FETÖ'nün siyasi ayağı tartışması ülkemizde genelde yapıldığı gibi kısır çekişme ve polemiklerle sulandırılıyor.
Önce tanımları netleştirelim: Siyasi etkileşim başka bir şeydir; siyasi ayak ise yapılanmanın hiyerarşisi içerisinde hareket eden bir organ demektir.
Siyasi-toplumsal etkileşim dosyasını açtığımızda Gülen Hareketi'nin etkileşmediği, düşman bellediği çok az kesimle karşılaşırız.
"Hoşgörü ve Diyalog" söylemiyle "The Cemaat" İslami kesim içerisinde ilişki ağları kurmaya çalışmanın yanı sıra sanat, siyaset ve iş dünyasıda seküler kesimle de çok girift ilişkiler kurmuştu.
Bu yapılanmanın 1965'te Komünizmle Mücadele Dernekleri kapsamında doğduğunu biliyoruz.
12 Eylül 1980 darbesine açık destek verdiğini ve 80 sonrası devletin resmi söyle ve strateji olarak belirlediği Türk-İslam sentezinin en önemli aktörü olduğu da malum.
Merkez sağ iktidarlar ABD'nin kefil olduğu bu yapıyı korudular, kolladılar; önünü açtılar. 1991'de Sovyetlerin çöküşünün ardından Özal, Orta Asya Cumhuriyetlerine açılımı Gülen ile yaptı.
Sonra Kasım Gülek ile karşılaşıyoruz. Kimdir peki Gülek? CHP Genel Sekreteri (1950-1959).
CHP'nin sola kaymasından sonra partiden ayrılıyor; ama küresel bir derinliği var kendisinin.
NATO Parlamenter Asamblesi Başkanı, Atlantik Enstitüsü Başkanı, Doğu Akdeniz Kalkınma Enstitüsü İkinci Başkanı...
Kasım Gülek, 1980’lerden itibaren Güney Koreli Rahip Sung Myung Moon ve CIA tarafından 1951’de kurulan Moon Tarikatı’na bağlı "Professors World Peace Academy" (PWPA)'nın Türkiye sorumlusu.
Daha sonra Alparslan Türkeş Cumhurbaşkanı adayı gösteriyor kendisini; ama Özal aday olunca adaylıktan çekiliyor. Cenaze namazını Gülen kıldırıyor...
ABD'nin himayesindeki Fethullahçı yapılanmayı sırasıyla Evren, Özal, Demirel, Çiller ve Ecevit destekledi, devlette yuvalanmaları için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
28 Şubat darbecilerinin ABD'ci kanadı Gülen'i gözetirken, Avrasyacı kanadı onu da hedef tahtasına koymuştu. O süreçte Gülen merkeze geri çekildi; ABD'ye "gurbet"e...
28 Şubat sonrası siyasetin yeniden şekillendiği süreçte ise Milli Görüş gömleğini çıkartarak neo-liberal muhafazakarlığa ikna edilen AK Parti yönetiminin yanına bir partner bir bekçi olarak dikildi Fethullahçılar.
Yapılanmanın çiçek açtığı altın devri de bu süreçte yaşandı. Cemaat hızla devlet olanaklarını da kullanarak kendisini güçlendirirken, devletin kılcal damarlarına sızma, zehirleme ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanma imkanı elde etti.
Bu süreç beraber yürüyenlerin beraber güçlendiği bir dönemdi.
Erdoğan güçlendikçe başına dikilen bekçiden kurtulmanın yollarını aramaya, ABD vesayetçisi bu jandarmadan farklı icraatlar yapmaya böylece kendi ayakları üstünde durduğunu göstermeye çalışıyordu.
Ayrışma önce sürtüşmeye, sürtüşme sözlü atışmalara;, gerilime ve ardından Gülen'in paralel yapılanmasının elindeki yetkileri ve güçleri kullanarak eski ortağını yıpratma, devirme operasyonlarına yol açtı.
Yapılanmanın ürettiği hukuksuzluklara, kumpaslara dair kronoloji hızlıca unutuluyor/unutturuluyor:
- Fetullahçılar 28 Mayıs-30 Ağustos 2013 Gezi Parkı olaylarını kolluk kuvvetleri aracılığıyla proveke ederek kitleselleşmesini sağlamaya çalıştılar.
- Hükümet cevaben Kasım 2013'te Dershaneleri kapatma kararı aldı.
Paralel yapının karşı cevapları:
- 17-25 Aralık 2013 yargı darbesi girişimi
- 1 Ocak 2014'te Hatay'da, 19 Ocak 2014'te Adana'da MİT tırlarının durdurulması
Hükümet'in karşı cevapları:
- Şubat 2014 Türk Telekom Casusluk ve Telefon Dinleme Skandalını ortaya çıkartmak
- Şubat 2014 Paralel yapıya karşı Emniyet ve HSYK'de İnternet ve MİT Yasasında değişiklikler ÖYM'lerin kaldırılması oldu.
Bu adımlara karşılık Paralel yapı elindeki tape silahını kullandı:
- 25 Şubat 2014 günü akşam saatlerinde sosyal medyada yayınlanan bir ses kaydı Türkiye'nin gündemine yerleşti.
"Başçalan" isimli bir kullanıcı tarafından YouTube'a yüklenen ses kaydı, ertesi gün Kemal Kılıçdaroğlu tarafından da mecliste dinlettirildi. - TUSKON Başkanı Rızanur Meral, 1 Mart 2014'te hükümeti açıkça tehdit etti.
Erdoğan 30 Mart 2014 Yerel Seçimlerinden zaferle çıkınca "Devletin içinde devlet olmaz. Hangi kurumumuzun içine girmişlerse girmişler. Bizler de iyi niyetimizin kurbanı olduk. Ama artık bunları ayıklama zamanı gelmiştir hukuk içinde" cümleleriyle geri dönüşü olmayan savaşın son merhalesini ilan etmiş oldu.
2014'ten 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar da Şubat-Mayıs 2015'te Bank Asya kapatıldı, 30 Nisan 2016'da ise STV yayın grubunun tüm yayınları kesildi.
Bu süreçte CHP ve Saadet Partisi gibi muhalefet partileri Erdoğan iktidarına karşı sahici bir halk muhalefeti örgütleyemedikleri için paralel yapıya karşı devletin uyguladığı yaptırımlara destek olmak yerine yapılanmanın yanında yer almayı seçtiler ki bu Türkiye'deki politik sahnenin ne kadar kaygan, ilkesiz ve pragmatist olduğunu gösteriyordu.
Bu süreçte ve 15 Temmuz sonrasında da iktidar cenahı FETÖ ile tutarlı ve adil bir mücadele yapamadı.
FETÖ Borsaları, nüfuzlu olanlarına ve halen çıkar ilişkileri devam edenlere iltimas geçilirken herhangi bir suça karışmadığı halde cemaat tabanında olduğu için işkence vb. muamelelere maruz kalmaları, FETÖ ile alakası olmayan muhaliflerin de bu süreçte susturulmaya tasfiye edilmeye çalışılması gibi örnekler çoğaldıkça kamuoyunda FETÖ ile mücadele iğdiş edildikçe ve sulandırıldıkça "anlamsızlaşıyor".
Hafızalarımızı tazelediğimize göre bu bağlamda güncel siyasi ayak polemiğine geri dönebiliriz:
Muhalefet, Erdoğan iktidarını geçmişte Fethullah Gülen Cemaatini/Paralel Yapıyı/Fetullahçı Terör Örgütü'nü desteklemekle, önünü açmakla, ortaklık yapmakla suçluyor.
FETÖ, Ergenekon, Balyoz vb. bir dizi hukuksuz yargı darbeleri yaparken destekleyenlerin darbe kendisine gelince yüz seksen derece ters döndüğünü söylüyorlar ki bu açıdan haklılar.
İktidar kanadı ise muhalefetin özellikle dershanelerle başlayan çatışma/ayrışma sürecinde paralel yapıya karşı dayanışma göstereceği yerde muhalefet yapma adı altında Fetullahçılarla aynı karede yer aldığını söylüyor ki onlar da bu açıdan haklılar.
Sonuç olarak iki taraf da fırsatçılık ve pragmatizm konusunda birbirini suçlamakta haklı.
Beraber yürüdünüz beyler siz o yollarda bazen o şeritte bazen bu şeritte...
Ancak o ünlü ve nostaljik reklam sloganını hatırlatıyorlar sadece:
Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish