Heidegger ve teknoloji eleştirisi
Martin Heidegger, 1954'te "Tekniğe İlişkin Soruşturma"yı (Die Frage nach der Technik) yayımladığında, "teknoloji" merkezli tartışmalar henüz akademiyi ve medyayı domine etmiyordu.
Heidegger'in anlaşılması zor, çok katmanlı bu ontolojik çalışması; Marcuse, Sartre, Foucault, Arendt gibi 20'nci yüzyılın önde gelen kuramcılarının üzerinde yürüdüğü patikaya alan açtı.
Bugün Web2'den Web3'e geçiş sürecinin, genel yapay zekanın, algoritmik manipülasyonların ve drone savaşlarının konuşulduğu bir düzlemde, bu sürecin kökenine dönüş için Heidegger'in 1954'te sorduğu sorulardan bazılarına cevap bulmak zorundayız.
Heidegger'in teknik metinlerini çözümlemek yoğun ve sistematik bir çalışma gerektirse de teknolojiye bakışını -çok sadeleştirerek- şu maddelerle özetleyebiliriz:
- Yapısı gereği teknoloji, nötr ve ideoloji dışı bir düzlemde değerlendirilemez.
- Teknoloji, insanlığı "tehlikeli" olabilecek bir yörüngeye doğru sürükleme potansiyeline sahiptir.
- Teknoloji, dünyayla ilişki kurma biçimimizi dönüştürür.
- Teknoloji, organik ve inorganik bütün varlıkları kendi aygıtları haline getirmeye çalışır.
- Bu döngünün sonucunda toplumsal refahın artırılması için bir "araç" olarak görülen teknoloji, zamanla bireysel yaşamı sıkı biçimde denetleyen baskıcı bir güç haline gelir.
Heidegger, bütün potansiyel olumsuz sonuçlarına karşın çözümün teknolojiyi reddederek kendini sistemden çıkarmak olmadığını vurgular.
Teknolojiyle eleştirel bir ilişki kurup yine teknolojinin imkânlarından yararlanarak bu döngüyü kırmanın mümkün olduğu çıkarımını yapar.
Nihayetinde Heidegger'in idealize ettiği "otantik insan" yerini Herbert Marcuse'nin tanımıyla "tek boyutlu insan"a bırakır.
Marcuse ve tek boyutlu insan
Herbert Marcuse, Heidegger'in düşüncesinin felsefe tarihinde bir kırılma noktasını temsil ettiğine inanıyordu.
İdeolojik fikir ayrılıkları nedeniyle II. Dünya Savaşı sonrasında Heidegger ile ilişkisi kopsa da Marcuse'nin 1960'ların ikinci yarısına damgasını vuracak "Tek Boyutlu İnsan" isimli kitabının en büyük ilham kaynağı Heidegger'in tezleri olacaktı.
Heidegger'in "teknoloji" düşüncesinden etkilenen Marcuse; teknolojinin totaliter kullanım biçimlerini detaylıca tartışmakla birlikte belirli bir seviyeye ulaşıldığında bütün toplumu dönüştürebilecek olumlu bir yanının da olabileceğini kabul eder.
1964'te yayımlanan "Tek Boyutlu İnsan"da Marcuse, 1968 olaylarını, Vietnam Savaşı karşıtı toplumsal hareketleri ve politik bir krizin artık çok yakın olduğunu öngörür.
Bu nedenle bu çalışma, 1960'ların ikinci yarısında bir manifesto gibi elden ele dolaşır. Marcuse, üniversitelerde büyük kalabalıklara seslenirken, katıldığı etkinliklerde bir "süper star" gibi karşılanır.
Paris sokaklarında Marcuse'nin adı duvarlara kazınmaya başlanır, kalabalıklar onun sözlerini bastıkları broşürleri elden ele dağıtırlar.
Kitabın ulaştığı büyük başarıda, dönemin ruhunu yakalayarak doğrudan pratikle bütünleşen dinamik ve canlı bir kuram ortaya koyması önemli rol oynadı.
Marcuse'nin "Tek Boyutlu İnsan"daki tezleri, en güçlü desteği alt kültür gruplarından aldı.
Bu çalışmanın, tahakkümden kurtuluşun ve özgürleşmenin imkânlarını tartışması, bu çevrelerde büyük heyecan uyandırdı.
Tüketim toplumu: "Gerçek" ve "sahte" ihtiyaçlar
Marcuse, tüketim toplumunun kapsamlı bir eleştirisini gerçekleştirerek bireylerin kapitalist sistemle bütünleşmesinde metaların bir manipülasyon aracı olarak kullanım biçimlerine odaklanır.
Bu sorgulamayı gerçekleştirirken, "gerçek" ve "sahte" ihtiyaçlar arasında bir ayrıma giderek öznenin tüketim toplumunun tahakkümünden kendisini özgürleştirmesinin yollarını tartışır.
Marcuse'nin yorumuyla, ileri kapitalist ekonomilerde üretimin mekanikleşmesi, toplumsal ilişki biçimlerinin egemen üretim ilişkilerini muhafaza edecek biçimde dönüştürülmesine yol açtı.
Teknik rasyonelliğin kaçınılmaz sonucu olarak bilişsel boyutta gerçekleşen geri çekilme, bireyin kendi öz benliğine yabancılaşmasına ve diğer bireylerle bir tüketim yarışına girmesine neden oldu.
İleri endüstriyel toplumda, öznenin çok çeşitli mal ve hizmetler arasından seçim yapma hakkına sahip olması özneyi özgürleştirmedi.
Aksine, bu mal ve hizmetler öznenin özgürlüğünü metaların ardında aramasına neden oldu.
Varoluş amacı ise "sahte" gereksinimlerini sağlama hedefiyle sürekli bir meta biriktirme yarışına dönüştü.
Özne, kendi benliğini artık kullandığı cep telefonunun logosuyla, lüks çantasının etiketiyle, gastro turizmin bayrak mekanlarından birinde yediği birkaç yüz dolarlık akşam yemeğiyle tanımlamaya başladı.
Kendi ihtiyaçları için nesneler üreten özne, bir süre sonra bu nesnelerin egemenliği altına girerek "gerçek" ihtiyaçlarından uzaklaştı ve yetersizlik duygusuyla daha fazla kazanmanın yollarını araştırmaya başladı.
Marcuse'nin döneminde büyük yankı uyandıran bu eseri, siber alan göz önünde bulundurularak günümüze uyarlanıp yeniden yazılsa kuşkusuz büyük tepki çekerdi.
Çünkü 1960'lı yıllara göre çok daha hoşgörüsüz ve önyargılı bir dünyada yaşıyoruz.
"Tek Boyutlu İnsan"ın doğruları sakınmadan dile getiren üslubuna çağımızın baskın ideolojik çevreleri ve kültürel grupları hazır değil.
Heidegger ve Marcuse'nin öngördüğü, karanlık ve kötümser senaryolardan birinin içindeyiz.
Algoritmaların kolektif bilinç üzerindeki hegemonyası
İçinde bulunduğumuz çağda sosyal medya ağlarının algoritmasını yönlendirme gücüne sahip olan tekeller, kolektif bilinci de yönlendirme gücüne ulaştılar.
Dolayısıyla bu platformların finansmanı reklam veren şirketler tarafından sağlandığından tekelleşmiş sosyal medya platformları algoritmik güçlerini belirli tüketim nesnelerini ve alışkanlıklarını popülerleştirmek için kullanmaya başladılar.
İlk yıllarında büyük oranda fotoğrafçıların etkin olduğu ve bu sanata ilişkin deneysel çalışmaların yer aldığı DeviantArt'ın çizgisine daha yakın olan Instagram da zamanla TikTok'tan ayırt edilemeyen, tüketim standardını belirleyen bir platform haline geldi.
İçeriğinin önemli kısmını reklamların ve tüketim faaliyetlerinin oluşturduğu bu platformu, deterjandan yüz maskesine, tur paketlerinden bitkisel reçetelere çok geniş ölçekteki ürünleri kontrolsüzce pazarlayan fenomenler domine ediyor.
Ne var ki bu fenomenlerin kariyer ve kişisel gelişim reçetelerini düzenli olarak sunmaları, kendi hesapları üzerinden sistematik olarak -hiçbir etik ilke gözetmeden- sponsorlarının tüketim nesnelerini pazarlamalarına bağlı.
Tüketim toplumu, çokkültürcü görünümüne karşın eğlence endüstrisinden medyaya, fast food kültüründen sanata daha önce görülmedik düzeyde bir homojenleşme ve tek tipleşme eğiliminde.
Tüketim toplumunun dayattığı davranış modellerini reddetme gücüne sahip olmayan "tek boyutlu insan"ın ihtiyaçları büyük oranda egemen paradigma tarafından belirleniyor ve hedonist bir tüketim coşkusu yaşamın her katmanına nüfuz ediyor.
Post-endüstriyel toplum, tüketim ürünlerinin yanında bireyleri bu ürünlere yönlendiren kültürel ve ideolojik ögeleri de denetliyor.
Teknolojinin dominasyonunda, kendi inşa ettiği duvarlar tarafından çevrelenen "tek boyutlu insan", algoritmaların denetimini elinde bulunduran kurumların ve şirketlerin bir aygıtına dönüştü.
Birbirine karşıt görünen birçok unsur (sihir ve bilim, yaşam ve ölüm, eğlence ve ızdırap), teknolojik rasyonaliteyle siyasi statükonun iç içe geçmesinin sonucu olarak bir araya geldi.
Üretim ve tüketim ilişkileri üzerinde tam denetimi sağlayan ileri kapitalist devletler ve tekeller, iki savaş arası dönemin totaliter rejimlerinden farklı olarak tahakküm aygıtlarına doğrudan başvurmadan, kültürel ve ideolojik aygıtlar aracılığıyla toplumsal yapıyı şekillendirme imkânına kavuştular.
Post-endüstriyel kapitalizme geçiş sürecinin başlamasıyla Apple, Amazon, Microsoft, Alphabet ve Meta gibi şirketler küresel iktidarın paydaşları haline geldiler.
İleri kapitalizmde teknoloji, bireylerin salt çalışma hayatını değil bireysel yaşamını, alışkanlıklarını ve ritüellerini de biçimlendirmeye başladı.
Söylemsel düzeyde "özgürlük" hiç olmadığı kadar baskın biçimde dile getirilmekle birlikte modern birey, kendisine dayatılan formlara dayalı bir yaşam tarzını kaçınılmaz biçimde benimsemek zorunda kaldı.
Tek boyutlu toplum, sosyal kontrolün yeni formlarını üretip bireyin ihtiyaçlarını yönlendirerek onu siyasi alanın dışına itti. Aktif bir siyasi özneye dönüşemeyen birey, sosyal medyada dönemin popüler ideolojilerini fanatikçe savunmaya başladı.
Sorunları çözümlemekten çok Antik Roma'da gladyatör dövüşlerini izleyen heyecanlı yığınların coşkusuna benzer bir dürtüyle o anki "hedef" ve "nefret nesnesi" neyse ona saldırmakla yetindi.
Woke olmak popüler olduğunda woke, ırkçı olmak popülerleştiğinde ise ırkçı oldu.
Tahmin edebileceğiniz gibi Marcuse, iki kesimi de (bazı eğilimler henüz literatüre girmeden önce) "Tek Boyutlu İnsan"da çok sert biçimde eleştirdi.
Tek boyutlu toplum tarafından yabancılaştırılan özne, kendi kimliğini serbest piyasada alınıp satılabilen tüketim nesnelerinin ardında aramaya başladı.
Güney Asya'da insan dışı koşullarda çocuk işçiler tarafından üretilen teknolojik cihazlar piyasayı domine ederken, Hollywood'un kültürel çeşitliliği artırdığı filmler ne yazık ki "ırkçılık" sorununu ve Afrika'daki doğal kaynaklara erişim sağlamak için rekabet halindeki sermaye grupları tarafından tetiklenen iç savaşları çözmüyor.
Çünkü ilgi odağının 30 saniyenin altında olduğu ve algoritmanın tümüyle tüketimi teşvik etmeye yönelik düzenlendiği sosyal medya platformları, modern bireyin toplumsal meseleleri çözümlemesi için inisiyatif almasına izin vermiyor.
Dönemsel olarak başlatılan sosyal medya kampanyaları tekil olaylar bazında dönem dönem sonuca ulaşsa da 2000'den bu yana şiddetlenen problemlerin neredeyse hiçbirine kalıcı çözüm üretilemedi.
Siber alanın kontrolünün birkaç büyük teknoloji şirketinin tekeline geçmesi; sosyal medya, arama motorları ve yapay zeka uygulamalarının algoritmaları üzerinde mutlak denetime sahip olan elitlerin bilişsel uyanışı baskılamasıyla sonuçlandı.
Bu dişlinin parçası olan modern bireyin özgürlüğü, kendisine sunulan monoton ve standart içerikler arasında seçim yapmaya indirgendi.
Gazete haberlerinin, siyasi makalelerin ve standardın dışında kalan bütün paylaşımların algoritma tarafından baskılandığı Web2 platformlarına tanık olsalar acaba Heidegger ve Marcuse'nin tepkisi nasıl olurdu?
Biyografilerini göz önünde bulundurarak kendilerini sistemin dışına çıkarmayı, sosyal medya platformlarını terk etmeyi bir çözüm reçetesi olarak sunacaklarına ihtimal vermiyorum.
Teknolojinin yıkıcı sonuçlarıyla yine teknolojinin araçlarını kullanarak mücadele edilmesi gerektiğini vurgulamaları bunun göstergesi.
Günümüzde tek boyutlu toplumla mücadelenin öncelikli adımlarından birisi, algoritmaların kontrolünü bilişim tekellerinin elinden almak ve Web2 platformlarının yerini merkeziyetsiz Web3 ağlarına bırakmasına zemin hazırlamak olarak görünüyor.
Kaynaklar:
Brantlinger, Patrick: "Conclusion: Toward Post-Industrial Society", Bread and Circuses: Theories of Mass Culture as Social Decay, Cornell University Press, 1983.
Flanagan, Scott C.: "Changing Values in Advanced Industrial Societies: Inglehart's Silent Revolution from the Perspective of Japanese Findings", Comparative Political Studies, 14(4), 1982, pp. 403-444.
Gibson, Donald E.: "Post-industrialism: Prosperity or Decline?", Sociological Focus, Vol. 26, No. 2, Taylor & Francis, 1993, pp. 147-163.
Gorz, Andre: Reclaiming Work: Beyond the Wage-Based Society, Cambridge, Polity, 1999.
Horkheimer, Max: Eclipse of Reason, New York, Continuum, 2004.
Jay, Martin: The Dialectical Imagination: A History of Frankfurt School and the Institute of Social Research, 1923-1950, Los Angeles, University of California Press, 1996.
Marcuse, Herbert: Counter-Revolution and Revolt, Boston, Beacon Press, 1972.
Marcuse, Herbert: Reason and Revolution, Abingdon, Routledge, 2000.
Marcuse, Herbert: One-Dimensional Man: Studies in the Ideology of Advanced Industrial Society, Abingdon, Routledge, 2002.
Marcuse, Herbert: Technology, War and Fascism, Taylor & Francis e-Library, Abingdon, Routledge, 2004.
Marcuse, Herbert: Eros and Civilization, Abingdon, Routledge, 2005.
McQuarrie, Michael: "Postindustrial Society", Sociology of Work, Thousand Oaks, Sage, 2013, pp. 694-696.
Neill, R. B.: "Character, Society, & The Politics of Hope: A Comparative Look at the Theories of Wilhelm Reich, Erich Fromm, and Herbert Marcuse", Humboldt Journal of Social Relations, Vol. 2, No. 2, Arcata, Department of Sociology, Humboldt State University, 1975, pp. 36-48.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish