Afrika'nın tarihi var mı?

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Afrika tarihi ne zaman başlar? Şüphesiz bu sorunun cevabı çok açıktır: Afrika’nın kıta olarak değerli görülmesi, Avrupa sömürgeci güçlerle karşılaşmasından itibaren başlar.

Dolayısıyla öncesi yok sayılan ve Avrupa baskıcı söyleminin ürettiği söylemsel dilde bir "öteki" olarak varlığını sürdürecekti Afrika

Postkolonyal düşüncenin en önemli isimlerinden Frantz Fanon’un söylediği gibi, sömürgeciler Afrika halklarını kontrol altında tutmakla yetinmeyerek mazlum halkların geçmişlerini saptırarak, değiştirerek yok ettiler.

Bu sadece modern öncesi tarihi kapsamıyor, normatif ve disipliner tarih anlatısını değiştirecek kapasiteye sahip her enstantane buna dahildir. 

Buna en çarpıcı örnek olarak 1791 yılındaki Haiti Devrimi verilebilir. En az Fransız Devrimi kadar dünya tarihinde önem arz etmesi gerekirken, ondan sadece iki yıl sonra vuku bulan ve köle olan siyahların Fransız sömürgesinden kurtuluşunu ilan eden bu özgürlük devrimini dünya tarihinden silen saik neydi?

Bugün tüm dünyada okutulan tarih kitaplarında Haiti'ye neden yer verilmez. Çok üzücüdür ki, Eric Hobsbawm bile Devrim Çağı eserinde Haiti'ye tek satır bile ayırmaz. 

Haitili tarihçi Michel-Rolph Trouillot, Batı tarihyazımının Haiti Devrimi etrafında yarattığı bu suskunluğunu "düşünülemez" olanı ifade etmedeki kifayetsizliği olarak okur.

Çünkü Dipesh Chakrabarty'nin vurguladığı gibi tarihyazımı aslında modernitenin ürettiği kurumsallaşmış bir söylem biçimidir. 


Benzer biçimde, 1510 yılında Güney Afrika'da Cape dolaylarında vuku bulan Salt River Savaşı'nda sömürgeci Portekizlileri bozguna uğratan Khoi halkının zaferi neden tarihten silinmiştir?

Yine dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Abbasiler döneminde Basralı toprak sahiplerinin zulmü karşısında siyah köleler tarihteki en büyük ayaklanmalarından birini gerçekleştirirler.  

"Zenc isyani" olarak da anılan bu başkaldırının tarih sahnesinden silinmesini de siyahların tarihsizleştirmesi çabasının sonucu olarak okumak gerek. 

Şüphesiz bu örnekler çoğaltılabilir... 

Hegel, Afrika'nın tarihi değerinin olmadığını söylerken kıtayı ötekileştirerek sömürmenin meşruiyetini de göstermiş oluyordu.

Çünkü modernite tarihi lineer olarak tasarladı ve çizgiselliğin dışına çıkan tüm tarihlerin ona göre yeniden kurgulanması ya da yok sayılması gerekmekteydi. 

Daha da açıklığa kavuşturmak için şu soruyu sorayım: Büyük İskender'e övgüler dizmekten onur duyan tarihçinin yüzü neden Mansa Musa'yı duymadığı için kızarmaz?

Dolayısıyla, Afrika tarihinin susturulması ya da yok edilmesi sadece sömürgecilerin uygulamasından ziyade sistematik bir tarihsel söylemin ve dahi disiplinin bir parçasına dönüşmektedir. 

Steve Biko, “Müspet bir tarihe sahip olmayan bir halk motoru olmayan bir araca benzer” der. Biko 1987 yılında yayımladığı I Write What I Like [İstediğimi Yazarım] adlı çalışmasında Afrika kültürünün bir referans olarak artık algılanmadığına, barbarlıkta özdeşleştirildiğine dikkat çeker.

Afrika “kara kıta” olarak anılmaya layık görülüyordu ona göre. Dini pratikler ve törenin “batıl inançlar” olarak anıldığını ifade eden Biko, Afrika toplum tarihinin kabile çekişmelerine ve öldürücü savaşlara indirgendiğinden yakınır. 1

Sömürgeciliğin en önemli özelliklerinden birisi şüphesiz yabancılaştırmadır. Sömürgeci düzen toplumları önce kendi ulusuna, topraklarına, tarihine, kültürüne, dinine, örf ve adetine, sonra da diline yabancılaştırır.

Bu öylesine bir yabancılaştırmadır ki, bir siyah, misyoner okullarında okurken kendi kimliğine, ulusuna dair tek olumlu sözcüğün olmamasını, dahası tarihte Afrika’nın adının bile zikredilmemesini yadırgamaz.

Bu yabancılaştırma durumu tam da Biko’nun dediği "siyahların kendilerini inkâr etmelerine ve tüm iyi sıfatları beyaz adamla özdeşleştirmesine" yol açmıştır.

Sömürgeciliğin en etkin silahı olarak yabancılaştırma beraberinde bir kayıtsızlık doğurur. Bu kayıtsızlık karşısında sömürülen tebaa var olanla yetinmek durumundadır.

Yabancılaşma adeta bireyin kılcal damarlarına sızarak kendi doğduğu, yaşadığı toprakların adlarının değiştirilmesi onda zerre kadar bir tepkiye neden olmamaktadır. 

Yabancılaşan kişi başkasını överken ve hatta aynı sömürüye maruz kalanın hakkını savunurken bile kendisinin, halkının aynı sömürüye maruz kaldığını idrak edemeyecek kadar kendisine uzaktır.

Hatta sömürenin dinine girince bunu fark etmesi neredeyse imkansızdır. Çünkü dini ihtida, din değiştirme kişinin kendisine yabancılaşmasında etkin rol oynamaktadır.

Din değiştirme "vahşi ve putperest" olarak görülen kişiyi bir anda meşru bir zemine oturtabilir ve bu sayede kişi kendisini beyazın/sömürenin diniyle onurlanmış sanır. Bu dönüşüm de yabancılaşmanın en dip noktasıdır. 

Siyahlar ders kitaplarında Batının medeniyetleştirici, insanlığı kurtaran söylemi işlenirken, kendilerine dair en ufak bir düşüncenin bile yekinivermesi halinde bütün sistemin onları ehlîleştirmesek üzerine kurulduğunu geç de olsa anlayacaktır.

Sömürgeci yönetimler tebaasını yönetebilmek için gittikleri coğrafyalarda yeni isimler ürettiler, yerel yer ve mekan isimlerini de unutturarak toplumsal ve kültürel hafızayı sildiler. 

Bugün koca kıtada yerli isimle anılan bir tek mekan bulamazsınız. Afrika'nın sınırları bile yeniden çizildi; yedinci yüzyılda Müslüman Arapların işgalinden sonra Afrika Sahra altına itilmiş oldu, kapsamı daraltıldı.

Afrikalıların kuzeydeki tarihleri süreç içerisinde asimile edildi ve yok oldu. Şüphesiz bu yabancılaştırmada din ve edebiyatın rolü -kolonyal söylemin meşrulaştırmasında- oldukça büyüktür. 

Benzer şekilde, Kenyalı postkolonyal düşünür Ngũgĩ wa Thiong'o, sömürgeciliğin ana hedefinin işgal ettiği topraklardaki tebaanın kültürel havzasını yok etmek olduğunu iddia eder.

Hatta sömürgeciliği "kültürel bomba" olarak tarif eder. Kültürel bomba yabancılaştırma sürecinde ulusları kendi kültürel dokularından ayırmakla kalmaz, aynı zamanda kendi değerlerini, kültürlerini hor görmesini sağlar.

Ngugi şöyle der:

Bir kültürel bombanın etkisi, bir halkın kendi isimlerine, dillerine, yaşadığı çevreye, mücadelesinin mirasına, birliğine, kapasitelerine ve nihayetinde kendilerine olan inancı yok etmektir.


Bunun da emperyal güçlerin kolektif meydan okumaya karşı güçlü bir silahı olduğunu da ekler Ngugi.

Sömürgecilik her şeyden önce bir iktidar kurma rejimidir ve en az imparatorluklar kadar baskıcıdırlar. Zaten bütün imparatorluklar da doğası gereği sömürgecidir. Bu iki güç dengesini iyi kavramak lazım. 

Burada V. Y. Mudimbe'nin "sömürge kütüphanesi" colonial library olarak tarif ettiği söylemsel sistemi anmak zorundayım.

Sömürge kütüphanesi, Afrika'yı bir öteki olarak icat eden temsilleri ve metinleri kapsayan tarihsel bir arşivdir; bu arşivin işlevi sadece kayıt tutmak değil, Afrika halklarını zihinsel esaret altına almak için epistemolojik kolonyalizmin de ana arterini oluşturur. Zira Mudimbe fiziksel kolonyalizmin epistemolojik kolonyalizm ile başat gittiğini iddia eder. 

Modern devlet mekanizmasının işleyiş mantığı anlaşılmadan sömürge yönetimleri anlaşılamaz. Peki, sömürge tebaası nasıl oluştu? Modern devletin ıslah edici yapısı sömürge dünyasında nasıl tezahür eder?

Şüphesiz edebiyat eserleri bize cevaplar sunmaz; ancak sorunun boyutunu gerek bireysel gerekse toplumsal düzeyde resmederler.

Bir Chinua Achebe'yi, Ngũgĩ wa Thiong'o'u, Wole Soyinka'yı, Christopher Okigbo'yu, Cheikh Hamidou Kane'ı ya da Dambudzo Marechera'yı bu dikkatle okuduğumuzda durumun vahametini kavrarız belki.  

Kıta okumasını yaparken kendi varlığını korumaya çalışan, hatta kendisini tarihselleştirerek hak iddia eden bakışlar, kıtaya hiçbir zaman nüfuz edemedikleri gibi sömürgeci yaklaşımları dolaylı olarak ortaya koymaktadır. 

Peki, Afrika'yı ötekileştirmeden nasıl okuyabiliriz? Bugün Afrika çalışmalarının çoğu Afrika söylemine boyun eğmiş, hatta katkıda bulunmakta yarışır durumdadır.

Şu bir gerçektir ki, tarih beş yüz yıl boyunca Afrika'ya insanlığı götürdüklerini iddia eden medeniyetlerin, imparatorlukların anlatıları ve söylemleriyle kaimdir. 

O zaman, sanırım, Afrika’yı konuşmanın ne anlama geldiğini kavramadan önce konumumuzu, referans noktamızı netleştirmemiz gerekmektedir. 

 

 

1. Bkz.  Biko, Steve. I Write What I Like: Selected Writings. University of Chicago Press, 2015.
2. Bkz. "Önsöz", Ngũgĩ wa Thiong'o. Decolonising The Mind: The politics of language in African literature. J. Currey, 1986.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU