Toksik erkeklik kahramanca olabilir: İşte bunu ispat eden kadınlar

Yunan mitolojisinde Antigone, bugün özgürce eleştirdiğimiz tüm karakter özelliklerini sergilemiştir

Forbrydelsen (The Killing) polisiye dizisinin kadın kahramanı müfettiş Sarah Lund (solda) 

Homeland gerilim dizisinin kadın kahramanı CIA ajanı Carrie Mathison (sağda)

Öğrencilerime psikanalitik tedavide "serbest çağrışımın" ne anlama geldiğini açıklamaya çalışırken, iyi bilinen şu deyişe düzenli olarak atıfta bulunurum: “Küvetteki kirli suyu dökerken bebeği de atmayın!”

Bir psikanalist, hastasından "serbest çağrışım" yapmasını, yani bilinçli ego kontrolünü askıya almasını ve aklına gelen her şeyi söylemesini istediğinde, neredeyse tam tersini talep etmiş olmuyor mu?

Hasta bebeği (ego) atmalı ve sadece serbest çağrışımlardan ibaret olan banyo suyunu tutmalıdır. Tabii ki burada amaç, 'kirli suyun' dökülmesi suretiyle aklı başında ve sağlıklı egoya dair gizli gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Unutmayın ki, sudaki kirin kaynağı bebektir, dışarısı değil!

Birçok sahte çevrebilimci için de aynı şey geçerli değil mi? Kirletilmiş çevrede serbestçe akan kirli suyu görmezden gelirken, temiz ve yeşil bir ortamdaki sağlıklı "sürdürülebilir" meskenlere takıntılı vaziyetteler. Eğer biri gerçekten kirlenmeyle ciddi biçimde baş etmek istiyorsa, yapması gereken ilk iş kirli çevreye odaklanmak ve izole "sürdürülebilir" yaşam alanlarımızın etraflarına nasıl sadece kirlilik ihraç ettiğini analiz etmek olmalıdır.

Belki de Japonya'da yaptıklarına benzer şekilde, karşıt yaklaşımı benimsemeliyiz: Büyük şehirlerde kirlilik ve nüfusa mümkün olduğunca çok odaklanalım ki (görece) temiz bir suda kirli bebek işlevi görsünler.

Bir diğer örnek: İrlanda ve Pensilvanya'dan Avustralya'ya kadar dünyanın dört bir yanında Katolik kilisesinde yaşanan çok sayıdaki pedofilik suç. Bunlar, kendisini toplumumuzun ahlaki pusulası olarak lanse eden bir kurumun üyeleri tarafından işlenen suçlar ve bu durum bizi ‘Kilise’nin basitçe kötü rahipleri kovup iyi olanı koruyacağına dair kolay fikri reddetmeye zorluyor.

Burada, uygunsuz ve karanlık tarafları hasıraltı ederek kamusal kuruluşun devamını sağlayan bir “kurumsal bilinçdışı” var. Kilisenin pedofilik skandalları susturmaya çalışması kilise kurallarına uymaktan ibaret basit bir tavır değil. Kilise kendisini savunurken aslında en derindeki müstehcen sırrını savunuyor.

Belki de en net örneği, toksik erkeklik üzerine yapılan son tartışma sağladı. Gillette'in erkekleri şiddetten daha uzak ve daha iyi bir hale getirme konulu son reklamına cevaben, reklamın erkeklere karşı değil, sadece erkeklikteki toksik fazlalığa karşı olduğu fikrini sıklıkla duyduk. Kısaca, reklam sadece acımasız erkekliğin kirli küvet suyunu dökmemiz gerektiğine işaret etmişti.

Fakat burada sorunlar var. "Toksik erkekliği" karakterize etmesi gereken özellikleri içeren (Amerikan Psikologlar Birliği’nin önerdiği) listeye daha yakından bakalım: duyguları bastırma ve sıkıntıyı maskeleme; yardıma başvurmakta isteksizlik; kendimize zarar verme tehlikesi olsa dahi risk alma eğilimi. Bu listedeki neyin "erilliğe" özgü olduğunu anlamıyorum.

Bu, zor bir durum karşısında kişinin doğru olanı yapmak için, mecburen duygularını bastırdığı, sırtını dayayabileceği hiçbir yardım olmadığı halde ve kendisini zarara uğratma manasına gelse dahi risk almayı göze aldığı basit bir cesaret eylemine daha çok uymuyor mu?

Aslında, zorlu çıkmazlarda çevrelerinin baskısına boyun eğmek yerine tam da bu şekilde eyleme geçmiş pek çok -hatta erkeklerden daha fazla sayıda- kadın tanıyorum. Yunan mitolojisinden örneklersek: Antigone, Polyneikes'i defnetmeye karar verdiğinde, temel "toksik erkeklik" özellikleriyle tam olarak uyuşan bir eylem gerçekleştirmiş olmuyor muydu?

Kesinlikle duygularını bastırmış ve sıkıntısını maskelemişti, yardım aramakta isteksiz olduğu için kendisine büyük zarar verme tehlikesi bulunan bir riski göze aldı. Politik doğruculuğa dayalı uyumluluk çağımızda böylesi bir tavır tehlike arzediyor.

Bu klasik feminen cesaret figürünün izlerini günümüz popüler kültüründe, özellikle de şu iki TV dizisinde buluyoruz: Homeland ve The Killing.

Homeland'in kadın kahramanı, terörle mücadelede görev alan ve bipolar bozukluğa sahip bir CIA subayı olan Carrie Mathison. Katı adalet duygusu Mathison'ı birçok kuralı ihlal etmeye ve üstleriyle hayatını dahi tehlikeye atan çatışmalara zorluyor. Bu, sınırlarda gezinen bir diğer karakterle, kusursuz bir Danimarka dizisi olan The Killing'in, kurumunun ikiyüzlülüğüne şiddetli tepki gösteren ve en sonunda tamamen afaroz edilen kadın kahramanı müfettiş Sarah Lund ile benzerlik gösteriyor. Tanrı bize gerçek hayatta, bu toksik-erkekliğe sahip kadınlardan olabildiğince çok bahşediyor!

"Erivan Radyosu" tarzında harika bir eski Sovyet fıkrası var: Bir dinleyici "Rabinoviç'in piyangodan yeni bir araba kazandığı doğru mu?" diye sorar. Radyo "Prensip olarak evet, doğru, ancak bu yeni bir araba değil eski bir bisiklet, ayrıca Rabinoviç bir şey kazanmadı çünkü zaten kendisinden çalınmıştı" diye cevaplar.

Aynı şey toksik erkeklik için de geçerli değil mi?

Erivan Radyosuna soralım: “Erkeklik gerçekten toksik midir?” Cevabı tahmin edebiliriz: “Prensipte evet, doğru, ancak bu toksik içerik maskülenliğe özgü değil, üstelik çoğu zaman için harekete geçmenin tek makul ve cesur yolu anlamını taşıyor."

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

https://www.independent.co.uk/voices

 

The Independent Türkçe için çeviren: Ayşe Yıldız 

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU