1977 genel seçimlerinde en genç milletvekili olarak Meclis'e giren ilk hukukçu oldu.
12 Eylül askeri darbesinden sonra Dev-Yol ile ilişkisi olduğu iddiasıyla bir yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Bir dönem Erdal İnönü'nün kurucu genel başkanı olduğu Sosyal Demokrat Halkçı Partisi'nde siyaset yaptı.
1992'de siyasal yaşama yeniden dönüşü üzerine CHP'deki yerini aldı.
CHP'nin en solundaki isimlerden biri olarak bilindi.
Partide Genel Sekreterlik dahil olmak üzere birçok görevlerde bulundu ancak 2004'te CHP'den ihraç edildi.
Recep Tayyip Erdoğan'ın daveti üzerine 2007 genel seçimleri öncesi AK Parti'ye katıldı.
60 ile 61. hükümetlerde 6 yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlerinde bulundu.
17 Aralık soruşturması sonrası alınan bazı kararları gerekçe göstererek 2013'te AK Parti'den istifa etti.
Siyasi geçmişi hakkında kısa bilgi verilen kişi Ertuğrul Günay.
Türkiye'nin son yarım asırlık siyasi hayatına tanıklık eden Günay, Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
Hem hukukçu hem de AK Parti'de iki dönem bakanlık yapmış biri olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "ekonomi ve hukuk reformu başlatıyoruz" açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçek anlamda bir reformun olacağını düşünüyor musunuz?
Genel olarak Türkiye'de bir reforma ihtiyaç olduğunu düşünüyorum ama ne yazık ki toplumun beklentisi doğrultusunda bir reform olacağını düşünmüyorum. Nitekim Sayın Erdoğan ekonomi ve hukuk alanında bir reformdan söz ettiğinde toplumda bir iyimserlik oluştu. Ama hemen ardından kendisinin ve iktidarın küçük ortağının grup konuşmasında bunun olamayacağını ya da atılan adımların derde deva olmayacağını ve bugünkü otoriter talihsiz sistemin büyük ölçüde devam edeceğini gördük. Neden böyle bir söyleme ihtiyaç oldu? Sanıyorum Maliye ve Hazine Bakanı'nın gece yarısı ansızın istifa etmesinden sonra olumsuz bir dalgalanmadan endişe edildi. 2000'lerdeki Ecevit-Sezer çekişmesinde benzer bir konjonktürün ortaya çıkma kaygısı duyuldu. Bunu yatıştırmak için böyle bir söylem dillendirildi. Ama ne yazık ki arkası gelmedi ve gördüğüm kadarıyla gelmeyecek.
"AK Parti kendi evlatlarını yiyen bir yapıya doğru hızla ilerliyor"
AK Parti'den kopanlar DEVA ve Gelecek Partisi'ni kurdu. Yeni kopuşların olacağını düşünüyor musunuz? Kopuşları neye bağlıyorsunuz?
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kuruluşunun üzerinden 18-19 yıl geçti ve bunun tamamına yakınını iktidarda geçirdi. Dünyada da siyasetin böyle bir gerçeği var. Uzun süren iktidarlar en masum tabiriyle yoruluyor ve yıpranıyorlar. Hele bizim gibi gelişmekte olan, taleplerin yüksek ve arz olanaklarının kısıtlı olduğu ülkelerde kaçınılmaz olarak yıpranıyorlar. Bu süreçte çevresi sarılan iktidarlar kirleniyorlar. AK Parti iktidarında da özellikle son 5-6 yılda bu süreç görünür bir biçimde işlemeye başladı. AK Parti içerisinde sadece iktidardan nemalanlar değil, daha demokratik ve çoğulcu bir ülke, insan ve kul hakkına saygılı olacak bir Türkiye umuduyla oy vermiş mütedeyyin ve muhafazakar insanlar vardı. Ve artık bu insanlar aradıklarını bulamıyorlar. Türkiye'de genel bir memnuniyetsizlik oluşmaya başladı. Haliyle bu insanlarda toplumun genel duygusundan etkileniyorlar. İşte iki arkadaşımız birisi uzun süre bakanlık yapmış, birisi danışmanlık, bakanlık ve başbakanlık yapmış. İki arkadaşımızın öncülüğünde iki ayrı yeni parti kuruldu. AK Parti içerisinde huzursuzluk bundan mı ibaret? Hayır. Bence değil. İçerde kalıp hala memnuniyetsizliklerini yakınlarına söyleyen ama genelde henüz suskun kalmayı tercih eden çok geniş bir kitle de var. Nitekim partinin kuruluş çizgisinden bir arkadaşımız, son yıllardaki savrulmayı eleştiren bir röportaj verdi. Parti, derhal o sert ve acımasız yüzünü gösterip disipline sevk etti. Başka bir arkadaşımız masum insani bir adım attığı için yani bir suçtan suçlanmış kişinin cenazesine katıldığı için değil, ailesine başsağlığı dilediği için savcılar hakkında soruşturma açtı. Parti kendi evlatlarını yiyen bir yapıya doğru hızla ilerliyor. O yüzden ben bugünkü kopuşların seçimde daha çok hızlanacağını ve önümüzdeki seçim sürecinde başını iki elinin arasına alıp düşüneceği bir sonuçla karşı karşıya kalacağını tahmin ediyorum.
"Aklı olan yanlışı görünce trenden ayrılır"
Sayın Erdoğan, kopuşları, "Trenden inenler bir daha trene binemez" diye açıklıyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz? Bunlar trenden indiler mi, indirildiler mi?
Tren yoldan çıkınca tehlikeli bir mecraya veya uçuruma doğru ilerlemeye başlayınca aklı olanlar trenden iner. Yani bir maceraya doğru sürükleniyorsanız ilerdeki köprünün yıkık olduğunu bilip de hala trende oturmaya devam ediyorsanız uçurumdan aşağıya atlamaya çalışıyorsunuz demektir. Aklı olan yanlışı görünce ayrılır. Bakın siyasi partiler bir ilke, bir fikir etrafında oluşan yapılardır. Fikirlerde ciddi bir sapma oldu. Yola yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edeceğiz diye çıkmışsınız, bugün yasakçı bir parti olmuşsunuz. Yoksulluk ciddiye alınmaz bir hal almış ve yolsuzluklarda karneniz birinci hanesi haline gelmişse, baştan o niyetler yola çıkanların sizinle yol arkadaşlığına devam etmesi akılsızlıktır. Bu kendisini dünyanın ve siyasetin merkezine koyan insanların terminolojisidir. Bizden ayrılanlar ‘şöyledir, böyledir' derler. Önce kendinize bakacaksınız. Aynayı elinize alıp ‘ben yolumdan ayrıldım mı ayrılmadım mı?', ‘söylediklerimden saptım mı sapmadım mı?' diye dönüp kendinize bakacaksınız.
"Türkiye'yi milliyetçi ve istismarcı bir kulvara soktular"
AK Parti'nin ilk dönemlerinde, Aleviler, solcular, Kürtler, liberaller, muhafazakarlar ve demokratlar yer aldı. Bu sayılanların sesi çıkıyor mu? Parti de şu an kimler yer alıyor?
Hayır. Şimdi o dönemi hatırlayalım. AK Parti 2000'lerde Türkiye'de siyasetin dibe vurduğu, ekonomik ve siyasal anlamda çok partili sistemin büyük sıkıntılar yaşadığı bir ortamda yeni bir umut gibi doğdu. Evet, çekirdeği Milli Görüş geleneğinden gelen arkadaşlarımız oluşturuyordu ama Doğru Yol ve Anavatan Partisi'nde önemli görevlerde bulunmuş, çeşitli kulvarlarda siyasette öne çıkmış hatta sol ve demokrat kesimlerden birçok insan partinin kurucusu oldu, yöneticilik yaptı. AK Parti yeni bir hareket olduğu için ilk seçimlerde yüzde 35 civarında oy aldı. O konjonktürde bir umut vardı. Çoğulcu, demokrat, Avrupa Birliği (AB) doğrultusunda, hem toplumun değerlerine saygılı hem de modernleşmeci yüzünün yararlarını içselleştirmiş bir hareket olarak ortaya çıkmışlardı. 2013'lerin başlarında, dönemin İstanbul İl Başkanı olan bir arkadaşımız "bu bir kuruluş ve yükseliş dönemiydi ve artık bu dönem sona erdi. Biz kendi arkadaşlarımızla yürüyeceğiz" demişti. Bence o önemli bir kırılma noktasıydı. Zaten konuştuklarımız da o döneme denk geliyor. ‘Biz artık her seçimi kazanıyoruz, başkasına ihtiyacımız yok' deyip yeni bir yola savruldular. Keşke o baştaki çekirdek kadro ittifaklardan koparak kendileri yürümeyi başarsalardı. O bile olmadı. 5-10 yıl önce Ergenekoncu diye hapse attıkları, bilmem ne kumpas diye yargılamaya kalktıkları ya da ‘tüm milliyetçilikleri ayaklarımın altına alıp çiğniyorum' dediğinde en çok karşı karşıya geldikleri çevrelerle zoraki bir ittifak yapıldı. Rahmetli Erbakan'ın deyimiyle kerhen bir ittifak yapmak zorunda kaldılar. Bu inandırıcı değil. İki partinin bugünkü koalisyonu taraflar açısından inandırıcı olmadığı için Türkiye'nin de hayrına değil. Türkiye'yi milliyetçi ve istismarcı bir kulvara soktular. Bunun içtenlikle olmadığını, geçmişte bu iki tarafın birbirlerine neler söylediğini, neler yaptığını bilen herkes bunun bir zoraki ittifak, kerhen bir ittifak olduğunu ve devam edemeyeceğini biliyor. Bu zoraki nikahın Türkiye'ye ağır bir faturaya mal olacağını aklı başında olan herkes görüyor.
"Malazgirt'te kurulan ittifak yanlış politikalar yüzünden yıkılıyor"
Erdoğan geçen hafta TBMM'deki grup toplantısında Kürt sorunun olmadığını, iktidar olarak bu sorunu çözdüklerini söyledi. Türkiye Kürt sorunun çözüldüğüne inanıyor musunuz?
Daha kangren hale getirildiğine inanıyorum. Sayın Erdoğan 2005 yılında ‘Kürt sorunu vardır ve bu benimde sorunum' dediğinde muhalefet kıyamet koparmıştı. Bence o doğru bir söz ve doğru bir yaklaşımdı. Keşke sürdürülebilseydi. Arada 2009'da 2012 ve 2013 de birtakım yeni denemeler yapıldı. Özellikle 2013 sürecindeki denemenin yöntemleri açısından eleştirdim ama sorunun çözülmesi konusundaki bütün çabaları içtenlikle destekledim. Çünkü biz Türkiye Cumhuriyeti'nde hak ve özgürlüklerde bütün yurttaşları bir ve eşit sayan bir yapı kuramadık. Türkiye'deki birçok okur-yazar gibi AK Parti'nin bazı bedeller ödeyerek ve geçmişteki yanlışlardan ders çıkararak bu yolda iyi niyetle adımlar atacak hayalini taşıdı. Ta ki Sayın Erdoğan 2013,14 ve 15'te kendi iç sıkıntılara mahkum olup, kişiliği ve yakın çevresi ile ilgili iddialarla karşı karşıya kaldığı ve ideallerinden vazgeçip tam tersine o politikaları en ağır biçimde eleştiren çevrelerin söylemine esir oluncaya kadar. Kürt meselesinin çözümü, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının gönüllü yurttaşlık temeli içinde bu ilkeyi içselleştirmesi ve bizi ortak vatanda ortak kaderi paylaştığımız, herkes tarafından sahiplenmesidir. Bu doğrultuda Türkiye en sıkıntılı ve en çözümsüz bir noktaya doğru sürüklendi. Türkiye son yıllarda hem içerde hem de dışarda yürüttüğü politikalarla ülkenin en temel sorununu içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Bana çok üzüntü verici bir şey paylaşmak istiyorum. Bundan birkaç yıl önceydi. Hatay'dan Urfa'ya kadar Güneydoğu coğrafyasında yaptığımız eski eserlerin ne halde olduğunu ve dostlarımı görmek için bir gezi yapmıştım. Güneydoğu'da AK Parti kadroları içinden bir arkadaşımız dedi ki ‘ben İslami gelenekten gelen bir insanım ama Türkiye'nin sorunlarının demokrasi ile çözüleceğine inanıyorum. Size bu yüzden düşüncemi açıklıyorum. Çok üzüntü ile söylüyorum ki Malazgirt'te kurulan ittifak ne yazık ki bu yanlış politikalar yüzünden yıkılıyor' demişti. Bu cümlenin altını çiziyorum. Gerçekten son yıllarda sürdürülen politikalarla Türkiye Cumhuriyeti'nin en fazla çözüm bekleyen ve çözümü ancak demokrasiyle mümkün olan sorunu akılsız politikalarla kangrenleştirerek çözümsüz hale getirildi.
"Türkiye siyaseti çok ticarileşti"
Kültür ve turizmin geleceğini nasıl görüyorsunuz. Özel okulları olan birinin Milli Eğitim Bakanı, özel hastanesi olan birinin Sağlık Bakanı ve turizm sektöründe faaliyet gösteren birinin Kültür ve Turizm Bakanı yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptım. O yüzden mevcut bakanlık işleyişi ile ilgili bir şey söylemem yanlış anlaşılır. Övmek yakışmadığı gibi yermek de yakışmaz. Ama dünyanın herhangi medeni bir ülkesinde bakanın kendi bakanlığının kiracısı olduğunun başka bir örneği var mıdır bilmiyorum. Türkiye siyaseti çok ticarileşti. Milli Eğitim Bakanımızın özel okulları, Sağlık Bakanımızın özel hastanesi ile üniversitesi ve Turizm Bakanımızın da otelleri var. Hem devletin işlerini hem de kendiişlerini yapmaya çalışıyorlar. Bu dünyanın modern siyaset geleneğine uygun olmadığı gibi devlet geleneğimize de uygun değil. Bundan ötesini söylemem. Yanlış anlaşılabilir. Bana da yakışmaz. Aradan geçen 7-8 sene sonra daha iyileri yapılsın isterdim. Bu kadarını söylemekle yetineyim.
"Riyakarlık AK Parti'yi esir almış durumda"
Bülent Arınç ve İhsan Arslan örneğini göz önünde bulundurursak neden konuşan herkes dışlandı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar denilen, dost acı söyler denilen bir ülke. Geçen gün bunları sosyal medyada da yazmıştım. Çok güzel bir söz daha duydum ‘doğru söylenin ayağı üzengide gerek' diye bir atasözümüz var. Doğruyu söylediğiniz zaman hemen üzerinize çullanıyorlar. Doğrudan hoşlanmazlar. Ne yazık ki doğulu toplumlar riyakarlığı ve baştakini överek yükseltmeyi seviyor. Batılı liderler bundan hoşlanıyor olabilir ama orada riyakarlık rahatsız edici boyutta değil. Doğulu toplumlar otoriter yapılar olduğu ve riyakarlığı sevdiği için siz çıkıp doğru veya aykırı bir şey söylediğinizde hemen çevresindekiler sizi kötülemeye başlıyor. Otoriterlerde ‘ben doğruyum, bu kadar iyi şeyler yapmama rağmen görülmüyor' diye doğru ve aykırı söylemde bulunanları hedef alıyor. Halbuki dönüp kendisine baksa yanlışlarını görür ve mesafe alır. Bu sadece AK Parti'ye özgü bir şey değil. Mesela CHP geleneğinde uzun yıllar bulundum. Orada doğruyu söylemek için inat ve ısrar edince ihraç edildim. Nereye geldiysem kendi tırnaklarımla geldim. Güç toplayanlar doğrucu tavrımdan hoşlanmadı. Bugün aynı şeyleri AK Parti'de görüyorum. Bakın dünyayı evet diyenler değil hayır, itiraz edenler ve aykırı olanlar değiştiriyor. Bizim toplum, doğu toplumları çok anlamış değil. Bunu anlasak aslında yerimizde saymayacağız. Ziya Paşa'nın ‘Şarkı gezdim hüsrana uğradım, Batı'yı gezdim hayran oldum' diye mealen bir şiiri var. Neden 1-2 asırdır biz yerimizde sayarken, Batı toplumu ilerliyor? Çünkü orada aykırı fikrin, itirazın ve farklı düşüncenin itibarı var. Biz ise farklı düşünceyi köreltmeye, aykırı olanı suçlamaya, itirazı susturmaya çalışıyoruz. Bunu bugünkü güncel siyasetten bağımsız söylüyorum. Doğu toplumların böyle bir özelliği var. Aşağıdakini eziyorsunuz, yukarıdakine de yaltaklanıyorsunuz. Bu toplumu iyiliğe götürmüyor. Ve ne yazık ki bu doğu toplumlarının temel bir sorunudur. Bugün bu kötü alışkanlık iktidar partisini de esir etmiş vaziyette.
"Erdoğan MHP'nin gönlünü kırmamak için partilileri susturuyor"
"AK Parti tabanı Erdoğan, Erdoğan da Devlet Bahçeli tarafından rehin alınmış durumda" yorumu yapanlar var. Kim kimi rehin almış, sizin değerlendirmeniz nedir?
Ben baştan beri bu yorumu yapıyorum. İttifak başladığından beri kazançlı çıkan MHP'dir. MHP içerdeki ihtilaflardan dolayı bir dağılma sürecindeydi. Kurultay veya kongre yapılsa belki içerdeki muhalifler kazanırdı. Ama mahkeme ertelendi ve partiden dışlanmak zorunda kaldılar. MHP ‘fiili durumu hukuki durum yapmak gerekir' diyerek anayasa oylaması ve arkasından Türkiye'yi erken seçime zorladı. Dağılmaktan kurtuldu. Küçük bir parti olarak varlığını sürdürüyor ama o küçücük yapısıyla bugün iktidarı kontrol ediyor. Bunu her eşikte görüyoruz. Yani her kritik olayda Sayın Erdoğan MHP'nin gönlünü kırmamak için ya partisi içerisindekileri susturuyor veya muhaliflere acımasız bir dille hücum ediyor.
Geçen haftaki tartışmalarda Sayın Erdoğan, Sayın Bahçeli'nin övdüğü kişi konusunda suskun kaldı. Erdoğan'ın ‘viran olası hanede iktidar var' derdiyle susmak zorunda kaldığını tahmin etmiyorum, biliyorum. Eskimiş arkaik devlet politikaları AK Parti'yi teslim aldı. Şimdi iktidar olmak için cumhurbaşkanlığını elde etmek gerekiyor. Onu elde etmek için yüzde 50+1 gerekiyor. Yüzde 50+1 için de ne çare ki MHP oyuna muhtaç. MHP'de yüzde 8-10'luk oyuyla iktidarı ipotek altına alıyor. Bunun çok örneği var. Erdoğan, yakın çevresinden eski bir arkadaşını hukuk reformunu farklı yorumladı diye ters yüz etti. Neden etti? Çünkü MHP o kapıyı aralamadı. Kimin kimi yönettiği çok açık. Politikada ‘ben söylemiştim' söylemi pek hoş değil ama bunu yazılı tarihiyle söyleyebilirim. 2018'de ittifak kurulurken ‘bundan MHP yararlı çıkacak ama AK Parti'ye neye mal olacak o belli değil' demiştim. MHP 1974-75'li yıllarda Adalet Partisi'yle bir koalisyon kurdu, koalisyondan sonra çok partili sistemde en zayıf oyunu aldı. Sonra 1999'larda Ecevit ile bir koalisyon kurdu. Ecevit yüzde 22'lerden yüzde 1,5-2'lere indi. Şimdi seçime kadar bekleyip AK Parti'ye neye mal olacağını hep beraber göreceğiz.
"AK Parti kuruluş felsefesinden ayrılmanın bedelini ağır ödeyecek"
Bu durumda Ak Parti'nin bir yol ayrımında olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bence AK Parti o yol ayrımını geçti. AK Parti 2011 seçiminden sonra vaatlerini tutup ülkeyi demokratik parlamenter sistem çerçevesinde hukuk devleti, çoğulculuk, Kürt sorununu çözme ve Avrupa Birliği sürecinde attığı adımları sürdürme konusunda bir tercih yapabilirdi. O gün bazı eleştirileri alsa bile bugün çok itibarlı ve geleceği olan bir parti olabilirdi. Ne yazık ki AK Parti tamamen o trenden indi. Batı'ya, Avrupa Birliği'ne, çoğulculuğa, demokrasiye giden yoldan ayrıldı. Şu an yanlış ve çıkmaz bir yolda. Tarih istisnai olarak bazen geriye doğru gidiyormuş gibi gözükebilir ama ne tarih ne de sular geriye doğru akmaz. Bu istisnai dönemi aşacağız. AK Parti kuruluş felsefesinden ayrılmış olmanın bedelini ilk seçimlerde ağır biçimde ödeyecek.
"MHP orada da süreci süründüren bir işlev gördü"
2001 krizini ve o dönemde Devlet Bahçeli'nin oynadığı rolü göz önünde bulundurduğumuzda neler söylemek istersiniz?
1999'da Ecevit'in başkanlığında Mesut Yılmaz ve Bahçeli'nin katılımıyla ANASOL-M koalisyonu kurulmuştu. Ecevit karizmatik bir siyaset adamıydı ama o iktidar bir anlamda sağlığının bozulduğu bir döneme rastlamıştı. 99'daki deprem talihsizliği de yaşandı. Depremin etkisi ve kadroların yetersizliği nedeniyle bir başarısızlık yaşandı. MHP orada da süreci süründüren bir işlev gördü. Herhangi olumlu bir etki yapmadı. O süreç Öcalan'ın yakalandığı ve Türkiye'ye getirildiği bir süreçti. MHP'nin en keskin olduğu konulardan biri. Öcalan'ın idam infazının kaldırılması ve anayasa değişikliğiyle müebbette mahkum olması da yine o hükümetin tasarruflardan bir tanesidir. Başka türlü olması gerekir demiyorum. Toplumumuz bilsin diye hatırlatmak istiyorum. Kemal Derviş'in gelip ekonominin toparlanmaya başladığı bir süreçte Sayın Bahçeli ansızın seçim düğmesine bastı ve hep beraber Meclis dışında kaldılar. Yani serencam budur. Bunun üzerinden yaklaşık 20 yıl geçti. Gençlerin büyük çoğunluğu bunu hatırlamaz. Çünkü Türkiye genç bir nüfusa sahip ve gündem çok hızlı değişiyor. Medyanın da katkısıyla hemen hemen her akşam farklı bir gündemimiz var. Ama macera budur. 99'dan 2002'ye kadar Sayın Bahçeli'nin liderliğinde MHP koalisyonun ortağıydı ve o günkü hükümeti süründürdü. Ve sonuçta hep beraber barajın altında kaldılar.
"Muhalefet baskın seçime hazırlıklı olmalı"
Sayın Bahçeli'nin benzer bir çıkışı yaparak Türkiye'yi yeniden bir erken genel seçime götürür me ihtimali var mı?
Bence her zaman vardır. Ben o yüzden uzunca bir süredir muhalefete bunu anlatmaya çalışıyorum. Bakın bu hükümet 2023'e kadar katiyen gidemez. Bu söyleşide beraber bunun altını çizmiş olalım. Katiyen gidemez. Zaten bizim çok partili tarihimizde 5 yıla uzamış hiç seçim yoktur. 3 yılda yapılmış çok seçim var ve en fazlası 4 yıldır. Bu dönemde 5 ayda bile seçim gördük. 2023'ün Haziran'ına sürmesi mümkün değil. Eğer s tarihe kadar sürerse Sayın Erdoğan'ın anayasaya göre yeniden aday olması mümkün değil. O yüzden hem siyasi geleneklerimiz yüzünden hem de Erdoğan'ın adaylık ihtiyacı yüzünden kesinlikle seçim 2023'e kalmayacak. Onların 2023'e kalacak söylemlerine bakmayın. Bundan önceki seçim için anayasada Kasım 2019'da yapılacak diye anayasada geçici hüküm maddesi vardı. Arkadaşlar anayasa hükmünü dinlemeden 2018 Haziran'ında seçim yaptılar. Anayasa hükmünü dinlemeyenlerin, kendi gruplarında yaptıkları konuşmaları dinleyeceklerine inanmak çok saflık olur. O yüzden muhalefet yatıp kalkıp erken seçim lafı etmesin. Zaten Türkiye'nin önüne erken seçim gelecek. Ama nasıl gelecek? Muhalefet erken seçim istiyor, iktidar baskın seçim yapmaya çalışacak. İçerde ve dışarda olumlu bir gelişmeyi bekliyor. Muhalefette hep seçim diye geldiği için o baskın seçim hamlesinden kaçamayacaklar. Muhalefet kendisine göre bir tarih belirlesin. İktidarın baskın seçim hamlesine karşı hazırlıklı olmalı. Uzun zamandır bunu anlatmaya çalışıyorum. Seçim Türkiye'nin gündemine gelecek. Ne zaman gelecek? 2021 Haziran'ın itibaren 2022 Haziran ayına kadar o bir yıl içerisinde gündeme gelecektir. Muhalefet buna hazır olmalı. Erken seçim kararı almak için 400 civarında oy almak gerekiyor. Her iki taraf da birbirine muhtaç. Bırakın iktidar muhtaç olsun. Siz kendi sözünüzle onlara bu kapıyı aralamayın.
"Hem Türkiye hem de Erdoğan zarar görüyor"
Sayın Erdoğan'ın bir ara sözü ettiği "Türkiye İttifakı" sağlanabilir mi? Bunu hangi siyasi hareketlerin bir araya gelmesiyle mümkün görüyorsunuz?
Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve ekonomide, siyasette ve toplum yapısında çok önemli sorunlarımız var. Yeteri kadar türdeş olamadık. Cumhuriyet'in yüzüncü yılına giderken ne yazık ki hala aramızda inanç açısından, etnik köken açısından, olması gereken içtenlikli birliği, bütünlüğü ve eşitliği kuramadık. Elbette bu ülkenin bazı temel değerler, bazı temel hedefler konusunda bir ittifak kurması gerekiyor ama iktidar bunu yapmadı. Beklerdim ki Sayın Erdoğan 10 yılık bir başbakanlık sürecinden sonra cumhurbaşkanlığına gelince ülkede bedeller de ödemiş bir siyaset adamı olarak kendini biraz siyaset üstüne çekip bütünleşmeyi sağlayarak böylece kalıcı bir isim bırakmayı tercih eder diye umut etmiştim. Ama tam tersi oldu. O, cumhurbaşkanlığını parti başkanlığının altına çekti. Şimdi her konuşmasında baştan 5 dakika cumhurbaşkanı gibi 25 dakika parti başkanı gibi konuşuyor. Bence hem Türkiye hem de kendisi zarar görüyor. Oysa adı üzerinde cumhurun yani hepimizin, bütün toplumun başkanı olarak çok başka bir perdeden, başka bir şefkat diliyle, başka bir adalet diliyle, başka bir merhamet diliyle konuşsa bundan Türkiye kazanır. Cumhurbaşkanı ve onun önderliğindeki iktidar ittifakı yapamadı. Temennim muhalefet bu seçimde yola çıkarken böyle bir anlayışla çıksın. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti hedefleriyle yola çıksın. Cumhurbaşkanı adayı olarak da bu değerleri savunan, bilinen ve bu konuda güvence verecek biri olmalı. O da Türkiye ittifakının sözcülüğünü, ülkeyi barıştıracak bir ideal ile ortaya çıksın. O takdir de hem cumhurbaşkanı adayının başarılı olması hem de muhalefetin Türkiye'yi tekrar demokrasi kulvarına sokması konusunda çok daha başarılı ve doğru bir çizgi izlemiş oluruz diye umut ve temenni ediyorum."
© The Independentturkish