Birleşmiş Milletler Hükümetlerararası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) hazırladığı 6. Değerlendirme Raporu’nun parçası olan son rapor 25 Eylül’de Monaco’da paylaşıldı.
IPCC, Birleşmiş Milletler veya Dünya Meteoroloji Örgütü’ne üye ülkeler tarafından iklim değişikliği konusunda mevcut bilimsel, teknik ve sosyo-ekonomik bilgi ve çalışmaların değerlendirilmesi, bilimsel çıktılar ışığında iklim değişikliğiyle mücadele ve iklim değişikliğine uyum konularında karar vericilere yol göstermek amacıyla kurulmuş bilimsel bir yapı.
Bu raporunun başlığı ise “Değişen İklimde Okyanuslar ve Kriyosfer (dünyadaki kar ve buzulla kaplı tüm alanlar) Raporu”.
Bilimsel değerlendirmeleri de içeren rapor çarpıcı bilgiler içeriyor. (Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.)
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Kriyosfer kavramı, dünyadaki tüm donmuş alanları; buz tabakaları, dağ buzulları, permafrost, buz sahanlığı ve kar örtüsünü kapsıyor.
Dünyadaki sera gazlarının artması ile birlikte dünya sıcaklık ortalamasındaki artış bu alanlardaki buzulların, karların erimesine sebep oluyor.
Bu alanların coğrafi ve meteorolojik olarak dünyanın dengesinde önemli rolü olduğu su götürmez bir gerçek.
Kriyosfer alanlarındaki erimenin bir domino etkisi ile krizi daha da arttıracağı da biliniyor.
Ancak, bu alanlardaki ekosistem ve biyoçeşitlilik de unutulmamalı.
36 farklı ülkeden 104 yazar ve yayımcının çalışmasıyla 7 bin bilimsel çalışma incelenerek rapor hazırlandı.
Başyazarlar arasında Türkiye’den herhangi bir isim ne yazık ki yok…
Rapordaki dikkat çekici sonuçlar
Öncelikle yanlış bir bilgiyi düzeltelim.
Denizin içerisinde yüzen bir buz kütlesinin erimesi deniz seviyesinde bir artışa neden olmaz.
Bunu evinize yapacağınız basit bir fizik deneyiyle kendiniz de ispatlayabilirsiniz.
Taşma noktasına gelecek şekilde bardağa buzlu suyu koyduğunuzda, buz eridiğinde su taşmaz.
Dünyadaki deniz seviyesindeki artışa sebep olan karalardaki buzulların, karların erimesidir.
Raporda, 2100 yılından itibaren her yıl zaten yükselen deniz seviyesinin sera gazı emisyonlarının azaltılmaması durumunda 10 kat daha hızlı yükselmeye başlayacağı vurgulanıyor.
Deniz seviyesindeki şu ana kadarki yükselmenin 16 cm’sinin küresel ısınma kaynaklı olduğu, günümüzde yılda 3,6 mm’lik bir yükselme yaşanırken 2100 yılında yılda 15 mm’lik bir yükselme olabileceği öngörülüyor.
Böyle devam ederse 2100 yılında 84 cm – 1,1 m arasında bir deniz seviyesi yüksekliği öngörülüyor.
IPCC’nin 5. Değerlendirme Raporu’ndaki (bir önceki rapordaki) öngörüye göre 10 cm. daha da fazla bir yükselme riski ile karşı karşıya olduğumuz görülüyor.
Bunun ana nedeni de Arktik buz örtüsünün öngörüldüğünden çok daha hızlı bir şekilde erimeye başlamış olması…
- Bu yükselme oranı, yüzyılda bir görülen aşırı deniz seviyesi yüksekliklerinin bu yüzyıl sonu itibarıyla her yıl (2050 itibarıyla da birçok farklı yerde) görülmeye başlaması anlamına gelecek.
Bazı ada ülkelerinin deniz seviyelerinin yükselmesi ve okyanusta yaşanacak değişimler sonucunda yaşanamaz hale gelmesi kuvvetle muhtemel.
- Emisyonlar azaltılmazsa, deniz seviyelerindeki artış 2100 sonrasında da devam edecek.
Rapor, emisyonların artması halinde 2300’de 5,4 metreye kadar bir yükselme olabileceği konusunda uyarıyor.
Karadaki buzullar ve kar önemli bir tatlı su kaynağı.
Bu yapıların erimesi ve dereler vasıtası ile denizlere karışması ile önemli bir tatlı su kaynağı kaybı yaşayacağız.
Buzullarımızın 1/3’ünden fazlasını kaybedeceğimiz ve bazı dağlarda buzulların yüzde 80’inin kaybolacağı da öngörülüyor.
Türkiye’de bu süreç çoktan başlamış durumda.
Şekil 1’de Ağrı Dağı’ndaki 5 bin 137 metre yükseklikte 1997’den günümüze buzullardaki erimeyi görebilirsiniz.
Şekil 2’de de Süphan Dağı’nın 4 bin 58 metre yükseklikteki yıllara göre değişimini inceleyebilirsiniz.
IPCC raporunda belirtilen süreçten çoktan etkilenmeye başladığımızın somut bir göstergesidir bu bilimsel çalışmalar.
Raporda, denizlerdeki sıcaklık dalgalanmalarının yüzde 84 - yüzde 90 oranında doğrudan iklim değişikliği ile ilişkili olduğunu belirtiyor ve buzulların ve karın erimesinin küresel ısınmayı daha da arttıracağı ve iklim değişikliğinin de hızlanacağı vurgulanıyor.
Grönland ve Antartika’daki buz tabakasının hızla erimesiyle yılda 400 milyar tondan fazla su okyanusa karışıyor.
Arktik’in karla kaplı bölgesi her on yılda yüzde 13 oranında küçülüyor.
Bu değişimler okyanuslardaki ve denizdeki kimyasal ve fiziksel yapıyı alt üst etmeye yeterli.
Bütün bunlara sıcaklığın artması ile okyanustaki oksijen kaybının artarak daha asidik bir hale dönüşmesi nedeniyle biyolojik yapının göreceği zarar da eklenince okyanus ve denizlerimizdeki felaketin boyutları geri dönülmez hale gelebilir.
Okyanuslardaki diğer bir sorun ise en anlaşılabilir tanımla, asitlenme…
Halihazırda pH seviyesi (pH 7’nin altı asit ortamda artış anlamına gelir) 0,1 oranında azalma yaşanırken, sera gazı emisyonlarının artmaya devam etmesi ile birlikte bu oran 2100 yılı itibariyle 0,3 daha fazla azalacak.
Küresel ısınma ile birlikte su yapılarındaki (deniz, okyanus, dere, sulak alanlar vb.) oksijen kaybı artacak.
Rapora göre 2050 yılına kadar okyanusların yüzde 80’ininde yüzeye yakın kısımlarında oksijen kaybı yaşanacak.
Oksijenin azalması, asitlenmenin artması hiç kuşkusuz deniz canlılarının yaşamını zorlaştıracak, tür kayıpları da olacak.
Rapordaki tahmine göre okyanus hayvanlarının popülasyonunda yüzde 15 ve balık avcılığı potansiyelinde yüzde 24 azalma olacak.
Özetle, biyoçeşitlilik zarar görürken aynı zamanda denizden elde edilen ekonomik girdi de azalacak.
Okyanuslar aynı zamanda gezegenin sıcaklığının dağılmasına da yardımcı oluyor.
Okyanus ve denizlerdeki akıntılar bu sıcaklık dağılımının en önemli araçlarından.
Bu araçlar aynı zamanda meteorolojik olayların da kaynağı.
Okyanuslardaki yaşanan insan kaynaklı değişiklik bu meteorolojik olayların da alışılmış davranış biçimini değiştiriyor.
Örneğin, Atlantik Meridyonel Devinim Dolaşımı’nın (AMOC) bu yüzyılda zayıflaması bekleniyor.
Bu durumun da Kuzey Avrupa’daki fırtınaları arttıracağı, Güney Asya ve Sahel’e (Orta Afrika) düşecek yağış miktarını azaltacağı ve Kuzey Amerika’nın kuzeydoğusunda deniz seviyelerinin yükselmesine sebep olabileceği düşünülüyor.
Küresel ölçekte şiddetli yağış ve kuraklığa neden olan Pasifik Okyanusu’ndaki sıradışı yüzey sıcaklıklarını betimleyen El Niño ve La Niña’nın etkilerinin çok daha ciddileşeceği düşünülüyor.
Kriz çok daha büyüyebilir!
Permafrostun ve kar/buz örtüsü aynı zamanda karbondioksit ve metan gazlarınında bir kısmının atmosfere yayılmasını engelliyor.
Öte yandan, dünyanın çeşitli bölgelerinde buzulların erimesi ile birlikte ortaya çıkacak alanlarda potansiyel fosil yakıtların çıkartılması için ülkeler arasında bir rekabet olduğu hatta çalışmalara başlandığını da görüyoruz.
Dolayısıyla, raporda da belirtildiği üzere permafrostun ve kar/buz örtüsünün erimesinin hali hazırda tutulan sera gazlarının atmosfere bırakılması ve yeni fosil yakıt alanlarının ortaya çıkması ile iklim değişikliğinin daha da hızlanabileceği raporda not edilmiş durumda.
Olayın diğer bir boyutu ise, kar/buz yüzeyinin güneş ışınlarını yansıtması ile küresel ısınmayı azaltması…
Bu yapıların yok olması ısınmaya karşı önemli bir aracı da ortadan kaldırmış oluyor.
Bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde iklim krizinin permafrost ve kar/buz örtüsünün yok olması ile çok daha büyük hatta beklenmedik, öngörülemeyen olumsuz etkiye neden olacağı bir gerçek.
Belki hiç gidip görmediğimiz, göremeyeceğimiz, fotoğraflarını gördüğümüz bu alanların yaşam için ne kadar önemli olduğunu da ortaya koyması adına IPCC’nin bu raporu değerli bilgiler içeriyor.
Ancak bu raporun ortaya koyduğu en önemli tespit ise, durumun aciliyeti.
Bütün toplumların, ülkelerin, amasız, ancaksız, ortak akılla, doğayı, yaşamı gözeterek hiç zaman kaybetmeden harekete geçmesi gerekiyor.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish