Trump politikalarının ortaya çıkardığı bir gerçeklik, artık Avrupa Birliği, Çin ve Rusya karşısında tek kutuplu dönem gibi yaptırım gücü olan bir Amerika olmadığıdır.
Avrupa Birliği
Nitekim AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek temsilcisi Joseph Borrell, 'Eskisi gibi iş birliği modeli olmayacağını… AB'nin kendi kaderini kendi ellerine alması gerektiğini… Bunun gerçekleşmesi için de AB'nin stratejik özerklik geliştirmek zorunda olduğunu' belirtiyor ve 'stratejik özerkliği' , 'Bir yandan ittifakları güçlendirip çok taraflılık ve açıklığa bağlı kalırken, öte yandan kendi adına düşünme ve kendi değerlerine ve çıkarlarına göre hareket etme yeteneği…' olarak tanımlıyor.
Biden döneminde ABD-AB ilişkilerinin nasıl olacağını ise şöyle ifade ediyor:
İki tarafın da NATO üyesi, Batı ailesinin bir parçası olduğunu söylemek yetmez. Aile olmaktan çok ortak olmak istiyoruz. Aile içinde her zaman biri liderlik eder. Biz her iki tarafın da görevlerinin ve sorumluluklarının belli olduğu bir ortaklık istiyoruz. Yeni transatlantik ilişkisi eşitlik temelinde kurulmalı…
Biden'ın Amerika'yı eskisi gibi dünyanın efendisi yapma hayali herhalde vardır ama onu bekleyen gerçeklik, Soğuk Savaş'tan sonra Amerika ekseni etrafında temerküz eden tek kutupluluğun miadını dolduruyor olmasıdır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Biden'ın bıraktığı izlenim nispeten gerçekçiliğidir. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere, Avrupa ülkelerinin güç ilişkilerindeki yeni durumunu hesaba katan bir yerden sorunların çözümünde Trump'tan farklı olarak 'ortaklaşma' yoluna gideceği anlaşılıyor.
Yani demem o ki, kapitalizmin Eşitsiz Gelişme Kanunu hükmünü yürütüyor; üretimde, sanayide, ticarette, bilimde ve teknolojide ibre Çin'e kaymaya devam ederken, Rusya, Almanya ve kısmen diğer AB ülkeleri geliştikçe tek kutupluluk yerini giderek çok kutupluluğa bırakıyor. Bu da Josep Borrel'in ifade ettiği 'eşitlik' arayışı biçiminde siyasi hayata yansıyor.
Trump dönemi ara bir dönem olarak kalacak gibi görünüyor. Rolünü oynayamaması bir yana, Amerikan karar vericileri tarafından ileri derecede öngörülmez bulunan Trump gidecekti.
Trump bir yerde 'çevreleme' politikalarıyla Çin'i ve Rusya'yı sınırlamak, İran'ı çizgide tutmak için gelmişti. Ancak bunu başaramayacağı kısa sürede ortaya çıkacaktı.
En önemlisi Amerika'nın emperyalist varlığını sürdürmesi için elzem görülen Beyaz Saray-Pentagon, Dışişleri -CIA dengesi ile oynamasıydı.
Biden, öncelikle bu dengeyi yeniden inşa etme durumunda.
Trump, pandemi sürecini idare edememiş, toplumda güven bunalımı yaratmıştı.
Biden, toplumsal güveni inşa etme, özellikle işsizlik, yoksulluk ve sağlık problemlerine çözüm bulma durumunda.
Öte yandan NATO ve AB, Rusya ve İran ama özellikle Çin, Ortadoğu ve Türkiye ilişkilerini düzenleme problemi ile karşı karşıya.
Çin, Rusya ve İran
Çin'den başlayalım… Çin'e karşı dikkatli bir rekabet politikası izleyecek ama düşmanlık görüntüsü vermekten kaçınacak gibi.
Çelişki-denge esprisi içinde hareket ama kapitalistler arası rekabette her politikanın sınırları var, bu politikanın çok daha var.
Sovyet Rusya'nın çökmesinde, Çin Halk Cumhuriyeti ile karşı karşıya gelmesinde ve Sosyalist sistemin parçalanmasında, Nixon-Kissinger politikalarının rolü emperyalist hafızalarda yerini koruyor, olmalıdır.
Biden, Obama gibi 'elbette ki elbette İsrail'in güvenliğini ihmal edemez… Nükleer Silahsızlanma Antlaşması imzalaması üzerinden İran'ı sisteme alarak, İsrail'in güvenliğini sağlamayı tercih edecek' gibi.
Öte yandan Trump döneminde İsrail çok mevzi kazandı, sınırlarını tam kestirmemekle birlikte tepki göstereceği tahmin edilir.
Türkiye'ye gelince…
Biden'ın "Türkiye'de demokrasi olmadığı" görüşü Avrupa Birliği'nin de genelde paylaştığı bir görüş.
Ciddi bir Alman araştırma kurumunun Almanya Başbakanı Merkel'e verdiği bir raporda, 'Türkiye'nin demokrasi ile yönetilen bir ülke olmadığı... Totaliter bir yönetimle yönetildiği, bunun AB için de tehlike olduğu...' tespiti örneklerle ve birçok boyutu ile temellendiriliyor.
Zaten AB-Türkiye ilişkileri ekonomik çıkar ilişkilerinden ziyade, demokratik değerler açısından problemli.
20 Kasım 2020 tarihinde ABD-AB Dışişleri bakanları önemli bir toplantı yaptı.
10-11 Aralık 2020'de AB hükümet başkanları toplanıyor.
Bir süre önce, Avrupa Birliği Siyasi İşler Başkanı yaptığı açıklama da, 'Türkiye Doğu Akdeniz'de ve Ortadoğu'da agresif politikalardan dönmez, demokrasinin önünü açmazsa, biz 11 Aralık'ta ambargo koyarız, uygulayıp uygulamama Türkiye'ye ait' demişti.
Biden, Türkiye ve Ortadoğu'da, ama özellikle Türkiye'nin 'agresif' bulunan politikaları ile ilgili Avrupa Birliği ülkeleriyle başta Fransa ve Almanya olmak üzere, ortak hareket edecek gibi görünüyor.
Mülteci baskısı nedeniyle Almanya bugüne kadar 'ambargo' meselesinin ertelenmesine önayak oldu.
Yine önayak olur mu?
Öte yandan 21 Kasım 2020'de Merkel 10 – 11 Aralık'ta yapılacak toplantıda 'bu sürecin kararını Türkiye verecek' dedi.
Fransa, Avusturya, Hollanda, Yunanistan 'ambargo' uygulanması için bastırıyor.
Ne oluyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ön almak için 'Demokrasi ve Hukuk reformu' yapacaklarını açıkladı, sözcüsü İbrahim Kalın'ı da 'reform' projesini anlatması için Avrupa başkentlerine gönderdi.
Bu durumda Cumhurbaşkanı'nın eli güçlü tutulması gerekirken, Çakıcı'nın Kılıçdaroğlu tehdidi, MHP'nin Arınç'a yönelik ağır suçlamaları ve Diyarbakır'da yapılan karşı operasyonun anlamı ne ola ki?
...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish