuel Wallerstein'in 11 Mart 2011 tarihli öngörüsü eksik kalmasına rağmen, bir yanıyla da doğrulandı:

ABD ile Batı Avrupa, bu değişim dalgasını kısıtlamak ve ona yeniden yön vermek için var güçleriyle uğraşıyorlar. Ne var ki güçleri eskisi gibi değil!


Nitekim uluslararası ölçekte yaşanmakta olan değişimin "merkez üssü" sayılan Arap halk hareketlerinin yurt içinde esen sert rüzgârları, Libya ve Suriye'de fırtınaya dönüştü.

NATO kuvvetleri 11 Mart 2011'de Libya'ya; ABD ile Koalisyon Güçleri Eylül 2014'te Suriye'ye açıkça müdahale ettiler. 

Önceleri sessizce bekleyip gelişmeleri gözleyen ve "İsyanların demokrasi dışı güçleri, özellikle radikal İslamcıları öne çıkaracağı yönünde" tespit yapan İsrail, krizi istismar ederek müdahalesini Suriye ve Lübnan üzerine yoğunlaştırdı.

Suriye yönetimiyle Golan bölgesinde çatışan bazı cihatçı gruplarla diğer silahlı milislere yönelik Suriye'nin hava ve kara saldırılarına karşı onları korudu; yaralanan militanları, hastanelerinde tedavi ettirip cepheye gönderdi. 

Fırsat bu fırsat diyerek Gazze ve Batı Şeria'yı de hem kuşattı hem de defalarca bombaladı. Bu operasyonlar, hâlâ sürüyor. 

Cihatçılar ve diğer radikal İslamcılarla sırtını Batı'ya dayamış silahlı militanları desteklemek, bazı Arap yönetimleriyle İsrail'in ve batılı devletlerin Ortadoğu'ya müdahalesinin farklı bir yöntemiydi:

İngiliz basınında fotoğraflarıyla birlikte yer alan yeni bir habere göre, İngiliz Özel Kuvvetleri'nden unsurlar Ürdün-Suriye sınırının Ürdün tarafında yıllardır eğitim verip, uzaktan komutasını yürüttükleri paralı askerlerini IŞİD'den korumak için Suriye'ye girmiş ve aktif faaliyetlerini burada sürdürmeye başlamışlar. 6


Suriye Ordusu'nun Rakka'ya yönelik bir operasyon başlatması ve belirli ilerlemeler kaydetmesi üzerine, batılı yetkililer, "Suriye ordusunun bu operasyonunun başarılı olması durumunda bunun daha geniş bir savaşa neden olacağını ve yürürlükte olan barış sürecini bozacağını" ifade ettiler. 7

Bu ve benzeri olayları yorumlayan Cenk Ağcabey'e göre:

'Yaratıcı kaos' derinleşerek sürüyor, 'Kaos'un yarattığı sonuçlardan biri İsrailli yetkililer tarafından ara ara ifade ediliyor. Financial Times'in Ortadoğu yorumcusu Roula Khalaf Ortadoğu değerlendirmesinde merkeze bu sonucu almış; İsrail'in ‘Ortadoğu'da Arap devletleri ile yaşadığı yeni yakınlaşmanın tadını çıkarmakta olduğunu' belirtmiştir. 8


Şimdiye kadarki tespitlerimiz çerçevesinde Arap dünyasındaki halk hareketlerinin Ortadoğulu ve batılı devletlerin dış politikalarına nasıl yansıyıp değişime yol açtığının ayrıntılarına da yer verelim:

Avrupa Birliği, serbest ticaret anlaşmaları sayesinde, Rusya'ya olan enerji bağımlığını asgari ölçüye indirmeyi ve Kuzey Afrika ile Ortadoğu'daki ülkelerde var olan pazarlarını genişletmeyi amaçlıyordu.

Bu arada AB norm ve değerlerini yayma projeleri de hazırlıyordu. Bahsedilen ülkeler için "Marshall Planı" işlevi görebilecek, Akdeniz kıyısı ülkelerini kapsayan Akdeniz İçin Birlik-AİB (Union for the Mediterranean) bunlardan biriydi. 

Suriye ise hem AB ile ikili ilişkilerine dayanarak hem de "AB'ye üye olacağını umduğu" Türkiye üzerinden Avrupa ile bütünleşme hevesindeydi.

Gelgelelim bu projelerden beklenen verim alınamamıştı. Bu kez İtalya'nın girişimiyle AİB adının önüne "yeni" sıfatı eklenerek, uygulamanın farklı bir şekilde hayata geçirilmesi düşünüldü. 

Krize hazırlıksız yakalanan kimi AB yöneticileri, süreç içinde Libya ve Suriye'ye müdahale kararı aldılar.
 

AB liderleri, Arap Baharı olaylarına yönelik başarılı politikalar üretemediler John ThysAFP.jpg
AB liderleri, "Arap Baharı" olaylarına yönelik başarılı politikalar üretemediler / Fotoğraf: John Thys/AFP


Aynı zamanda büyük kaos (çekişme, çatışma, darbe, askeri müdahale, iç savaş vs) neticesinde su yüzüne çıkan ciddi ve tehlikeli yeni meseleleri (kitlesel göç, radikal İslami örgütlerin bölge ve Avrupa'daki eylemleri vb) kara kara düşünmeye başladılar. 

Sürpriz olaylar karşısında çaresiz kaldıklarını hisseden hükümetler, bu kez şu tür projeler hazırladılar:

The Support to Partnership, Reform and Inclusive Growth-SPRING (Ortaklık, Reform ve Kapsayıcı Büyüme için Destek Programı); Tunus için, İstihdam Yaratma ve Yaşam Koşullarını İyileştirme Projeleri; Erasmus Mundus Öğrenci ve Öğretim Üyesi Değişim Programı; Neighbourhood Civil Society Facility (Sivil Toplum Örgütlerini Güçlendirmek için Komşu Sivil Toplum Tesisi) vb. 

Bunlara olarak, ortaya çıkan sorunlara hızlı cevap verilmesi için European Endowment for Democracy (Avrupa Demokrasi Vakfı) kuruldu.

Görüldüğü üzere AB, 1995 yılından buyana Kuzey Afrika ve Türkiye dahil diğer Ortadoğulu ülkelerle geliştirmeye özen gösterdiği komşuluk ilişkileri çerçevesinde hareket etmiş; ağırlıklı biçimde ekonomik, sosyal ve kültürel entegrasyon politikalarına ağırlık vermiştir. 

Sürpriz biçimde ortaya çıkan halk isyanları karşısında bir süre sessiz kalmayı yeğlemiş, değişim ve dönüşüme sıcak bakmamıştır.

Sonradan kapısına dayanan hatta iç gündemin baş maddesi haline gelen güvenlik (Avrupa'da IŞİD eylemleri gibi), jeopolitik taktikler, ekonomik ve sosyal krizler (göç gibi) gibi meselelere göre dış politikasını değiştirme yoluna gitmiştir. 

Bu arada AB bünyesindeki üyeler de kendi aralarında bölünmüş, ortak kararlar alınması zorlaşmıştır.

Arap ülkelerinden, özellikle Suriye'den giden mülteciler ve cihatçı eylemcileri önleme konusunda Türkiye ile gerginlik ve zıtlaşmaları da içeren pazarlıklar/görüşmeler yaşanmaktadır.

Bu yüzden de "sürdürebilir istikrar ve kontrollü kriz" diplomasisi benimsenmiştir. 

Irak'tan henüz çekilmiş olan ABD'nin "Arap Baharı" politikası, Obama devrinde pek açıklık kazanmadı. Libya müdahalesine sonradan karıştı.

Suriye krizine doğrudan bulaşmak istemediyse de Hillary Clinton'un başını çektiği "müdahaleci kanat" ağır bastı; bir bahaneyle Suriye muhaliflerine Ürdün ile Türkiye üzerinden yardım edildi.

Rusya'ya karşı hegemonya mücadelesinin bir parçası olarak aktif müdahalede bulundu.
 

Rusya Başkanı Putin, Ortadoğu'daki başarılı siyasi ve askeri taktikleriyle rakiplerini geride bıraktı_.jpg
Rusya Başkanı Vladimir Putin, Ortadoğu'daki başarılı siyasi ve askeri taktikleriyle rakiplerini geride bıraktı


ABD Suriyeli Kürt hareketi ve müttefiklerini destekledi. IŞİD'i karada yenen SGD birimlerini ağır silahlarla donattı ve hava operasyonlarını yoğunlaştırdı.

Kürtlere verilen destek, Türkiye'yi kızdırdı; sonunda Trump yol verince, TSK sınır ötesi operasyonlarla Kürt güçlerinin denetimindeki bazı şehirleri ele geçirdi. 

Genelde ABD, Rusya'nın başarılı aktif politikaları karşısında pasif kaldı. Benzer şey, Libya'daki iç savaşta yaşanıyor. 

Dünyanın en büyük ikinci silah ihracatçısı olan Rusya, "Arap Baharı" sürecinde 6 milyar dolarlık kayba uğradı. Bunun 4 milyar doları, Kaddafi devrinde imzalanan anlaşmanın iptali sonucudur.

Rusya, Libya'da uğradığı askeri ve siyasi zararı Suriye üzerinden telafi etmeye yönelik stratejik bir dış politika izledi. Kapsamlı diplomatik hamleler yaptı.

ABD'nin bölgedeki hatırı sayılır müttefikleri (Suudi Arabistan, İsrail, Türkiye gibi) ile kalıcı ilişkiler kurdu.

Uçak düşürme bedeli olarak Ankara'nın verdiği tavizlere karşılık Türk ordusuna Afrin'e girme izni verdi. Türkiye'ye S-400 füzeleri sattı.

Aynı Rusya, Suriye'deki iç savaşta taraf ve muhaliflerin hamisi konumundaki Türkiye ile Esad yönetiminin baş destekçisi İran'ı, Astana ve Soçi görüşmelerinde aynı masaya oturtarak ABD etkisinden uzak bir çözüm yolu denedi.
 

Putin-Erdoğan buluşması,  Türkiye Astana ve Soçi görüşmelerine Suriyeli muhaliflerin hamisi ve taraf ülke olarak katıldı.jpg
Putin-Erdoğan buluşması, Türkiye Astana ve Soçi görüşmelerine Suriyeli muhaliflerin hamisi ve taraf ülke olarak katıldı / Fotoğraf: AA


Ülkesindeki altüst oluşlardan sonra siyasi, ekonomik ve toplumsal sarsıntılar geçiren Mısır, bir zamanlar Afrika ve Ortadoğu'da üstlendiği "amiral gemisi kaptanı" konumunu yitirdi; dış politikada inisiyatifi Suudi Arabistan'a kaptırmış oldu. 

Suudi Arabistan genel anlamda sakin, sessiz, serinkanlı ve arka kapı diplomasisini tercih etmesiyle bilinir. Stratejik dış politikasının sacayakları şunlardır: İslam dünyasındaki ruhani/dini ağırlığı, Körfez bölgesindeki stratejik konumu ve yüksek miktardaki Petro-doları. Lakin Ihvan hareketinin Tunus ve Mısır'da kazançlı çıkması; Suriye'de silahlı mücadeleye fiilen katılarak Türkiye-Katar ikilisi tarafından aktif biçimde desteklenmesi, diğer benzerlerinin Ortadoğu ve Avrupa'daki toplumsal/siyasal rollerinin artması gibi etkenler Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri yönetimlerini teyakkuza geçirdi.  10

Her iki devlet, politik İslamcılığın simgesi haline gelen Ihvancıları, kendi rejimleri için ciddi bir tehlike olarak görüp bunlara karşı siyasal, teolojik ve güvenlik mücadelesi başlattılar.

 

Katar Emiri Temim bin Hamad el Sani ile Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, birlikte hareket eden iki müttefik.jpg
Katar Emiri Temim bin Hamad el Sani ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, birlikte hareket eden iki müttefik / Fotoğraf: AA


Suudi-BAE (Birleşik Arap Emirlikleri) ikilisi, İhvan hareketlerine silah ve para dâhil hemen her türlü desteği sunan Türkiye-Katar ikilisinin önünü Mısır, Sudan, Suriye, Ürdün, Libya ve Tunus'ta kesmeye gayret ettiler; onlara rakip siyasi ve İslamcı oluşumlara el uzatarak yardımda bulundular. 

Suriye ve Irak'taki muhalif güçlere, bu arada silahlı cemaatlere arka çıkma hususunda Türkiye ile ortak hareket eden S. Arabistan ile BAE, AKP iktidarıyla ters düşerek zıt hatta karşıt siyasetler de güttüler.
 

Suudi Arabistan Kralı Salman ile Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, eski dostlar arasına Ihvan meselesi girdi_.jpg
Suudi Arabistan Kralı Salman ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; eski dostlar arasına İhvan meselesi girdi / Fotoğraf: AA


Özellikle Suudi yönetimi, Arap dünyasındaki kaostan yararlanarak Lübnan ile Irak'ta nüfuzunu artıran İran ile kaostan istifade ederek Yeni Osmanlıcılık politikası çerçevesinde Suriye, Libya, Akdeniz, Irak, Katar ve Lübnan'a müdahale eden Türkiye'yi kuşatma ve önünü kesme politikası gütmeye başladı. 

Bağlantılı olarak BAE ile Suudi yönetimleri, Yemen'deki iç savaşa askeri müdahalede bulundular. Türkiye'nin müttefiki Katar'ı ekonomik ve siyasi bakımdan çembere aldılar.
 

İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri olan İran ile Suudi Arabistan, Türkiye ile S. Arabistan ilişkileri bozuldu-AA.jpg
İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri olan İran ile Suudi Arabistan, Türkiye ile S. Arabistan ilişkileri bozuldu / Fotoğraf: AA


Aynı ikili; Suriye, Bahreyn, Yemen politikalarında ise Damage Control (Hasar Denetimi) ve Engagement Policy (Angajman Siyaseti) uyguladı; yani tehlikenin kapıya dayanmasını beklemeksizin yerinde müdahalede bulundu. 

Körfez ülkeleri açısından köklü bir değişim daha yaşandı: Fas ve Sudan da dâhil hemen hepsi, İsrail ile gizli ve açık ilişki kurdular.

Filistin meselesinin çözümünü öngören eski Arap ortak barış planlarından vazgeçerek, ABD-Suudi-BAE-İsrail mutabakatı çerçevesinde "Asrın Barışı" adı altında bir planı kabul ettiler.

Plan, "ekonomik kalkınma" yoluyla siyasetten arınmış bir Filistin çözümünü dayatıyor; Filistin halkına, devlet kurma hakkı tanımıyor. 
 


Stratejik bir adım da ABD yönetiminden geldi: ABD, büyükelçilik binasını Tel Aviv'den Kudüs'e taşıyarak bu tarihi şehrin "İsrail'in ezeli ve ebedi başkenti" olduğu iddiasına meşruluk kazandırdı. 

Geçmişe bakıldığında; 1991'deki Körfez Savaşı sırasında İsrail'i füzelerle imha edeceğini vadeden Saddam Hüseyin'e sözlü destek veren Filistin lideri Arafat, Batı ve Arap dünyasındaki resmi itibarını yitirmişti.

Daha da önemlisi, Filistin örgütleri ve halkına verilen Petro-dolar yardımları kesilmiş, hatta Körfez ülkelerinde çalışan Filistinli göçmenler yurtdışı edilmişti.

O günkü tecrit, "Arap Baharı" denen olaylar dizisiyle birlikte giderek ağırlaştı. Filistin davası, neredeyse Arap dış politikasının en alt seviyesine indirildi.

"Asrın Barışı" projesi, bu tecrit edilmişliğin trajik sonuçlarından biridir. "Filistin out, Israel in" (Filistin dışarı, İsrail içeri) deyimi, günümüz politikasının simgesi oluvermiştir. 

İlk başlarda "Arap Baharı" olaylarının İran İslam Devrimi ruhundan ilham aldığı kanısını taşıyan İran yönetimi, çok geçmeden acı gerçeği gördü.

Özellikle Suudi Arabistan-Katar ikilisinin başını çektiği Körfez ülkeleri, iç savaşın yolunu açan Suriye muhalefetine (Türkiye'nin faal yardımıyla) aktif destek verdiler.

Amaç, İran'ın Lübnan, Suriye ve Irak'taki nüfuzunu büyük ölçüde kırmaktı.
 

Suudi Arabistan veliahtı Muhammed bin Salman ile Katar Emiri Temim bin Hamad, kopmuş ilişkileri düzeltme görüşmesi, Ocak 2021 .jpg
Suudi Arabistan veliahtı Muhammed bin Salman ile Katar Emiri Temim bin Hamad, kopmuş ilişkileri düzeltme görüşmesi, Ocak 2021


Bu durumu gören İran, karşı hamle yaparak çatışma alanını Irak ile Yemen'i kapsayacak ölçüde genişletti.

Olanca gücüyle Esad'ı desteklemekle yetinmedi; Hizbullah milisleriyle, Iraklı ve Afganistanlı Şiilerden oluşan milisleri de Suriye'ye gönderdi.

Husiler aracılığıyla Yemen'deki Körfez destekli birliklerle sıcak çatışmaya müdahil oldu. 11 

Karşıt taraflar, birbirlerine karşı kullanmak maksadıyla gelişmelerin gidişatına göre arada bir Suriye ile Irak'taki Kürt siyasi ve siyasi kesimlerine destek vermeyi de ihmal etmediler.
 

İran Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani, Suriye'ye yönetimine destek için Hizbullah'ı seferber etti, çok sayıda Afganistanlı ve Iraklı .jpg
İran Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani, Suriye'ye yönetimine destek için Hizbullah'ı seferber etti, çok sayıda Afganistanlı ve Iraklı Şiilerden oluşan milisleri de Suriye'ye gönderdi / Fotoğraf: AA


Hal böyle olunca; Arap Baharı sürecinde başlayıp günümüzde devam eden dönemde dört farklı "İslami" oluşumun birbirleriyle eş zamanlı çatışmalarına tanık olabiliyoruz. 

Bir: Geleneksel Sünniliği temsil edenler (S. Arabistan, BAE, Katar, Mısır, Türkiye, vs) ile Şiiliğin resmi temsilcisi İran ve müttefikleri olan Hizbullah, Husiler, Iraklı Haşdi Şaabi milisleri vs arasındaki çatışmalar.

İki: Ihvan hareketinin destekçisi Türkiye ve Katar ile S. Arabistan, BAE, Mısır arasındaki mücadele.

Üç: Arap-İslam ülkelerinin Sünni yöneticileriyle IŞİD, El Kaide ve benzeri cihatçı oluşumlar arasındaki çatışmalar.

Dört: Cihatçı örgütler arasındaki çatışmalar. 

Tabii, söz konusu devletlerden bazıları, vaziyete göre savaş meydanındaki cihatçıları birbirlerine karşı kullanmayı da ihmal etmiyorlar. İdlib ve Libya'da yaşananlar buna örnektir. 


Türkiye'ye dönersek: 

Arap Baharı öncesinde dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından yazılmış olan "Stratejik Derinlik" isimli eser, kanımca onun öğretim görevlisi olduğu dönemdeki Osmanlı sevdası ve necip din kardeşlerinin yaşadığı Arap dünyasıyla birleşip kaynaşma nostaljisinin ürünüdür.

Bu doğrultuda belli dostluklar inşa edilip genişletildi. Schengen misali "Şamgen" projesi bile önerildi. Projede yer alan ülkeler Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün idiler. 12

Davutoğlu'nun danışmanlık ve bakanlık makamındayken önerdiği "komşularla sıfır sorun" ve "soft power" (yumuşak güç) politikaları da hayatın gerçeklerinden azade bir özlemi ifade etmekteydi.

Suriyeli muhalifleri her bakımdan destekleme ve savaşı alabildiğine harlamanın yanı sıra Türkiye'nin önerdiği tampon bölge, sınır ötesi askeri operasyonun önü Rusya ve batılı devletler tarafından kesilince, bu kez "değerli yalnızlık" politikası devreye girdi.

Davutoğlu'nun istifasından sonra, bu politika da kısa sürdü. 

Bu arada dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Filistin davasına hamasetle sahip çıkıyor; bu çerçevede Hamas ve hatta Şii Hizbullah gibi direniş örgütlerini İsrail'e karşı destekliyordu.

Aynı çerçevede Davos'ta yaptığı Dünya Ekonomi Forumu'ndaki konuşmasında İsrail Cumhurbaşkanı Peres'in yüzüne karşı "İsrail, katil devlettir" demişti ki, bu söz "one minute" olarak dünya siyasi literatürüne girdi. 
 

R. Tayyip Erdoğan Davos'ta Cumhurbaşkanı Şimon Perez'in yüzüne  İsrail  katil devlettir demişti. .jpg
R. Tayyip Erdoğan, Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in yüzüne "İsrail katil devlettir" demişti / Fotoğraf: AA


Mavi Marmara Gemisi olayı (31 Mayıs 2010) ile bu tutumu, AKP iktidarına Arap dünyasında büyük itibar kazandırmıştı.

Bununla birlikte Türkiye de, Arap Baharı isyanlarına hazırlıksız yakalanmış; dış politikasının doğrultusunu tayin edememişti.

Mesela NATO kuvvetleri Libya'ya girdiklerinde Erdoğan "Ne işleri var orada?" demişse de daha sonra Türk gemileri, o güçlere erketelik yapmıştı.

Bu bağlamda ele alındığında, Arap halklarının isyanı sonrası gelişmeler, bölge ve dünya dengelerinde yaşanan değişimler (özellikle jeopolitik taktikler) bir yanıyla Türkiye'nin önüne fırsatlar, diğer yanıyla zorluklar çıkardı. 13

Bilinen o değişken pragmatizmiyle hareket eden AKP iktidarı, 3 Aralık 2011'de Basın Yayın Genel Müdürlüğü aracılığıyla 22 Arap ülkesinden 140 gazeteciyi İstanbul'a davet etti.

Ardından o hareketlere katılan kimi kadın şahsiyetlerin İstanbul ve Ankara'da söyleşiler yapmasına olanak tanıdı.

Bu arada Ihvan hareketinin kimi temsilcilerini Türkiye'de ağırlayıp, tecrübelerini onlara aktardı. Seçimlerde Nahda (Tunus) ile İhvan (Mısır) hareketine maddi ve manevi imkânlar sundu. 

AKP, kendini "rol model" olarak sunmuş, bu da batılı devletler nezdinde kabul görmüştü. Gelişmeler Suriye'de düğümlenip trajik bir savaşa dönüşünce, sıkıntı başladı ve iş çığırından çıktı.

Suriyeli Ihvancıların hamisi rolüne soyunan iktidar, serinkanlılığını yitirdi ve giderek sertleşti. Bu arada Irak'ta Başbakan Yardımcısı Tarık Haşimi'ye verdiği destek yüzünden Bağdat yönetimiyle arası açıldı.

Suriye'deki Kürtleri, kendisinin desteklediği muhaliflerin çatı örgütüne bağlamayı başaramayınca, PYD ile çatışma süreci başladı.

Oradaki Kürt meselesi, "Türkiye'nin bekası" haline geldi. Bu beka gerekçesi, yıllar sonra Kürtlerin yaşadıkları Afrin ve diğer bazı bölgelerin operasyonla ele geçirilmesiyle sonuçlandı. 14


İzleyen süreçte, S. Arabistan, BAE ve Mısır ile arası açıldı. Birçok Arap ülkesinde Türkiye aleyhinde kitlesel kamuoyu oluştu.

Akademisyen Cihat Tuğal'ın ifadesiyle "Arap Baharı sürecindeki tıkanma, Türkiye'yi emperyalist bir rotaya itti." 15 

Ben bu kavramı, "Ölçüsüz alt emperyal heves ve tamahkârlık" olarak tanımlıyorum ki, aktif müdahaleci bu politika, aslında "yeni Osmanlıcılık" fikriyatına dayalı "milli güvenliği" ulusal sınırların ötesinde ikame etme politikasıdır.

Dolayısıyla Libya, Azerbaycan, Suriye, Irak, Katar (eskiden) Sudan, Akdeniz (Mavi Vatan) ve Somali'de Türkiye'nin askeri ve sivil varlığı, onu hegemonya peşinde koşan bir güç konumuna getirmiştir. 

Şimdilik dinamik biçimde yükselişte olan Türkiye'nin bu politikası, aslında "beka, milli birlik ve beraberlik" şiarıyla içerideki her türlü muhalefeti sindirmek veya hizaya getirmek suretiyle iktidarını perçinlemeyi amaçlıyor. 

Prof. Dr. Hamit Bozarslan'ın tanımıyla, "Türkiye'de ciddi bir şekilde rasyonalitenin imhası" 16 hem ülkenin komşularını hem de ABD, AB ve Rusya'yı ürkütebiliyor. 


Görüldüğü üzere, Amerika’nın Sesi (VOA) sitesinde 9 Aralık 2011 tarihinde yayınladığı Washington’daki Ortadoğu Enstitüsü tarafından hazırlanan aşağıdaki raporu, günümüzde gerçekliğini yitirmemiş olsa bile hem erken ve eksik bir teşhistir, hem de olayların üzerinden 10 yıl geçtikten sonra Avrupa ile Türkiye’nin dış ve iç politikalarına yansıyan ciddi açmazlarla sorunları öngörememiştir. 

Avrupa, bir tek Libya dışında Arap Baharı'nın etkisi altına giren diğer ülkelerdeki gelişmeleri dışarıdan izlemek zorunda kaldı.

Ama bölge ülkelerinden Türkiye, Arap Baharı’ndan güçlenerek çıktı. Washington'daki Ortadoğu Enstitüsü tarafından hazırlanan bir rapor da buna dikkati çekiyor.

Arap Baharı bazı ülkeleri güçlerinin sınırlarıyla tanıştırdı, bazılarınaysa güç kazandırdı. Bu şanslı ülkelerden biri Türkiye oldu.

Türkiye kendini Ortadoğu diplomasisinin içinde daha güçlü bir oyuncu, aynı zamanda Amerika'nın kilit bir müttefiki olarak buldu.

 

Kaynakça:

1. Fikret Başkaya, Samir Amin ile söyleşi, 22 Eylül 2014.
2. Sputnik, 10 Ocak 2017.
3. Deutsche Welle, "Dış Politikada 2012: Arap Baharı", 27 Aralık 2012.
4. Yeni Şafak, 11 Nisan 2011.
5. Deutsche Welle, "Dış Politikada 2012: Arap Baharı", 27 Aralık 2012.
6. British special forces ‘operating inside Syria alongside rebels", The Telegraph, 6 June 2016, aktaran Sputnik.
7. Financial Times, "Syrian advance raises fear of race for Raqqa", 7 Haziran 2016. 
8. Financial Times, "How Israel can marshal the ‘good news' from the Middle East", 1 Haziran 2016. Aktaran Cenk Ağcabey, "Yaratıcı kaos Suriye'ye neler getirdi?", sendika.org sitesi, 9 Haziran 2016.
9. Aylin Ünver Moi, "Arap Baharı ve Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri", OrtadoğuAnaliz, cilt 4, sayı 48, Aralık 2012. 
10. Halid bin Nayif el Habbas, Arap Birliği Genel Sekreter Danışmanı, El Hayat gazetesi, 14 Ağustos 2011. 
11. Benzer bir analiz için bkz. Meliha Benli Altunışık, OrtadoğuAnaliz, cilt 5, sayı 53, Mayıs 2013. 
12. H. Hanizadeh, "Shamgen, Bright Future for United Asia," 9 March 2011, www.eurasiareview.com/09032011-shamgen-bright-future-for-united-asia/.
13. Nathalie Tocci, "Turkey and the Arab Spring: Implications for Turkish Foreign Policy in Transatlantic Perspective", Washington, DC: Carnegie Endowment for International Peace, 12 Eylül 2011.
14. Özden Zeynep Oktav, Arap Baharı ve Türkiye-Körfez Devletleri İlişkileri, OrtadoğuAnaliz, cilt 5, sayı 51, Mayıs 2013.
15. Cihan Tuğal, Gazete Duvar'da yayınlanan söyleşi, 26 Aralık 2020. 
16. Henrich Böll Vakfı Türkiye temsilciliği sitesi, "Hamit Bozarslan'la Suriye, Ortadoğu ve ‘Büyük Resim': Devletlerin Çöküşü, Toplumların Çözülüşü", 13 Nisan 2016, İstanbul.


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU