Çingene sözcüğünü sıklıkla duymuş veya kullanmış olabilirsiniz.
Modern jargon ile özgür ruhlu veya göçebe yaşam tarzlarına sahip insanlar için genel olarak kullanılan bu terim, başlangıçta Asya'daki anavatanlarını geride bırakıp tüm dünyaya yayılan bir topluluğu ifade etmek için kullanılıyordu.
İnsanların farkındalığının artması ile bu sözcük artık ırkçı bir hakaret, aşağılayıcı ve eski bir terim olarak algılanıyor olsa da dünyanın dört bir yanına yayılmış ve farklı kollara ayrılmış bu topluluklar için bir çatı kavram olarak kullanılmaya devam ediyor.
Bugün artık çoğu insan çingene olarak etiketlenen kişilerin Roman halkı olduğunun bilincinde.
Yine de Roman teriminin akıllara getirdiği ilk çağrışıma bakıldığında birçok insanın çıkardığı ilk sonuç, bu insanların Romanya veya Roma'dan olduğudur ancak hayır, Roman kültürü ne antik Roma'dan ne de günümüz Romanya'sındandır.
Birçoğunuz Roman topluluğunun kökeninin Hindistan alt kıtasına dayandığını öğrenince şaşırabilirsiniz!
Çingeneler diye tabir edilen aslında Rom halkıdır; bu, "insan" anlamına gelir.
Rom sözcüğünün "şarkı söyleyerek ve dans ederek geçimini sağlayan düşük kastlı insan" anlamına gelen Sanskrit kökenli Dom sözcüğünden türediğine inanılır.
Roman terimi 1971'de Londra'da düzenlenen ilk Dünya Roman Kongresi'nde kabul edildi ve artık Avrupa Birliği genelinde çeşitli toplulukları, kabileleri ve klanları tanımlamak için yaygın olarak kabul ediliyor.
Dünya Roman Kongresi kısmen Dünya Kiliseler Konseyi ve Hindistan hükümeti tarafından finanse edilmişti.
Hindistan ve 20 başka ülkeden temsilcilerin katıldığı bu Kongre'de ilk olarak burada sergilenen ve kırmızı, 16 kollu çakra ile süslenen yeşil ve mavi bayrak, Roman ulusal amblemi olarak yeniden teyit edildi ve "Gelem, Gelem" şarkısı ulusal marşları olarak kabul edildi.
Uluslararası Roman Birliği resmen 1977'de kuruldu ve 1990'da 4. Dünya Roman Kongresi 8 Nisan'ı Uluslararası Roman Günü olarak ilan etti.
Ve 2000 yılında 5. Dünya Roman Kongresi Roman halkını "topraksız bir ulus" olarak tanıyan resmi bir bildiri yayımladı.
Bu nedenle bugün Roman tanımı daha çok Avrupa'daki Çingene halkını ifade ediyor olarak algılanırken, Çingene tanımı ise tüm dünyaya yayılmış Çingene halkının ismi olarak kullanılır.
Peki, neden bugün Çingeneleri dünyanın dört bir yanına yayılmış olarak buluyorsunuz?
Bunlara kesin yanıtlar olmasa da tarih teorileri, doğal afetlerin yanı sıra dış güçlerin sürekli baskınlarının Çingeneleri 5'inci yüzyıldan itibaren (bazı araştırmacılar 11 ve 14'üncü yüzyıllar arasına tarihlendiriyor) Avrupa'nın farklı bölgelerine yayılmaya zorladığını öne sürüyor.
Ancak Çingenelerin Hindistan'dan Avrupa'ya göçünün 9 ve 14'üncü yüzyıllar arasında çeşitli dalgalar halinde gerçekleştiği genel kabul görür.
Öncelikle Pers topraklarına (günümüz İran'a) 9'uncu yüzyılda geldiklerine inanılır.
Fars kaynakları onlara "Luli" veya "Luri" diyor; 10'uncu yüzyılın ortalarında Arap ismi "Zott" altında tasdik edilmiş.
Ancak bu isimler Hindistan'dan gelen herkes için ayrım gözetmeksizin kullanılıyordu.
Çingeneler Doğu'dan gelen nüfus hareketleri ya da Hindistan'a yapılan bir Pers askeri seferi sonucunda İran'a ulaşabileceklerdi.
Avrupa Roman lehçelerinde bulunan çok sayıda Farsça kelimenin gösterdiği gibi, orada uzun bir süre kalmışlar; Avrupa'nın Roman lehçelerinde Ermenice terimler bulunduğuna göre, eski Ermenistan'da da oldukça uzun bir süre yaşamış olmalılar.
Buradan Küçük Asya'ya girerek Yunan dilinin topraklarına girdiler.
Çingenelerin Bizans İmparatorluğu'nda ortaya çıkışı Selçuklu Türklerinin 11'inci yüzyılın ortalarında Ermenistan'a yaptıkları akınlar ile ilişkilendirilir.
Bizans İmparatorluğu'na gelişlerinin aşamalı bir süreç olduğu kesin.
Bugün taşıdıkları etnik ismi de burada edinmişler: "Tsigane".
Yunancada onlara sapkın bir mezhebin isminden dolayı "Athínganos" veya "Atsínganos" deniyormuş.
Sonra Küçük Asya'dan Trakya'ya geçtiler; bu muhtemelen Çingenelerin Avrupa tarihinin başladığına inanılan 14'üncü yüzyılın başında gerçekleşti ve Trakya'dan her yöne dağıldılar.
Aynı dönemde Balkan Yarımadası'ndaki Slav ülkelerine geldiler.
Bir kısmı Balkanlar'dan Tuna Nehri'nin kuzey kıyısına geçerek Romanya topraklarına geçti.
Diğerleri batıya Macaristan Krallığı'na yöneldiler ve oradan Orta ve Batı Avrupa'ya doğru ilerlediler.
15'inci yüzyılın başında Çingeneler Kutsal Roma İmparatorluğu'nun ülkelerine çoktan ulaşmışlardı.
Kuzey Almanya'da "Tatarlar", İsviçre'de "Heiden" (Paganlar) olarak bahsediliyordu ki bu terim Hollanda'nın yanı sıra, Almanca konuşulan birçok ülkede uzun süre onlar için kullanılacaktır.
Orta ve Batı Avrupa'da o dönemde Macaristan'dan Almanya ve Fransa'ya kadar Avrupa ülkelerine daha büyük bir Çingene akını vardı.
Mısır'dan geldikleri ve Kudüs'e giderken kaybolan hacılar oldukları düşünülerek onlara "Mısırlılar" veya "Sarazenler" ismi veriliyordu.
Çingeneler başlangıçta "Mısırlılar" ve "Sarazenler" olarak bilinseler de Avrupa dillerinde, Almanya'da en sık kullanılan isimler "Zigeuner" ve "Sinte" (çoğul: Sinti); ikinci terim yalnızca Hint kökenli nüfusun bir kısmı için kullanılır ve onların varsayımsal bir kralından kaynaklandığı varsayılır.
Fransızcada "Bohémien" ismi benimsendi, İngilizce ve İspanyolcada onlara sırası ile "Gypsy" ve "Gitano" isimleri verildi ki bu isimler varsayılan Mısır kökenlerinden geliyordu.
Danimarka, İsveç ve Finlandiya'da onlara "Tattare" (Tatarlar) ismi verildi ancak sonraki çalışmalarda Tatarlar ve Çingenelerin aynı etnik gruba ait olma olasılığı terk edildi, yani Çingeneler için kullanılan "Tatar" isminin de buradaki Çingenelerin Tatar kökenli olması ile hiçbir ilgisi yoktur.
Dolayısıyla tarih kayıtlarına göre Çingeneler, Bizans İmparatorluğu'nda görece uzun bir süre kaldıktan sonra Balkanlar üzerinden Romanya topraklarına ulaşan ve burada "Tsigane" ismini alan Hint kökenli göçebeler.
Ve "Rom" sözcüğünün anlamı da aslında genel olarak Bizans İmparatorluğu'nun nüfusuna verilen bir isim olan "Romalı", Romaíos'tur ki Çingeneler bu ismi imparatorlukta uzun süre kaldıkları süre boyunca aldılar.
Çingenelerin Orta ve Batı Avrupa'ya göçü ise Türklerin kıtanın güneydoğusundaki ilerleyişi ile ilişkilendirilir.
Çingenelerin 14 ve 15'inci yüzyıllarda Avrupa'ya göçü kalıcı bir olguydu ancak bu kitlesel bir göç değildi.
Çingene nüfusunun çoğunluğu Türkiye'de, Güneydoğu Avrupa ülkelerinde ve Macaristan'da kaldı.
Orta Çağ'dan günümüze kadar bu topraklar Çingenelerin hem mutlak sayı olarak hem de toplam nüfusa oranla en fazla olduğu coğrafya olarak kalmış ve olmaya da devam etmiş.
Çingenelerin Avrupa'ya göçü genel hatları ile bu şekilde kayıtlara geçse de bu hâlâ pek çok bilinmeyen etkeni içeren karmaşık bir tarihsel süreci temsil ediyor ki bu durumda özellikle yararlı olan dilbilimsel yöntemin de kendi sınırları var.
Çingenelerin göçünün hedefli bir göç olmadığını da belirtmek gerekir; Hindistan'da ya da İran'da yaşayan Çingenelerin hedefi Avrupa'ya ulaşmak değildi ki bu, bir dizi faktörün belirlediği kendiliğinden bir hareketti ve Çingene göçünün ayırt edici özelliği askeri nitelikte olmaması.
Ancak 9'uncu yüzyıldan 15'inci yüzyıla kadar Çingenelerin göçü pek çok farklı yön ve rotayı takip etti.
Örneğin, hem yeni hem de daha önceki araştırmalar eski Ermenistan'da Çingenelerin üç yöne dağıldığını göstermiş: Bir rota onları Ortadoğu ülkelerinden Mısır'a kadar götürürken bir diğeri onları Kafkasya ülkelerine ve kuzeye götürüyor; Karadeniz'den en önemlisi olan üçüncü rota ise onları Bizans İmparatorluğu'na, oradan da Avrupa'ya götürüyordu.
Avrupa'ya gelen Çingenelerin Bizans ve Balkanlar üzerinden geçtikleri bugün artık kesin olarak biliniyor.
Avrupa dillerinde "Tsiganes" (ve tüm türevleri) olarak bilinen Hint nüfusudur ve Kendi isimleri "Rom" ise Bizans İmparatorluğu'nda kaldıkları dönemi hatırlatır.
14 ve 15'inci yüzyıllarda Çingeneler Avrupa'nın hemen her yerine ulaştılar; 16'ncı yüzyıldan 19'uncu yüzyıla kadar maruz kaldıkları sürgün ve tehcirler ile ya da Portekiz, İspanya, Fransa ve İngiltere'de başlayan Avrupa sınırları dışındaki sömürgeleştirme süreci ile birlikte Kuzey ve Güney Amerika'ya, Avustralya'ya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve diğer yerlere, Avrupa Rusyası'ndan Sibirya'ya ulaştılar ki Orta Çağ'daki göçe daha sonra 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında ve 20'nci yüzyılın başında Avrupa'daki Çingenelerin kıtanın doğusundan, özellikle Romanya'dan, yayılmaya katkıda bulunan daha küçük bir göç dalgası eklenebilir.
Bugün Avrupa'da yaklaşık 10-15 milyon Roman yaşıyor ve en büyük nüfus Bulgaristan, Romanya, Slovakya, Sırbistan ve Macaristan'da bulunuyor ve toplam nüfusun yüzde 10'unu oluşturuyor.
Yani kısaca tarihi kayıtlara göre genel kabul görmüş teori, Çingenelerin ekonomik fırsatlar, siyasi çalkantılar ve zulüm gibi faktörlerin bir araya gelmesi ile 2 kola ayrılmış bir biçimde (Syntiler ve Romanlar) 3 büyük göç dalgası ile Hindistan'ı terk ettiğini söyler.
Buna göre, 7 ve 8'inci yüzyıllarda Emevilerin Sindh'i ele geçirmesi ile Hindistan'ı terk eden ilk grup olarak Sindh'den ayrılan Syntiler (veya Sinti), Pers üzerinden göç ederek Ermenistan dolaylarına yerleşti; 10'uncu yüzyılın sonlarına doğru buradan Balkanlar, Girit, Trakya ve Yunanistan yarımadasına yayıldı; 14'üncü yüzyılda Almanya, İtalya, Fransa ve İspanya'ya yerleşerek çeşitli Avrupa ülkelerinde varlıklarını ve yerleşimlerini sürdürdüler.
10 ve 11'inci yüzyıllarda Gaznelilerin Punjab ve Rajasthan'ı fethetmesi ile Kuzeybatı Hindistan'dan ayrılan ve "Dom" olarak tanımlanan Romanlar ise bir kısmı batıya doğru yolculuklarına devam ederek Bizans yönetimi altında Hristiyanlığa geçerken bir kısmı Levant ve Kuzey Afrika'ya yerleşmek için ayrıldı ve bir kısmı da kalmayı seçerek Gazneli yönetimi altında İslam'a geçti ve Orta Çağ Pers'inde güçlü bağlantılar kurdular.
14'üncü yüzyılda Osmanlıların yükselişi ile de bir kısmı Osmanlı çatısı altında entegre olurken bir kısmı da Avrupa'nın içlerine doğru göç ederek Polonya, Romanya, Avusturya, Macaristan, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, İngiltere ve İskandinavya'ya yayıldılar.
Genetik ve dilbilimsel çalışmalar da tarihçilerin uzun zamandır savunduğu şeyi, Çingeneler olarak isimlendirilen Roman topluluğu kökeninin Hindistan'ın kuzeybatı kesiminden, günümüz Rajasthan ve Punjab gibi şu anda Hindistan'da ve Pakistan sınırında bulunan bazı bölgelerden geldiğini doğruluyor.
1992 yılında Hindistan'da yapılan serolojik bir çalışma ise 6'ncı yüzyılda Hunlar ile birlikte gelen Orta Asya'daki istilacıların soyundan olan savaşçı topluluğu "Rajputların" genetik olarak Çingene halkına en yakın topluluk olduğunu söylüyor
(Ancak bu konudaki çalışmaların hala çoksesli ve hala kesinlikten yoksun olduğunu belirtmek gerekir Kİ zaten Rajputların dahi hangi kökenden geldiğine ilişkin durum da farklı değildir.)
Ve daha sonraki çalışmalar ile birlikte, Hintlerin -savaş esirleri ve Gaznelilerin esirleri olmanın yanı sıra- o dönemde Ghulamlar yani köle savaşçılar olarak Gazneli birliklerinin özel birimlerinde ve ayrıca Mawali paralı askerleri olarak savaştıkları sonucuna varılıyor.
Sonuçta yüzyıllar boyunca Çingene kökenlerinin tarihi gizemli kaldı.
Ve Çingenelerin uzun süre Mısırlı olarak kabul edildiği iyi biliniyor ki Çingeneleri tanımlayan Gitanos, gitans ve "Gypsies" sözcükleri "Egyptians" yani Mısırlılardan türetilmişti.
Bu efsanevi köken, Orta ve Modern Çağ'da toplumun çoğunluğu ve Çingeneler tarafından tanınması yoluyla da Çingenelerin gerçek kökeninin yerini almıştı.
Bu köken aktarımı çeşitli nedenler ile daha fazla prestij sağladı: Dinden dönen günahkâr tövbekâr efsanesi sayesinde Çingene halkının Avrupa'ya girmesinin ve kabul görmesinin yolunu açtı ve Mısır kökenli mitinin doğru olduğuna inanıldı.
Bilim insanlarının Çingenelerin Hint kökenlerini yeniden keşfetmesi 18'inci yüzyılı buldu.
20'nci yüzyılda Hintler ile Çingeneler arasında karşılıklı bir tanınma ve bir dereceye kadar dayanışma ortaya çıktı.
Ancak Hintler ile Çingeneler arasındaki mesafe tartışılmaz ve kalıcıdır ki Hindistan dışında, Horasan'da, Küçük Asya'da ve hepsinden önemlisi Avrupa'da yüzyıllarca süren deneyimler, "Hint kökenli proto-Çingenelerin" dilsel, kültürel ve genetik geçmişini dönüştürdü; diğer bölgelerdeki yüzyıllar süren deneyimler ve buna bağlı olarak dilsel, kültürel ve genetik geçmişlerinin değişmesi sonrasında günümüzde "proto-Çingeneler yaşadıkları ülkelerin vatandaşları oldu."
Ancak bununla birlikte, Antik çağlardan modern çağın dünya savaşlarına kadar hem Romanlar hem de Syntiler Avrupalılardan ağır tacizlerle karşılaşmış: Rutin olarak köleleştirilmiş ve köle ticaretinden soykırıma kadar sürekli zulme maruz kalmış; çoğunluğun kuşkucu tutumu ve onları takip eden mitler ve batıl inanç öyküleri işleri daha da kötüleştirmiş.
Örneğin, Maria Teresa'nın hükümdarlığı sırasında Roman çocukları zorla ailelerinden ayrılmış ve bu da başka ülkelere kaçmalarına yol açmış.
Avrupalılar, sığınma talebinde bulunmalarına karşın Romanları ve Syntileri Osmanlı İmparatorluğu'nun casusları ve ajanları olarak görmüş.
Hollanda ve İsviçre'deki "Çingene avlama" uygulamaları, yetkililerin kesik çingene başları için ödeme yapmasını içeriyordu örneğin.
Avrupalılar Roman nüfusunu yok etmek için sayısız girişimde bulundu: II. Dünya Savaşı toplama kamplarının 500 bin ile 800 bin arasında Roman ve Synti'nin hayatına mal olduğu tahmin ediliyor.
Örneğin, İtalyan doğumlu olsalar dahi Roman ailelerine ev verilmez ve içinde yaşadıkları metal konteynerler kalıcı konut olarak kabul edilir.
Örneğin, Fransa'da kampları yok edildikten sonra kabaca 10 bin Çingene sınır dışı edildi.
Örneğin, II. Dünya Savaşı'nda Nazilerce yüzde 25'i soykırıma maruz bırakıldı.
Çekoslovakya'da Roman kadınlar elli yıl boyunca büyük çoğunlukla kendi rızaları veya bilgileri olmadan kısırlaştırıldı.
Romanların ve Syntielerin kurban edilmesi, Avrupa'daki Roman kültürünün "yabancı-farklı-tuhaf" doğasına bağlanabilir.
Onların toplumsal tecridi, Hint kültürel ve genetik miraslarının önemli bir bölümünü korumuş ve onları Avrupalılar için görünüşte yabancı ve kabul edilemez hale getirmiştir.
Hem Romanlar hem de Syntieler için ortak bir meslek olan Roman demirciliğinin mükemmelliği, yerli Avrupalılar için ekonomik bir tehdit oluşturmuş; Avrupa loncaları harekete geçerek Roman demirciliğini şeytanın işi ile ilişkilendirmiş, hatta İsa'nın çarmıha gerilmesinde kullanılan çivilerin işlenmesinin sorumluluğu yüklenmiş.
Gezginciliğe ilişkin yaygın olumsuz algı, onların zulmüne daha da katkıda bulunmuş: Şehir kapılarının dışında Romanları gözlemleyen Fransisken bir keşiş, böyle bir yaşam tarzına sahip oldukları için Tanrı tarafından lanetlenmiş olmaları gerektiğini belirtmiş.
Ancak ironik olarak bugün dünyanın en prestijli tiyatrolarında sahnelenen Flamenko dansı Endülüs Romanlarına dayanır.
(Ve Flamenko dansının günümüzde Hint klasik dansına çok benzediği de görülebilir.)
Ya da Günümüzde Dünya çapında popüler olan "Bohem modası" akımı da aslında Çingene kıyafetlerinin veya tarzının renkli ve salaş bir füzyonundan başka bir şey değildir.
Veya İngiliz komedyen Charlie Chaplin, ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso, Amerikalı Rock&Roll kralı Elvis Presley ve insani çalışmaları ile tanınan Arnavut-Hint (Roma Katolik) rahibe-misyoner Mother Theresa gibi bazı ünlülerin Roman kökeni olduğunu iddia eden birtakım bilgilere rastlamak mümkün.
Ancak 20'nci yüzyıldan önce doğanlar için bu tür bağlantıları kanıtlamak çoğu zaman zordu ve hala da zor, çünkü Romanlar mümkün olduğunca bürokrasiden uzak durma eğilimindeydiler.
Örneğin, Chaplin'in İngiltere'den ABD'ye göç etmeden önce pasaport almakta zorluk çektiği çünkü doğum belgesinin olmadığı, doğumunun hiçbir zaman kayda geçirilmediği biliniyor ve Chaplin'in ölümünden sonra eşyaları arasında İngiliz Midlands'ta bir karavanda doğduğunu doğrulayan bir mektubun bulunduğu bilgisi de doğrulanıyor ki mektubun yazarı da o sırada aynı kamp alanında bulunan bir Roman.
Neyse, gelelim Hint kökenlerine...
Çingenelerin veya Romanların kökenlerini Hindistan'a kadar takip eden birçok bilim insanının genel ortak kanısı onların Hindistan'ın yerli halkı olduğu yönünde.
Köken olarak aslen Orta Hindistan ancak kültür olarak Kuzey Hindistan ve Pakistan dolaylarında sağlamlaştığı inancı yaygın bir kanı.
İsim olarak da Hindistan'dayken bağlı bulundukları kast olan Sanskrit Doma'dan geldiği kanısı hâkim.
Ve Rajasthanca, Hintçe, Punjabca vb. ile ilişkili bir Hint dili konuştukları ve eski Shakti Hindu kimliklerinin bazı yönlerini hala koruyan kendi benzersiz kültürel uygulamalarına sahip tüm dünyaya yayılmış bir topluluk olarak tanımlanıyor.
Genel kanı, müzisyen, eğlendirici ve metal işçisi olarak çalıştıkları Hindistan'da ortaya çıkan Çingeneler burada ayrımcılığa uğradılar ve tapınaklardan dışlandılar; daha sonra ozan olarak İran'a gönderildiler (bazıları Afganistan'a gitti) ve oradan iki gruba ayrıldılar; biri kuzeye doğru (bazıları Ermenistan ve Rusya'ya bir diğer grup Türkiye'ye) seyahat etti ve Romanca konuşan Avrupa Çingeneleri oldu, diğeri güneye doğru (Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya) seyahat etti ve Domari veya Orta Doğu Çingeneleri olarak tanındı.
Hindistan'daki en büyük Çingene grubu Lambadi (veya Gormati) Çingeneleridir.
Hindistan'da yaşayan diğer gruplar arasında Tamil göçebeleri, Hint Çingeneleri, Kanjari ve Baiga bulunur.
Rajasthan'ın çöl göçebe halklarından "Bopalar" yetenekli müzisyenler ve şarkıcılardır ve "Kalbeliyalar" dansçılar ve yılan oynatıcılarıdır ve bugün hala yarı göçebe sokak sanatçıları olarak geçiniyorlar.
Ancak hala yabancıdırlar ve diğer Hintler tarafından "gecekondu sakinleri ve dolandırıcılar" ve "pis ve saldırgan dilenciler" olarak görülürler.
Hindistan'daki Çingene kabileleri Hindistan'ın her tarafına yayılmış olsa da çoğu Punjab, Madhya Pradesh, Uttar Pradesh, Madras, Orissa ve Andhra Pradesh gibi bölgelerde yoğunlaşmıştır.
Arhagar Çingeneleri ayrıca komşu Pakistan'da da yaşar.
Bu gruplar ve dünyadaki diğer Çingeneler dilsel olarak bağlantılı ki tüm çingene dilleri Kuzey Hint-Aryan dil ailesine ait; Çingeneler yüzlerce yıl önce Hindistan'dan Avrupa'nın farklı bölgelerine seyahat etmeye başladığında her lehçenin belirli bir grubun yerleştiği bölgeye göre sınıflandırıldığı dillerinin farklı lehçeleri yani Romanca ortaya çıktı.
Birçoğu onların Orta Çağ Hindistanı'ndaki Rajputların torunları olduğuna inanır ki Rajputlar yoksul, görmezden gelinen ve yanlış anlaşılan bir halk olarak Hindistan'ın her yerinde ve ötesinde dolaştılar.
Bunlar anavatanlarından kovulmuş bir halktı ve askerler için tahıl taşıyıcısı ve silah yapımcısı olarak kullanılıyorlardı ki tek değerli eşyaları uzmanlaşmış mesleklerinde kullandıkları aletlerdi.
Bugün onların torunları olduklarına inanılan Çingeneler Hindistan'ın her yerine yayılmış durumda hala göçebe ve yarı-göçebe olarak, genellikle 6 ayda bir ülkenin soğuyan yerinden ısınan yerine göç ederek, yaşamlarını idame ettirirler ve onları çevrelerindeki topluluklardan sosyal olarak biraz ayrı tutan mistik bir yaşam tarzı sürdürürler.
Çoğu Hint Çingenesi Hindu'dur, diğerleri birçok Hindu uygulamasını kendi inançları ile birleştirmiştir.
Ancak iki grup Müslüman'dır, Pakistan'da yaşayan Arhagar Çingeneleri İslam'ı uygular.
Bunun dışında Ortadoğu Çingeneleri iki gruptan oluşur: Yabancı anlamına gelen Arapça gurbet sözcüğünden isimlendirilen Ghorbati Çingeneleri ve Arap dünyasında Çingenelere Nauar (veya Zot) dendiğinden bu sözcükten türeyen Nawari (veya Zott) Çingeneleri.
Balkan "Rom" Çingeneleri olarak da bilinen Balkan Çingeneleri ise Yugoslavya, Moldova, Türkiye, İran ve Ukrayna dahil olmak üzere Doğu Avrupa ve Güneybatı Asya'nın bazı bölgelerinde bulunurlar.
Ancak nerede yaşarlarsa yaşasınlar Çingenelerin ortak özelliklerini, özellikle de gizemli yaşam tarzlarını kaybetmedikleri görülebilir.
Günümüzde Balkan Çingeneleri ile Hint Çingeneleri arasındaki temel farklardan biri ücretli işçiliktir.
Birçok Hint Çingenesi fabrikalarda veya kooperatif çiftliklerinde çalışır; diğerleri sokakları veya demiryollarını temizler, mağaza müdürü olur veya bahçıvan olarak çalışır.
Sık sık meslek değiştirmeleri gerektiğinden birden fazla gelir kaynağına sahip olmaları alışılmadık bir durum değildir.
Şehirlerde erkekler endüstriyel ve el sanatları işçiliği yaparken kadınlar tüccar veya falcı olarak çalışır.
Erkekler ayrıca alışverişin çoğunu yapmaktan sorumludur, kadınlar ise çocuklara bakar ve ev işleri ile ilgilenir; kırsal kesimde seyahat eden Çingeneler arasında erkekler hayvanlar ile ilgilenir.
Hindistan Dışişleri Bakanlığı'nın kültür kanadı olan Hindistan Kültürel İlişkiler Konseyi'nin (ICCR) de Hindistan'daki Hint Roman topluluğunu ana akım ile bütünleştirmek için zaman zaman çeşitli girişimlerde bulunduğu görülebiliyor.
Ayrıca Romanların Hindistan'da bir azınlık topluluğu olarak resmen tanınması için zayıf da olsa birtakım çabaların sarf edildiği görülebiliyor.
2016 yılında ICCR, "kayıp Hint tarihi sayfasını yeniden keşfetmeyi" amaçlayan 3 günlük bir konferans düzenlemişti.
Roman Çingenelerini "Hindistan kültürünün denizaşırı ilk bayraktarları" olarak niteleyen o zamanki Dışişleri Bakanı Sushma Swaraj, Roman Çingenelerinin Hint kökenlerinin korunması ve belgelenmesi için çabalamıştı.
Dışişleri Bakanı Sushma Swaraj'ın 12 Şubat'ta açılışını yaptığı bu üç günlük konferans, Romanları Hindistan'daki özellikle Rajasthan ve Punjab gibi bölgelerdeki kardeş topluluklar ile buluşturmaya katkı sağlarken farklı ülkelerdeki Roman toplumunun karşılaştığı politik, sosyal ve ekonomik zorlukları incelemeyi ve onlara sunulan mevcut anayasal güvenceleri incelemeyi; Romanların Hindistan ile bağlantıları hakkındaki mevcut akademik çalışmaları ve literatürü gözden geçirmeyi ve Hindistan'da bu konuda farkındalık yaratmayı ve Hindistan'daki tanınmış kurumlarda Roman/Sinti kültürel kökenleri hakkında daha fazla araştırma yapılmasını teşvik etmeyi amaçlamıştır.
Ayrıca Hindistan'da yüksek öğrenim gören Roman öğrencilere burs verilmesi, birçok ülkeye yayılmış Roman gençliği arasında kültürel bağların yeniden kurulması ve kültürel çalışmaların teşvik edilmesi yönünde de bir öneri sunulmuştu.
Hindistan Kültürel İlişkiler Konseyi (ICCR) ve Antar Rashtriya Sahayog Parishad Bharat (ARSPB) işbirliği ile düzenlenen uluslararası Roman topluluğuna yönelik bu konferansa katılmak üzere başkent Yeni Delhi'de bulunan Dünya Roman Örgütü-Romanipen Başkanı Jovan Damjanovic o dönem Hint medyasına verdiği özel röportajda Hint yetkililerin tanımasının Romanlar hakkındaki olumsuz algıları ortadan kaldırma yolunda ilk adım olacağını söylemiş; bu insanların Hint kökenli olduğunu kabul ederek kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı için Romanları Hint kökenli ulusal bir azınlık olarak ilan etmesi gerektiğini düşünen Damjanovic verdiği demeçte şu ifadeleri kullanmıştı:
Bunca yıldan sonra Hindistan'ın Romları Hint ulusal azınlığı olarak tanımasını bekliyoruz. Hindistan'a ait olduğumuza dair antropolojik ve fiziksel kanıtlar var. Hintler bu 12-15 milyon insanın kökenlerini kabul ederek [bu insanları] kültürel, ekonomik ve politik düzeyde kazanabilirler.
Hindistan'da geçmişte de Roman halkı ile ilgili konferanslar düzenlendi; ilk Roman konferansı 1976'da Chandigarh'da düzenlenmiş ve o zamanki Başbakan Indira Gandhi de katılmıştı; ayrıca 1983'te Uluslararası Roman Kültür Festivali'ni açmıştı.
Şubat 2001'de de 12 ülkeden 33 Roman akademisyen ve temsilci, eski Başbakan Atal Bihari Vajpayee ile etkileşimde bulundukları bir konferansa katılım sağlamıştı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish