Bir kavme/millete/ötekine olan düşmanlığınız, sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin.
(Kelamullah)
Adalet ile hükmedilen bir saat, tapınma/ibadet ile geçirilen bir ömürden çok daha hayırlıdır.
(Resül ü Ekrem)
Sevgili Independent Türkçe okurları!
Sizlerle buluşmamıza vesile olacak olan bu ilk yazımızın konusunu belirlemede çokça düşündüğümü itiraf etmeliyim. Zira sosyal medyada çokça dolaşımda olan konulardan birini işlemek bir seçenekti.
İnsanların akıl ve vicdanlarından ziyade, tüketim dürtülerine hitap eden, öfke ya da korkularını tahrik eden bir meseleyi yazı içeriği yapmayı, kendime ve sizler gibi seçkin takipçilere hürmetsizlik olarak telakki ettim.
Bu nedenle, insanlığın en kadim meselelerden biri olan adalet-zûlüm ikilemini birkaç yazı konusu yaparak sizlerle beraber düşünmeyi münasip gördüm.
Bütün dünyanın, özelde ise Müslüman toplumların kanımca en büyük sorun ve çıkmazı olan adalet ve zûlüm kavramları üzerine düşünmenin ibadetten hayırlı olduğuna inananlardanım.
Mezkur kavramları birkaç zaviyeden ele almayı planlıyorum. Bu kavramlar dile geldiğinde, bunlara dair, psikolojik, biyolojik, doğal, iklimsel ve zihinsel zemini özetle de olsa yazıya dökmenin zorluluğunun da bilincindeyim.
Malumunuz olduğu üzere, herhangi bir kavramın, düşüncenin konusu yapılabilmesi, o kavramın zıddı ile birlikte değerlendirilmesi halinde mümkündür.
Adalet kavramını zûlüm ile birlikte irdelemediğimiz müddetçe meramımızı ifade etme konusunda hep güçlük yaşarız.
En basitinden, adaleti, zûlmün yokluk hali şeklinde tanımlayabileceğimiz gibi mevhumu muhalifinden, zûlmü de adaletin yokluğu hali olarak tanımlayabiliriz.
Adaleti, denge, itidal, mutedil olma, bir terazinin her iki kefesinin dengede olma hali olarak tarif edebileceğimiz gibi; her şeyi yerli yerine koyma, bir şeyi ait olduğu yerde tutma olarak da tarif edebiliriz.
Zûlüm ise kısaca, dengede olan durumun bir tarafın lehine, diğer tarafın aleyhine bozulması hali olarak tarif edilebilir.
Kur'an-ı Kerim emirleri ve onun sadık uygulayıcısı olan Resül ü Ekrem'in asıl maksadı bireyi/şahsiyeti/kişiliği inşa etmektir.
Sanılanın aksine muhatap olarak toplum değ il, birey alınmıştır. Ancak muhatap olma şerefine nail olup, o şerefe uygun inşaa olunan bireylerin bir araya gelerek meydana getirdikleri toplumsal yaşam, Yaratıcı Kudret'çe övülmüştür.
Bu ilahi övgünün gerekçesi ve hikmeti o toplumun adalet toplumu olmasındandır.
İnsanlık tarihi ve ortak tecrübesi bize göstermektedir ki, bir toplumun, saf/sırf/sadece inananlardan oluşması Yaratıcı Kudret'in sünnetine uygun olmadığı gibi mümkün de değildir.
Lakin mümkün olan bir şey vardır ki, o da o toplumda adaleti tesis etmektir.
Hikmet ehlinin şu tespiti muhteşemdir:
Tanrı'nın sıfatları hakkında konuşabilmeniz için, o sıfatın bir parçasını insanda göstermek zorundasınız; karşılığını insanda gösteremediğiniz hiç bir tanrısal sıfatı, konuşmanın ve düşüncenin konusu yapamazsınız.
Bu sıfatların en başında geleni kanımca Adl'dır.
Zıddından bir değerlendirme yapacak olursak; insanda gösterebileceğimiz ve Yaratıcı Kudret'te karşılığını asla gösteremeyeceğimiz sıfat ise zûlümdür.
Bu hakikate rağmen, mahluklar içinde zûlüm eden tek varlık insandır.
İnsanının adalet-zûlüm halini birkaç açıdan değerlendirdiğimizde durum daha açık bir hale geliyor.
Klasik tıp metinlerine göre; insan vücudu balgam, safra, su ve kandan oluşmaktadır.
Bedensel sağlık, bu bileşenlerin her birinin belli bir dengede olması halinde mümkündür. Buna biyolojik adalet diyebiliriz.
Dengenin bozulmasına biyolojik maraz/zûlüm denir.
İnsan denen canlı üç kuvveden/güçten ibarettir.
- Kuvve-i Şeheviye (İştah/yeme,içme-şehvet/cinsellik gücü)
- Kuvve-i Gadabiye (Öfke gücü)
- Kuvve-i Nutkiye (Akıl gücü)
Kuvve-i Şeheviyenin işlevi, faydayı celp, zararı defetmektir. İfradına fücur, (namus ve ırzı payimal etmek) tefridine humud (hem meşruya hem de gayrimeşruya isteksiz olma) denir.
İtidali/adaleti ise iffettir. Meşruya istekli, gayrimeşruya isteksiz olma hali... Diğer bir deyimle, haddi vasat...
İfrat ve tefrit; her ikisi de birer sapmadır. Adalet noktasından sapma... Burada sapma istikametinin bir değeri yoktur. Bu sapma yeryüzünde fesada sebebiyet verir.
İştah konusunda ise tıka basa yemek ifrat, hiç yememek tefrittir. Adalet noktası ise dengeli beslenmedir.
Öfke gücünün ifradı saldırganlık, tefridi korkaklıktır. Adalet noktası cesarettir. Her türlü saldırganlığa ve saldırma dürtüsüne mani olma hali...
Akıl gücünün ifradı aşırı zekalılık, tefridi geri zekalılıktır. Adaleti ise hikmettir.
İfrat ve tefrit, adaletten sapmaya işaret etmesi nedeniyle zûlümdür.
Bir insana adil sıfatını verebilmek için, öncelikle o insanın bedenen sıhhatli, iffetli, ihityacı kadar yiyen-içen, cesur, hikmet ehli olması lazım gelir. Böyle bireylerde haz ve fayda talebi de dengeli olur.
Bu özetten sonra, değişik alan ve konularda örnekleme yapacak olursak;
İnsanı bağlayan ve insana ait olan zaman mevhumuna yaklaşımda, düne/tarihe/şanlı geçmişe saplanıp kalmak ifrad, yarın/gelecek kaygısı ile kıvranıp durmak tefrittir.
Adalet ise bugündür. Şimdidir... Şimdiye odaklanmadıır.
Hep konuşmak, sürekli konuşmak ifrat, hiç konuşmamak tefrittir. Sözün gücüne halel getirmeyecek denli yerinde ve gerektiğinde konuşmak ise adalettir.
Salt dünyayı düşünmek ifrat, sadece öte alemi düşünmek tefrittir. Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyayı, yarın ölecekmiş gibi öte dünyayı düşünmek ise adalettir.
Hep kendini/cemaatini/partisini/grubunu/cemiyetini düşünmek ifrat, sadece başkalarını düşünmek tefrittir. Kendi için istediğini öteki için istemek ise adalettir.
Yalnız kendi gibi düşünenleri sevmek ifrat, aksine düşmanlık tefrittir. Asgari müştereklerde buluşmak adalettir.
“Kılıbık” olmak ifrat, “taşfırın” olmak tefrittir. Yaşamın ortak olduğunu bilmek ve buna göre davranmak adalettir.
Sınırsız özgürlük ifrat, kölelik tefrittir. İrade özgürlüğü ve sorumluluk sahibi olma adalettir.
Savaş ifrat, teslimiyet tefrittir. Barış ise...
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bir sonraki yazıda buluşmak umudu ile…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish