Beşinci özgürlük ve yumuşak güç sorunu

Prof. Dr. Özcan Yeniçeri Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Küreselleşme ya da globalleşme gerçekte Amerikalılaşmadır. Daha doğrusu küreselleşme Amerikalılaşma ideolojisidir.

Küreselleşme sonuç itibarıyla dünyayı daha çok Amerikan hegemonyasına açık hale getirmektedir.

Küreselleşme sayesinde halkının temel ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlanan milli devletler, ABD ve çoğu Amerikan patantli olan çok uluslu şirketler tarafından talan edilmek üzere kıskaç altına alınmaktadır.

Bu anlamda küreselleşme “yeni kolonyalizm”i meşrulaştırıcı kavramlarla devreye sokmaktadır.

Hukuk devleti, demokrasi ve özgürlük bayrağını hegemonyasının aracı olarak kullanan güçler, milli devletin egemenlik alanlarını gittikçe sınırlandırmaktadırlar.

Saldırılar -Irak’ta olduğun gibi- “insani müdahale” gibi kutsal bir kavramın arkasına saklanmakta, insanlık düşmanı(!) milli egemenlikler “hümanist” değerlerle donatılmış supranasyonel (uluslarüstü) kurumların inisiyatifine terk edilmektedir.

Milli devletlerin yönetimi  böylece birer birer tek bir yönetim mantığına göre işleyen Amerikan güdümlü ulusüstü organların denetimine girmektedir.

Birleşik Devletler, uluslararası örgütleri milli devletlerin üzerinde merkezsiz ve topraksız baskı yaratan bir egemenlik aygıtına dönüştürmüş durumdadır.  

Bu aygıtlar ya ABD’nin etkinliği altında ya da doğrudan ABD ve müttefikleri tarafından yönlendirilmektedir.


Yumuşak güç!

Joseph S. Nye Jr. ve Soros gibiler başından beri Bush’un ABD’nin yumuşak gücünü yeterince etkin kullanmadığını söylüyorlardı. Bu bağlamda demokrasi ve insan haklarını öncelemesi isteniyordu.

Yumuşak güç bir ülkenin başka bir ülkeyi ayartma ve cezbetme kabiliyetidir. Eğer istediğim şeyi istemini sağlayabilirsem, o zaman yapmak istemediğin şeyi yapmaya seni zorlamama gerek kalmaz.

Yumuşak güç aynı zamanda iknadan veya insanları tartışarak harekete geçirmekten de farklıdır. Ayartma ve cezbetme çoğu zaman karşındakini gönüllü itaatkarlığa veya taklide sevk eder.

Yumuşak güç, askeri güç kullanmaktan çok çekim gücüyle bir ülkenin diğer ülke insanlarını ikna etmesidir.

Bir ülkenin kültürel, sanatsal, sosyal ve siyasal çekiciliği o ülkenin yumuşak gücünün araçlarıdır. Eğer hedef ülkeler sizin politikalarınızı meşru görüyorsa yumuşak gücünüz fazla demektir. 

Yumuşak güç, bir ülkenin kendi istediği şeyi başkalarının da istemesini sağlamaya yarayan güçtür.

Bir ülke kendi amaçlarının ve değerlerinin başka ülkeler tarafından benimsenmesini sağlayabilirse askeri güç ve ekonomik gücünün ağırlıkta olduğu sert gücünü daha az kullanmak zorunda kalır.

Yumuşak gücün kaynakları olan kültür, sanat ve politik değerler açısından ABD rakipsiz bir çekim gücüne sahiptir. 


Türkiye dahil ABD’nin küresel güç stratejilerinin hedefinde olan ülkelerdeki ayarlı aydınlar ABD’nin ülkeler üzerindeki etkilerine değil yöntemlerine karşı çıkmaktadır.

Onlar örneğin ABD’nin “Ortadoğu ülkelerinde de bir demokratikleşme dalgasının oluşturulabilmesi için ABD’nin yumuşak gücüyle bu bölgeyi etkilemesi gerekli” olduğunu söylemektedirler.

Bu, “Amerika’ya evet, askerlerine hayır” demek anlamına gelmektedir.

Amerika’nın yumuşak gücünün merkezi ise Hollywood’dur. Hollywood küresel kültür merkezidir. Hemen hiç kimse, onun güç alanının dışında değildir.


Beşinci özgürlük!

Bütün yönlendirme ve gayretlerin amacı Amerika için iyi olanın bütün dünya için iyi olduğunu kabul ettirmeye yöneliktir. Bu yaklaşık yüzyılı aşkın bir süredir böyle devam etmektedir.

Birinci Dünya Savaşı boyunca Wilson’a hizmet veren Amerikalı tarihçiler “Sahne, savaşı bizim kazanmamızın herkes için iyi olacağına tüm dünyayı inandıracak bir tarzda düzenlenmektedir”, demekteydi.

O günden bugüne sahnenin dekorları değişmekte, ancak amacı sabit kalmaktadır.

Dün Irak’ta kitle imha silahının bulunup bulunması, bugün Suriye’de DAEŞ’in olup olmaması ya da Suriye’nin özgürleştirilmesi/demokratikleştirilmesi Amerikan yönetiminin umurunda değildir.


Amerikan yönetimleri öteden beri kamuoyu, hukuk, demokrasi ya da insan hakları gibi kavramları amaçlarının araçları olarak kullanma hakkını kendilerinde görmekteydiler.

Amerika’yı yönetenler bu uğurda kendi halklarını dahi aldatmaktan çekinmemişlerdir.

Amerikan yönetimleri halkı aldatmayı bir çeşit zorunluluk (!) olarak gördüklerini bir zamanların ünlü tarihçisi Thomas Bailey şu şekilde ifade etmişti:

Halk son derce kısa görüşlüdür. Tehlikeler gırtlağına dayanana kadar çoğu kez işin farkında olmaz. Devlet adamları halkın çıkarlarını korumak için halkı aldatmaya mecbur kalmaktadırlar.


Milli menfaatler, jeopolitik, ekopolitik ve jeostratejik faktörler hemen hemen bütün devletlerin dış politikalarını yönlendirmektedir.

Ancak büyük güçler insan hakları ve ahlakı; hegemonik politikalarını meşru göstermede ya da düşmanlara yapılan propaganda saldırılarının temeli olarak kullanmayı bir görev olarak kabul etmektedirler.

Küresel gücü elinde bulunduran devletler kendilerine güce başvurma hakkı tanımaktadırlar. 


Geogre Soros’un da ifade ettiği gibi “Uluslararası ilişkiler” hukukun değil, gücün ilişkisidir; güç hükmeder ve hukuk hükmedeni meşru kılar.

Dahası Amerikan kapitalizminin arkasında bir de Amerika’yı kutsayan, dünyayı dizayn etmek ve yönetmek için görevlendiren bir Tanrı algısı vardır.

Adalet, özgürlük, barış ve demokrasi olarak güçsüz ülkelere dayatılanlar ise iddia edildiği gibi evrensel değerler değil, bu değerlerle kamufle edilmiş Amerikan çıkarlarıdır.

Soros, açıkça “Amerika’nın diğer ülkelerin iç işlerine karışmadan edemeyeceğini” yazar.

Ancak o, ABD’nin diğer ülkelerin iç işlerine karışırken “bu işi sadece meşru temeller üzerinden” yapması gerektiğini söylemeyi de ihmal etmemiştir. 

Soros’un ifade ettiği ülkelerin iç işlerine karışmak için üzerinden yürünülecek “meşru temel” liberalizm, modernizm, demokrasi, insan hakları ve özgürlüktür.

Bunun için bir anlamda küresel sermayeye (ABD’ye) kapalı toplumlar,  Açık Toplum Fonları vasıtasıyla “Açık Toplum” haline getirilmektedir.

Bu amaçla çeşitli ülkelerde, eğitim, sosyal değişim ve hukuk reformu alanlarında muhtelif partiler ve programlar desteklenmektedir.


Başkan Roosevelt, “serbest konuşma, ibadet etme, korkusuzca yapma özgürlüğü ile asgari ihtiyaçların baskısından kurtulmuş olarak yaşama özgürlüğü”nü dört temel özgürlük olarak tüm dünyaya ilan etmişti.

Chomsky, ABD’nin gerek güvenlik ve gerekse uluslararası politikasının esasının “beşinci özgürlük” olarak ifade ettiği temel stratejik hedefler tarafından tayin edildiğini iddia etmektedir.

“Beşinci özgürlüğü” de; soyma, sömürme, hüküm altına alma ve sonuç alabilmek için her türlü güce başvurma özgürlüğü olarak tarif etmektedir. 


Gerçekte Amerika vb. güçlerin kendileri için uygun gördüğü özgürlüklerle diğer halklara münasip gördüğü haklar arasında korkunç farklar vardır.

Bugün dünyada ABD’nin bencil, acımasız, hukuk tanımaz tutum ve tavırlarını sorgulayacak bir güç yoktur.

Amerikan askerinin; öldürme hakkı, siyasetçilerinin; hata yapma özgürlüğü, şirketlerinin; dünyanın her yerindeki kaynakları soyma sömürme yetkisi, sorgulanamaz mutlak bir hak halini almıştır.

Amerika,  Afgan halkını ya da Irak’ı müzeleri dahil bir ucundan diğerine “beşinci özgürlük” prensipleri çerçevesinde özgürleştirmekte (soymakta) hiçbir sakınca görmemiştir!

Özgür Afganistan’ın başına Amerikan’ın Unocal petrol firmasının eski danışmanlarından tam anlamıyla yabancılaştırılmış bir yerli olan Hamit Karzai getirilerek özgürlük (!) daim kılınmaya çalışılmıştı.

Afganistan AŞ’nin kuruluşu tek başına yeni dünya düzeninin ihtiyaçlarına cevap veremeyeceği için Irak AŞ’nin kurulması ABD tarafından süratle tamamlanmaya çalışılmıştı.

Sonra sırasıyla Suriye AŞ ve İran AŞ’yi teşekkül ettirmek için İran halkının özgürleştirilmesine gelecektir.

İran bir zamanlar Şahlar, bir süre öncede Humeyni tarafından özgürleştirilmişti (!). Şimdi de İran’ı özgürleştirme sırası ABD’ye gelmiştir.


ABD askeri gücüne dayanarak kendi şirketlerinin iradesini dünya iradesi haline getirme gayreti içindedir.

Almanya, Fransa ve Rusya ise pastadan kendilerinin de pay almaları çerçevesinde Amerikan güdümünde sürdürülebilir bir küresel düzene dünden razı görünmektedirler.

Hem ABD’nin hem de ABD karşıtı gibi görünen itirazların demokrasi, insan hakları, meşruiyet ya da ahlaki kaygılarla bir ilgisi yoktur.

Amerikalı ya da siyonist kozmokratlar gücün dışında herhangi bir değere saygı duymamaktadırlar.

Eski Dışişleri Bakanı Shultz, şöyle demişti:

Eğer kudretin gölgesi pazarlık masasına düşmemişse, müzakereler teslim olmanın nazikçe adlandırılmasından başka bir şey değildir.


Pax Americana’nın bekası için dünyanın her köşesinde gerçekleştirilen açık ve örtülü operasyonlar, askeri darbeler, dezenformasyon girişimleri, kanlı ve kahredici savaşlar “beşinci özgürlük” amacı çerçevesinde gerçekleştirilmektedirler.

İnsanlığı ise güçsüz ülkeleri sömürgeleştirmede ABD’nin kullandığı “beşinci özgürlük” siyasetine izin verip-vermemek gibi ahlaki bir sınav beklemektedir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU