Çin kendine özgü yönetimsel mekanizmaları bulunan, ülkede başka partiler olmasına rağmen Komünist Parti’nin ülkedeki tek siyasi güç olduğu bir ülke.
Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) 2018 rakamlarına göre 90,59 milyon üyesi bulunuyor. Bu sayı birçok ülkenin nüfusundan daha fazla.
Rakamın büyüklüğü düşünüldüğünde; üyelerin parti kademelerinde yükselmesi, dinamik halde tutulması ve ülke geleceğinde söz sahibi olacak mevkilere gelmesi de bir hayli zorlaşıyor.
Çinli yöneticiler bu sorunların farkında olarak bazı önlemler geliştirmiş durumdalar. Örneğin parti, üyelerine sürekli düzenlenen KAPALI toplantılarla eleştiri yapma olanağı sağlamakta.
Üyeler düzenlenen bu toplantılarda Sosyalizm, Komünizm ve Kapitalizm gibi konularda tartışmalar gerçekleştirmektedir.
Üst düzey üyeler ise yılın belli dönemlerinde bir araya gelerek ülke sorunlarını tartışıp raporlar hazırlayarak devleti yöneten kadrolara ulaştırmaktadır.
Fakat benim en çok dikkatimi çeken uygulamalardan biri yaklaşık 10 yıldır ÇKP üyesi olan bir Çinlinin şu sözleri oldu;
Çin'deki her Komünist Parti üyesi 6 ayda bir yaşanan son siyasi gelişmelerle ilgili kısa bir özet yazıp partiye göndermek zorundadır.
ÇKP'nin 90,59 milyon üyesi olduğunu düşünürsek, bu uygulama müthiş bir beyin fırtınası demek.
Bu sayede parti, her üyesinin değerlendirme aşamasına aktif katılımını sağlarken, tüm üyelerin fikirlerinden de azami ölçüde istifade etmeye çalışmaktadır.
Geleceği olan üyeler de bu şekilde kendini gösterme imkanı elde etmektedir.
ÇKP üyelerinin bazı yükümlülükleri ile giriş yaptığım bu yazı aslında Çin ile ilgili olmayan bir yazı.
Sadece küçük bir örnekle başlayıp yıllardır Türk siyasetinde kronikleşen bazı konulara değinmek istiyorum.
Türk siyasi partilerindeki atıl üye sorunu
AK Parti yaklaşık 10 milyonluk üye sayısı ile Türkiye’de en çok üyesi bulunan siyasi partiyken, onu 4 milyon 675 bin ile CHP, 467 binle MHP ve 182 binle İYİ Parti izliyor.
Bu rakamlara HDP’yi de eklersek Türkiye’de yaklaşık 16 milyon insanın siyasi parti üyesi olduğunu ve siyaset ile yakından alakadar olduğunu görüyoruz.
Fakat bu üyelerin birçoğu atıl vaziyette. Türkiye’deki siyasi partilerin iç tüzüklerini incelediğimizde genel olarak üye yükümlülükleri şu şekilde tarif ediliyor:
Çalışmalar yapar ve çalışmalara katkıda bulunur.
Bunun dışında üyeleri bağlayan, dinamikleştiren herhangi bağlayıcı bir yükümlülük bulunmuyor.
Bildiğimiz kadarıyla parti il ve ilçe teşkilatlarında görev almayan üyelerin dışında diğer parti üyeleri herhangi bir düşünsel katkı gerçekleştirmiyor.
Bu da ilgili birçok insanın görevsiz ve muattal kalmasına yol açıyor.
Türkiye'de atıl vaziyette olan birçok siyasi parti üyesi ÇKP’nin ve ya dünyadaki diğer partilerin izlediği yollarla daha aktif hale getirilebilir.
Ve kendini göstermek isteyen birçok gencin bu tür çalışmalarla siyasi hayata daha aktif katılımı sağlanabilir.
Aslında sorun siyasi partilerin gençlerden faydalanamama sorunudur. Her ne kadar gençler vekil adayı ve vekil olsalar dahi, partiler genelde bunu PR çalışması olarak yapmakta ve gençlerin siyasete aktif katılımını genele yayamamaktadırlar.
Öte yandan bir başka sorun da üyelerin parti kademelerinde yükselememe problemidir.
Bunun sebepleri şu şekilde sıralanabilir:
- Türk siyasi hayatının Cumhuriyet'in başından bugüne kadar kronikleşen sorunu olan ailesel hegemonya konusu.
- Nitelikli iş yapan ve üretken insanların üst kademedeki kişiler tarafından engel görülüp bunlara ket vurulması.
- Varlıklı insanların tercih edilmesi.
Ailesel hegemonya meselesi Türk siyasi hayatının en büyük problemlerinden biri olarak duruyor.
Ne yazık ki büyük ve isimli ailelerden gelen kişilerin siyasi hayatı da bir o kadar parlak oluyor. Bu ailelerin dışındakiler çok daha büyük çabalar sarf etmek zorunda kalıyorlar.
Öte yandan ailesel, aşiretsel hegemonya Doğu-Güneydoğu'da çok daha büyük bir sorunken, bölgede Demokrat Parti döneminden beri siyaset yapan aile fertleri mevcut.
Örneğin Şanlıurfa’dan Cevheri ailesi 1950 seçimlerinde Hacı Ömer Cevheri’nin vekil seçilmesiyle meclise giriyor ve bu gelenek bugüne kadar devam ediyor.
Neredeyse her seçimde aileden bir fert vekil olarak seçiliyor.
Yine Bucak ailesi ilk kez 1961 seçimleriyle birlikte meclise vekil göndermeye başlıyor.
Diyarbakır’dan Ensarioğlu ailesi bu gelenekten gelen aileler arasında sayılabilir. Mehmet Salim Ensarioğlu 19, 20 ve 21. Dönemlerde vekillik yapmıştır. Yeğeni Galip Ensarioğlu ise 24 ve 26. Dönem Diyarbakır milletvekilliği yapmıştır.
Oy kaygısıyla bazı şeylerin yapılıyor olması anlaşılabilir, fakat yeni insanların önünün açılması için de daha üretken çalışmaların yapılması gerekiyor.
Durum böyle olunca da liyakat ve performans geri plana itiliyor ve birçok insanın daha yolun başındayken geri adım atmasına neden oluyor.
Türk siyasetinin daha kaliteli bir seviyeye ulaşması için artık bazı ciddi önlemlerin alınması gerekmektedir.
Gençlerin önünün açılması için nitelikli çalışmalar yapılmalı, en önemlisi de siyasetin saltanatlaştırılmasının önüne geçilmelidir.
Yine varlıklı insanların yönetimsel kademelerde (İl-ilçe başkanlıkları gibi) tercih edilmesi siyasetin ilk şartının servet sahibi olarak görülmesi gibi kötü bir algıya sebebiyet vermektedir.
Siyasi liderlerin bu konular üzerine düşünüp gerekli önlemleri almaları gerekmekte, hiç olmazsa siyasi parti üyelerinin Çin örnekliğinde olduğu gibi siyasete aktif katılımının önünü açarak, ataletten kurtulmaları sağlanmalıdır.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish