Taşranın hüzünlü şairi; Müştehir Karakaya

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

bu saat ölümün imzalandığı an olsa bari
belki de yıldızların parladığı bahar. ılık gece
sessizim. şiirin bir ucundan tutuyorum
bilmek yetiyor ölmek için. bu ruhun iç isyanı
dışarıda kahraman bir rüzgar esiyor
emziriyor koca memeleriyle mor ağaçları
tanrım diyor nisanın tüm şarkıları, tüm şiirleri
vur ve öldür! içindeki yaradan kan fışkırmadan
bu ırmakta ruhlar henüz boğulmadan
kan ve ateş aynı renktir diyor Zerdüşt
yıkanmak içindir ikisi de! birbirine dolanmadan

diyor hüzünlü şairimiz Müştehir Karakaya.

Adı Müştehir, yani şöhrete kavuşan, tanınan, şöhretli demek olsa da ona, Yılmaz Erdoğan'ın "... sadece bilmek zorunda kalanların bildiği..." dizesini uyarlayarak söyleyebilirim ki, o sadece sevenlerinin farkında olduğu bir cevherdir.

Çoğu kimse onu tanımaz, bilmez onun adını. Çünkü o, eski zaman şairlerine benzer bir sırlar perdesine bürünmüş kisvenin içindedir, saklıdır, gizlidir.

Onu tanımak için şiirinin tadını, cümlelerin anlamını bilmek lazım.

Van'da Cumhuriyet Caddesi'nde gezinirken karşınıza orta boylu, hafifçe dolgun, kırlaşmış saçları arakaya taralı, alnı açılmış, karaşına yakın kumral, 50'ye yakın şiir, roman, öykü ve deneme kitabının yazarı, son derece sakin yürüyen biri gelebilir.

Ama öyle çok fazla kitabı yayınlanmış bir yazar havasında değil. Çünkü günümüzde sosyal medyada birkaç tane alıntı veya çalıntı söz ile kendisini yazar ve şair olarak kabul eden insanların bunca bollaştığı bir ortamda, verdiği ürünün, yazdığı eserlerin, söylediği şiirlerin ağırlığı ile yavaş yavaş yürüyen bu mütevazı şair, kapalı bir sandık gibidir ve onu açmanız için bir anahtara ihtiyacınız vardır.

Peki, nereye gidiyor acaba bu dizelerinin ağırlığını sırtında taşıyan şair?
 


Birçok şehrimizin çoğu çayhanesine gitmişliğim vardır. Hangi çayhaneye giderseniz ve çay isterseniz size hemen ikram ederler.

Ama Van'ın Cumhuriyet Caddesi’ne paralel olan ve Van'ın meşhur kahvaltıcılar sokağının başındaki yeraltı çayhanesinin ister içinde olun, ister dışarıda oturun, çay istediğinizde hemen gelmez.

Buranın adı Dolayı, sahibinin ismi de Dolayı Bey. Bu ilginç ismin ilginç bir çay servisi var.

O müşterilerine asla ve kat'a eski çay ikram etmez. Her zaman taze çay verir. Bunun içinde takriben yarım saatte bir kendisi taze kokulu çaylarından bir tepsiyi doldurur ve dolaştırır.

Oraya gelen bunu bilir ve öyle gelir. Çayı her zaman tazedir.

İşte bizim şairin uğradığı yer burasıdır. Onu bazen bu çayevinin önünde bir tabure üstünde sessizce oturmuş hüzünlü gözlerle etrafına bakınır, yüreğinin derinlerinde feveran eden mısraların imgeleriyle uğraşırken bulabilirsiniz belki...

Bedeni orada, elinde uzun ve ince bir sigara ile Dolayı'nın dağıtacağı kaymaklı "ilaç kokulu çaydan" bir yudum alıp "dakika düşmek için senelik paydan" bekliyor olsa da, ruhu Safo'dan Fuzuli'ye, Homeros'tan Melayê Cizîrî'ye kadar bütün şairlerin toplandığı göğün altıncı katına yükselmiş ve onlarla hasbıhal ediyordur.

Onun için de benim onu taşralı bir şair diye tanımlamam tam bir yanılgıdır. Biliyorum.

Lakin taşra, Türkiye'de veya öncesinde Osmanlı'da genellikle İstanbul dışındaki her taraf için söylenen bir tanımlamadır.

İstanbul'u merkez, gerisini taşra olarak görmek belki 80-100 yıl önce mümkün iken, şimdi orayı merkez gerisini merkez dışı kabul etmek bana anlamsız geliyor.

Teknolojik gelişmeler ve ulaşım imkanları coğrafik mesafeyi neredeyse bitirmiş olsa da şairimiz merkezin dışına çıkmış, merkeze isyan etmiş bir yüreğin taşralısıdır.

Onu kısaca tanıyalım. 

Müştehir Karakaya, 1962 yılında Muş'un Bulanık İlçesi'ne bağlı bir köyde doğdu.

Babası, Farsça'dan Kürtçe'ye çeviriler de yapmış olan bölgenin sayılı ve saygıdeğer medrese alimlerinden olan Mela Muhammed Arif'tir.

Kürtçe'nin yasak olduğu, ama medresedeki bütün derslerin Kürtçe anlatıldığı ve Kürtçe'ye "Kürtçe" deyip başını belaya sokmak, öğrencilerinden mahrum kalmaktansa, Kürtçe'ye "Medrese dili" diyerek bölgede haklı bir şöhrete sahip olan; bir gün bir yerde "Müştehir'in babası" diye tanıtan birine ise "Hayır, Müştehir benim oğlumdur" diyen değerli alim Mela Arif'i bölgede tanımayan, ismini duymayan azdır.

İnşallah bir gün onu da yazabilmek bize nasip olur, diyerek bu alimin şair oğluna dönelim.

Korkut YİBO İlkokulu'nda başladığı öğrenimine, ailesinin İstanbul’a taşınmasıyla Beykoz Ortaçeşme’de sürdürdü.

Yine babasının tayini dolayısıyla evleri tekrar Muş’a ve Van’a dönünce, eğitimini birkaç ilde tamamlamak zorunda kaldı. Üniversite eğitiminde İktisat okudu.

Lakin iktisatçıdan şair, şairden ekonomist olmazdı. Şairin ekonomi ile olan ilişkisi günlük nevaleyi almasına vesile olan habis bir tomar kağıttan başka bir şey değildi.

Lakin gel gör ki, hayat şair tanımıyor. İnsani ihtiyaçlar, yemek, içmek, gezmek ve hatta kitap için, dergi için bile paraya ihtiyaç vardı.

Fakat bunu çok sonraları, İstanbul serüvenini tamalayıp memleketine döndüğünde daha iyi anlayacaktır.

1980’li yılların başında yolu Cağaloğlu’na düşer. Gazetelerde çalışır, matbaa çıraklığından dergiciliğe, dizgicilikten yazı işleri müdürlüklerine, editörlükten kitapçılığa, işçiliğe kadar bilfiil on beş yıl buyunca Cağaloğlu’nun tozunu yutar.

1990 yılının hemen başında bir grup arkadaşıyla KARDELEN adlı edebiyat dergisini çıkarır.

1992'de yayınlanacak ve günümüze kadar devam eden Türkiye'nin en uzun soluklu, en değerli, geçmiş ve geleceğin köprüsü olan Nûbihar Dergisi'nde de çalışır.

Bunların dışında birçok dergiye katkı sunar, dergilerde yazılar yazar. 
 


Heyhat ki cemaati, dayısı, kollayanı olmayan bir şairlik, hayatın idamesine yetmiyor. Çünkü kimse şairin kanıyla, büyük sancılarla yazdığı şiirin kıymetini bilmiyor.

Maişet meseleleri onu 15 yıl gibi kısa sayılmayan bu İstanbul çilekeşliğine son vermesine sebep olur.

1995 yılında Van’a yerleşir. Belediyede bir iş bulur ve basın danışmanı olarak göreve başlar.

O yıllardan bu yana 25 yıldır hiç durmadan çalışmalarını sürdürür. Haftalık ve günlük gazeteler çıkarır, gazetelerin çıkmasına öncülük eder.

Hazan Sanat ve Kültür Evi'ni kurar ve bu bünyede birçok arkadaşına öncü olur. HAZAN dergisini yayımlar.

Van depremi öncesi kadar da Vefa Taşdelen ile birlikte önce SEYİR sanat ve felsefe dergisini, daha sonra da BEYAZ GEMİ edebiyat dergisini çıkarır.

Yayınlanmış çok sayıda şiir, hikaye, roman, deneme kitabı vardır.

Şiirleri şu adlar ile kitaplaştırılır:

Kerbela Ey Kerbela (1989)
Oralarda Bir Yerde Yüreğimi Bırakıp Gelmiştim (1990)
İstanbul Sokakları (1993)
Ebced (1995) Epopeler (1996)
Kır Çiçeklerinin Ağıtı (1997)     
Gece Sağanakları (2000)
Yalnızlık Gridir Biraz (2003)
Düşlerden Aldım Adımı (2008)
Gece Sağanakları (Toplu şiirleri-ilk sekiz kitap, 2006)
Zaman Gergefinde Kitabeler (Toplu Şiirleri-ilk 9 kitap, 2013)
Canana Şiirler (2014)     
Canın Notasız Son Şarkıları (2016)
Kapılar, Söylenceler, Nirvana Yolcuları (2019).

Denemelerini; Erguvanî Yazılar (2005) ve Şuuraltı Notları (2015) adıyla yayınlar.

Öyküleri ise şu isimlerle kitap haline gelir ve okuyucularını bekler;

Burada Deniz Vurgun (1993)
Üç Yağmur Masalı (1999)
İçinde Eylül Biriktiren Kadın (2012)     
Düş Zamanı Öyküleri (2016)
Hazanda Ölüm Olmaz Bir Çiçek Açadursa (2017)

Müştehir, çok velut bir yazar ve şairdir. Yazmak onu rahatlatır. Şiirini yazamayacak kadar uzunsa derdi, öyküsünü yazar, bu yetmezse onun romanını yazar.

Yazarlığında asla bir iddia peşinde değildir. Bilir ki kitap ondan çıktığında artık kamunun malıdır ve nasiptir.

Sadece yazana değil, belki daha çok okuyacak olana bir nasip.

Romanlar da yazar. Eğer şiir ve öykü yetmemişse derdini anlatmaya romana sarılmış ve uzun novellalar türünden romanlar da yazmış.

Romanları;

Nemrudun Eli -tarihi roman- (2019)
Zagros Çığlığı -tarihi roman- (2017) 
Hattuşaşlı -tarihi roman- (2017)
Dört Şehir Dört Kapı (2016)
Tuşba Yolunda -tarihi roman-(2014)
Tuşbanın İncisi Semiramis -tarihi roman-(2012)
Savunma (1995)
Yurdunu Arayan Ölüm (1994)
Ay Karanlıktı (1993)
Mazlum Halepçe (1990) 

Günlüklerinden de "Bilgenin Günlüğü" (2011-2017) yayınlandı.

Bütün bu kitaplarında, şiirlerinde, romanlarında, hikaye ve öykülerinde yüreğinin derinlerinden gelen bir acı ve ıstırapla kendi derdini terennüm eder Müştehir Karakaya.

Der ki;

tarihi yeniden yazmalı ve yorumlamalıyım
bu çok toprak, bu çok su, bu çok yangın
bir noktanın uzayan karışık materyalıdır
şimdi insanım, bir yanım cennet bir yanım cehennem
alınyazılarımızın tam ortasına bir gül çizilmişse eğer
bunu hayra yormalıyım
rabbim sana ulaşmak için ve seni kutsamak için
önce bir selviyi sevmeliyim gökten açılan bir pencereden
gecenin dudakları öpse beni alnımdan
uyutsam, nicedir uyumayan içimdeki çocuğu
aşk ölümü öldürür, ölüm uçar yanımdan


Evet, tarih yeniden yazılmalı ve ben de başka bir zaman bu şair ve yazarı daha iyi yazmalıyım...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU