Bugünün çözüm ve barış ihtiyacından, 2013-15 Akil İnsanlar Heyeti sürecine bakmak... 1

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Dönemin Başbakanı Erdoğan, Akil İnsanlar Heyeti ile son buluşmasını Dolmabahçe Ofisi'nde gerçekleştirilmişti / Fotoğraf: AA

Gerçek şu ki, 2013-15 çözüm ve barış sürecinin toplumsallaşması yönünde bir gelişme ortaya çıktı.

Ancak, çözüm sürecine yaklaşım konusunda siyasetin ve siyasallaşmış eğilimlerin tavrı örtüşmedi.

Siyasal Kürtler, sol ve demokratik güçler "çözüm"den, Kürtlerin halk olmaktan gelen taleplerinin karşılanmasını anlarken, AK Parti ve muhafazakâr kesimler silahların susmasını, çatışmasızlık halinin kalıcı olmasını anladı.

Bütün zorlamalara rağmen, Erdoğan ve AK Parti "Kürt sorunu" kavramını kullanmaktan kaçındılar.

"Kürt vatandaşların tekil hakları" en ileri sınırları oldu.

Başbakanın Akil İnsanlar Heyeti (AİH) ile yaptığı toplantılarda da bu yaklaşımın değiştiğine dair herhangi bir işaret almadık. 2
 


Akil İnsanlar Heyeti ve çözüm sürecinin toplumsallaşma eğilimi

Çözüm sürecinin toplumsallaşmasında Akil İnsanlar Heyeti'nin önemli bir rolü olduğu inkâr edilemez.

Memleketin 81 vilayetinde ve yedi bölgesinde Kürt sorunu iki buçuk ay tartışıldı ve bu tartışma toplumun gündemine oturdu.

Heyet toplum ile hükümet arasında bir nevi aracılık yaptı. Toplumun beklentilerini, taleplerini, kaygılarını raporlaştırarak hükümete sundu.

Dönemin koşulları içinde toplumun barış ve çözüm sürecine nasıl baktığını resmetti. İzleyeceği siyaset hakkında hükümete çok taraflı veriler sundu.

Heyetin hata ve zaafları da vardı. Akil İnsanlar Heyeti'ne en büyük zararı yine Akil İnsanlar Heyeti'nde yer alan AK Parti eğilimli/iktidarcı heyet üyeleri verdi.

Bu arkadaşların iktidarcı tarza ve dile kapılma kolaycılığı sonucu, devlet ve hükümet akilliği algısı yeterince aşılamadı.

Hükümetin yaklaşımı daha da yanlıştı. Hükümet Akil İnsanlar çalışması bitince Heyetin raporunu kamuoyuna duyurmadı, sürecin gereği yerine getirmedi.

Bir dönem, bütün riskler göze alınarak yapılan çalışmalar ve "akiller" boşlukta kaldı. 3
 

"Sivil irade" ve 15 Ekim 2014 toplantısı

Akil İnsanlar Heyeti'nde yer alan, (görüntü için sonradan eklenen birkaç isim dışında) AK Parti eğilimlilerin ağırlıkta olduğu 24 kişilik bir grup 15 Ekim'de 2014'te bir toplantı yaptı.

Nitekim, 19 Ekim tarihli Akil insanlar Heyeti toplantısında Başbakan Davutoğlu'nun "Daha bu toplantı organize edilmeden siz bir araya geldiniz, sivil inisiyatif olarak görüş beyan ettiniz, çok memnun oldum, teşekkür ediyorum bunun için" sözleri bu "sivil" grubun hükümetin bilgisi dahilinde hareket ettiğini açık ediyordu.

"Sivil irade olarak Akil insanlar Heyeti'nin çözüm sürecinde yeniden aktif biçimde devreye girmesi gerektiği" iddiası ile 15 Ekim'de toplanan bu grubun iktidar partisi iradesinin aracı olarak kurulmuş olabileceği algısı güçlendi.

Toplantıda, Yeni Şafak gazetesinin bir yazarının "az sayıda insandan oluşan, uyumlu grup" önerisi bu algıyı daha da güçlendirdi. 

Oysa, güce ve iktidara meyletme eğiliminin güçlü olduğu bir coğrafyada buna mahal vermemek, "birbirini tamamlayacak çoğulculuğa sahip, her çevrenin temsil edildiği ve her çevrenin hassasiyetlerini göz önünde bulunduran; buna karşılık, tek bir sorunda, çözüm sürecinde ortaklaşan, uyumsuz, özellikle de Akil insanlar Heyeti'nde de kadınların yüzde 18 olan temsiliyet oranının yükseldiği, çatışma ortamında kadının kadın haklarının çiğnenmesinin yarattığı sorunları ve önerileri çözüm zeminine taşıyacak kadın temsiliyetinin sağlandığı bir heyet oluşturulmasında" ısrar etmek gerekiyordu.

Başbakan Davutoğlu'na 60 binin üzerinde kişiyle görüşerek yapılan çalışmanın raporunun akıbeti soruldu ve bu raporun resmî olarak açıklanması istendi.

Son toplantıda, bu yönlü görüşlerimiz üzerine, Başbakan Davutoğlu "raporu en kısa sürede açıklayacağını" ifade etti.

Aradan 12 yıl geçti, bekliyoruz. 4

Toplantıda Akil İnsanlar Heyeti devam edecekse, grupların raporlarında yer alan talepler başta olmak üzere, çalışmalarının sonuçlarının çözüm sürecine yansıyacağı güven verici mekanizmalar kurulmalı, Akil İnsanlar Heyeti çalışması yasal çerçeveye oturtulmalı görüşü ifade edilmesine ve bu görüş genel bir kabul görmesine karşın, bunun gereği de yapılmadı. 5

Akil İnsanlar Heyeti'nin önemli bir katkısı, Öcalan ile süratle başlatılması gereken müzakere sürecinin koşullarını hazırlaması, toplumsallaşma eğilimi üzerinden sürecin önünü açması, "sorunlu" grup ve çevrelerle diyalog ve görüşmeler yoluyla süreci topluma yayma oldu. 6

Akil İnsanlar Heyeti gibi heyetlerin psikolojik/moral başarısı ancak üçüncü göz ya da devlet ve hükümet akilliği yerine, Türkiye toplumunun, Kürt ve Türk halklarının, kamuoyunun vicdanı olabilmesiyle mümkündü.

Devlet ve hükümet akilliği yeterince aşıldı denebilir mi, devlet ve hükümet yöneticileriyle yapılan iç toplantılardan edindiğim izlenim, aşma eğilimi ve tutumu hep oldu ama yeterli oldu mu; tartışmalıdır.  


Yeni şekliyle bir AİH ve İzleme Grubu önerisi

Süreci izleyen, eksikleri ve yanlışları hakkında tarafları uyaran, gerekli hallerde kamuoyunu bilgilendiren, yaptırım gücü olan, çoğulcu, iki tarafın ve toplumun farklı katmanlarının hassasiyetlerini anlayan bir noktadan düşünen, objektif davranabilen bir gruba ihtiyaç olduğu çok açıktı.

Bu, Akil İnsanlar Heyeti kapsamında olmazdı. Akillerin faaliyetleri alan çalışması yapma, sonuçlarını hükümete raporlaştırma ile sınırlıydı ve yaptırım güçleri yoktu.

Bir başına "akiller" içinden bir izleme grubu oluşturmak ise kapsayıcı olmazdı.

Ama, bir kısım "akillerin" de içinde bulunduğu bir gruba, dünyada bu tip sorunların çözümünde yer almış ve sonuç alınmasına vesile olmuş kimi saygın şahsiyetlerin de katılması çok daha faydalı olacağı gibi, sonuç alıcı olurdu

Kürt tarafının içtenlikle kabul edebileceği bu kapsamda bir grubu, hükümet de hazmedebilmeliydi.

Kürt sorunu fiilî olarak, Ortadoğu'da barış sorununun bir parçası olma yoluna girmişti.

Bu tip gruplarla sonuç alınamazsa, istemediğimiz halde dış dünyanın müdahale etme koşullarının ortaya çıkması kaçınılmazdı.

"Üçüncü göz" fonksiyonunu üstlenecek, aslında "İzleme Heyeti" olarak adlandırılması daha doğru ve uygun olan böyle bir grubun oluşturulması, çeşitli sakıncaları ortadan kaldırabilirdi.

Başbakan Davutoğlu "6-8 Ekim olayları yaşanmamış olsaydı, bu 'üçüncü göz' önerisinin değerlendirebileceğini ancak şimdi asıl önem taşıyan hususun kamu düzenini sağlamak olduğunu" belirtti.

"Üçüncü göz" önerisinde bulunanların önemli bir kesimi, 15 Ekim toplantısını düzenleyen Akil İnsanlar Heyet üyeleri bunun tamamen yerli olmasını savunuyordu.

Davutoğlu ve hükümetin eğilimi de bu yöndeydi. İçinde yer alsınlar ya da almasınlar, böyle bir grup oluşturulduğunda Akil İnsanlar Heyeti'ne gerek kalmazdı. 


Müzakere süreci başlamalıydı

Abdullah Öcalan'ın şahsında "muhataplık" sorunu aşılmışsa, müzakere sürecine neden geçilmiyordu?

Çünkü Öcalan ile görüşme sorunun kendisi değil, sorun Kürt sorunu ve bu soruna dönük taleplerin karşılanması, bunun için de müzakere sürecinin başlamasının gereğiydi.

İzleme Heyeti gibi sivil bir inisiyatif üzerinden İmralı'nın yanı sıra Kandil ile de temas sağlanmalıydı.

Öcalan'ın görüşlerini elekten geçirmekten vazgeçilmeli, görüşlerini doğrudan Kandil'e, DBP/HDP'ye, sivil topluma ve basına anlatabilmesinin mekanizmaları kurulmalıydı.

Bu, şeffaflık sorununu çözer; "Öcalan ile Kandil arasında görüş farklılığı farklılık var mı?" yollu merakların giderilmesini de sağlardı.


Kandil'i ötekileştirmek

Hükümet ve yandaş medya tarafından kamuoyuna, "Kandil ile İmralı arasında sürece bakışta farklılıkların olduğu, Öcalan'ın olumlu, Kandil'in olumsuz yaklaştığı" yönünde bir kanaat pompalanıyordu.

Psikolojik savaştan başka bir şey olmayan bu yaklaşımı çatışma hali söz konusuyken anlamak bir ölçüde mümkündü.

Ancak, bir yandan "çözüm" derken, diğer yandan devletin barışma tasarladığı tarafı kendi içinde sorunlu göstermenin süreci olumsuz yönde etkilediği kanaatini hafife almamak gerekiyordu.  

Sürece zarar veren böyle yaklaşımlardan vazgeçilmeli, çözüm sürecinin selameti için Kandil'i ötekileştirme projesine son verilmeliydi.


Barış dili gerekiyordu

Her türlü şiddetin dışlandığı bir çözüm dili istenirken, çatışmasızlık ortamında bile eksik olmayan üstenci, muktedir, ayrıştırıcı şiddet dilinden kaçınılmalıydı.

Çözüm süreci ile "PKK ile IŞİD aynıdır", "PKK-PYD terör örgütüdür, teröristtir" dili bağdaşmazdı.

Gerginlik son yerel seçimlerde adeta tavana vurdu.

Özellikle bölgede, yerel yönetimleri HDP'ye kaptırmamak için hükümet her yolu denedi.

HDP'nin elinde bulunan yerel yönetimlerin her faaliyeti kavga ve rekabet konusu haline getirildi.

Kobanê'den Suruç'a göçen halka yapılan insanî yardımlar bile siyasî malzeme konusu yapıldı.

Barış sadece Devlet-PKK arasında olmayacak; devletle toplumun halkları ve halk sınıf katmanları arasında da olacaktı.

Bu bir "toplumsal barış"tı.

İnsanî yardım dahi ayrışma konusu yapılırsa, barış nasıl ve kimler arasında olacaktı.


Alevi meselesi çözülmeliydi

Kürt meselesi aynı zamanda demokrasi meselesiydi.

Ancak, demokrasi meselesi sadece Kürt meselesi değildi.

Çözüm süreci başlarken sözü çokça edilen Alevi meselesi ne olacaktı?

Hele IŞİD ve Suriye politikasının verili toplumsal barışımızın istikrarsızlığını açığa çıkardığı ortadayken...

Her toplumsal grubun isteklerini karşılamaya dönük bir demokratikleşme programını hazırlamak, süratle uygulamaya geçmek gerekiyordu.

Toplumsal barışın sağlanması, çözüm sürecinin, halkların ve inançların demokratik değerlerinin önünün açılması Alevilerin bu sürece bilfiil katılmasına sıkı sıkıya bağlıydı.

Sadece Alevilerin değil, bütün ezilen, ötekileştirilen inançların, etnik/halk gruplarının, sömürülen emekçilerin de önü açılmalıydı.


Güvenlikçilik mi, demokratikleşme mi?

6-8 Ekim Kobanê protestoları nedeniyle kamu düzeni kavramı, tartışmanın odağına taşındı.

Buna göre Kobanê protestoları yüzünden akamete uğradığı ileri sürülen kamu düzeninin tahkimi tamamlanmadan yeni bir adım atılmayacaktı.

Başbakan Davutoğlu'nun "devlet düzeni" yerine "kamu düzeni" demeyi tercih ettiği düzene uyma, çözüm sürecinin ilerlemesi için temel şart olarak kabul edilecekti.

PKK, kamu düzenine riayet ettiği takdirde, Akil İnsanlar Heyeti önerileri dahil, bundan sonra atılması düşünülen adımlar atılabilirdi.

Bu çerçevede, güvenliği sağlamak için yapılması düşünülen değişiklikler etraflıca tartışıldı.

Başbakan molotoflu gösterilere ve yüzü maskeli göstericilere karşı etkin önlemler alınacağına özellikle vurgu yaptı.

Buna karşı Akil İnsanlar Heyeti tarafından, yargıya ve emniyet kuvvetlerine aşırı güç verilmesi halinde, buralarda aşırı güç yoğunlaşmasının yol açtığı sorunların ("paralel devlet" vesilesiyle yaşananlar) yeniden yaşanabileceği, KCK davalarında yaşananların bile bu tür düzenlemelerden çekinmek için yeterli bir neden olduğu, yasal düzenlemenin zamanlamasının yanlış olduğu, bunun bir tepki yasası hüviyetine bürünmesi halinde çözülmek istenenden daha fazla soruna neden olabileceği ve Kürtlerde kaçınılmaz olarak kendilerine karşı yapıldığı hissiyatını güçlendireceği uyarısı ve benzeri eleştiriler getirildi.


"IŞİD destekçiliği"

Bölge halkı hükümetin Kobanê katliamına karşı duyarsızlıktan öte, IŞİD destekçisi olduğu görüşüne inanıyordu; algı buydu.

Bunu aşmak için hükümet ne yapmayı tasarlıyordu?

Bunun güvenlikçi önlemlerle olamayacağı, bu yönde önlemlerin "IŞİD destekçiliği" algısını daha da güçlendireceği açıktı.

6-8 Ekim olayları halkın IŞİD katliamı tehlikesine karşı tepkisiydi.

Polis gösterilerin üzerine aşırı ölçüde sert gitti. Etki- tepki, kaçınılmaz aşırılıklar, araya provokatif unsurların da girmesi meseleyi büyüttü.

IŞİD'in varlığını ve eylemlerini "dışlanmış bir kesimin öfkesi" olarak açıklayan Başbakan Davutoğlu ve iktidarın, halkın Kobanê katliamına tepkisini "isyan" olarak damgalaması, sert yasal düzenlemelere gitmesi yanlıştı.

"Nerede hata yaptık" diye düşünülmesi doğru olurdu.

Sonuç olarak, bu görüşler Başbakan Davutoğlu'na ifade edildi.

Davutoğlu bütün eleştirilere karşı, "Demokrasi ve özgürlük ilkelerinden asla taviz verilmeyeceği ve yapılacak düzenlemelerin hiçbirinin Avrupa Birliği standartlarının gerisinde olmayacağı" yanıtını verdi.

Buna karşın "Bakalım görelim" demiştik ama, aması görmemiz gerekeni maalesef göremedik.  


Çözüm sürecindeki tıkanıklıklar

4 Nisan 2013 Dolmabahçe toplantısını hatırlıyorum; o dönem başbakan olan Sayın Erdoğan'ın heyecanı hissediliyordu.

Grupların raporlarını Başbakan'a sunduğu 25-26 Haziran 2013 Dolmabahçe toplantısında ise hava farklıydı.

Erdoğan'ın ve devletin bütün ağırlığı Akil İnsanlar Heyeti'nin üzerine çökmüştü sanki.

Ters bir gelişmeye yol açmamak için kimse konuşmak bile istemiyordu.

Kendi payıma konuşulması gerekenleri sonuna kadar konuşmaktan imtina etmedik elbette...

Bu süre zarfında hasta tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması, kalekolların yapımının durdurulması, koruculuk sistemine son verilmesi ve köye dönüşün teşvik edilmesi, Öcalan'ın koşullarının müzakere sürecinin yürütülmesine uygun hale getirilmesi ve müzakere sürecinin başlatılması, İHA'ların (insansız hava araçlarının) uçuşuna ve sınırda askerî yığınağa son verilmesi gibi "güven verici önlemler" konusunda herhangi bir adım atmayan hükümetin bu durumu, "silahlı güçlerin istendiği şekilde çekilmediği, geri çekilen silahlı gücün sadece yüzde 10 olduğu" şeklinde gerekçelendirmesi manidardı.

Silahsızlandırma da dahil, karşılıklı atılması gereken adımlar yerine, "önce sen tamamen silahsızlan" denerek tek yanlı adım atılmasının beklendiği ortaya çıkıyordu. 6

Akil İnsanlar Heyeti raporunun kamuoyuna açıklanmaması, hatta kalekol yapımı nedeniyle 2014'te Lice'de ölümlerin yaşanması sonucu çözüm sürecindeki tıkanıklık daha da derinleşti. 

Sürecin yasallaşması adı altında çözüm sürecinde görev alacak devlet görevlilerini yargıdan muaf tutan yasanın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önceye denk getirilmesi ise manidardı. 7


Rehin alma tavrı

Kobanê'de katliam ihtimalinin güçlenmesi Kürt halkını ve Türkiye halkının aydınlık kesimlerini 6-8 Ekim'de öfkeyle çığlık çığlığa sokaklara döktü.

Hükümet kitlelerin hareketinin nedenlerini anlama, Kobanê'ye karşı duyarlılık geliştirme ve özgürlükçü adımlarla sürecin önüne geçme yerine, kardeşleriyle dayanışan halkı suçlayınca ister istemez IŞİD ile yan yana düştü, bu yöndeki zaten var olan algı daha da güçlendi.


Ve Akil İnsanlar Heyeti ile son toplantı

Kürt meselesinden ziyade 6-8 Ekim olaylarına yapılan vurgu, memleketin bir anda iç savaşın eşiğine gelmesinin derin kaygısı, kamu düzeninin yeniden inşasını öne alma eğilimi, özgürlük-güvenlik dengesinde çubuğun güvenlikten yana bükülmesi ve güvenlikçi eğilim...

Çözüm sürecinin rehin alınmasını daha önce de yaşamıştık.

Bu kez, Öcalan ile görüşmeleri rehin alma tavrı deneniyordu.

Son toplantıda, Başbakan Davutoğlu'nun "çözüm sürecinin Türkiye için konjonktürel değil, tarihî ve stratejik bir anlam taşıdığını, Türkiye'nin ayağına takılan prangalarından kurtulmasını sağlayacağını, bazı olaylar yaşansa da süreci devam ettirme kararlılığında bir aksama söz konusu olmadığı" yönündeki açık irade beyanı, "çözüm sürecinin (şimdilik çatışmasızlığın bn.) tüm sıkıntılara rağmen süreceğine işaret ediyordu" ama... 8

 

 

1.   Bu makale, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun katılımıyla düzenlenen 19 Ekim 2019 Akil İnsanlar Heyeti toplantısından hemen sonra, bu toplantıda ortaya çıkan sonuçlar göz önüne alınarak 27 Kasım 2014 tarihinde kaleme alındı. Toplantıda Akil İnsanlar Heyeti'nin rolünü tamamladığı ifade edilmekle birlikte, Başbakan Davutoğlu 6-9 Ekim Kobane olaylarından çıkarılan bir ders babında kamu düzeninin korunması zaruretinin ortaya çıktığını, PKK saldırmadıkça çatışmasızlığın süreceğini ifade etti. Makalenin yazıldığı tarihte 30 Kasım tarihli MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantısı henüz yapılmamıştı. "İç Güvenlik Yasası" Meclise getirilmediği için, gizli "Çökertme Planı" da kamuoyuna yansımadığı için bilinmiyordu.

2.  Bu sıralar Karar gazetesinde yazan Ahmet Taşgetiren ve diğer Akil İnsanlar Heyeti'nden arkadaşlarla Niğde Üniversitesi kürsüsünden çözüm ve Barış süreci ile ilgili görüşlerimizi kalabalık bir Prof. Doçent ve Asistan gruba anlatıyorduk ama ciddi bir tepkiyle de yüz yüze kalıyorduk. Tepkiyi de yumuşatmak için olmalı, Ahmet Taşgetiren "Başbakan Tayyip Erdoğan'ın aslında Kürt Sorunu kavramını benimsediğini ama kendilerinin kendisiyle konuşarak bu kavramı bırakmasını sağladıklarını,  kaygı duyulacak bir şey olmadığını, önemli bir kısmı verilmiş tekil vatandaşlık hakları çerçevesinde düşünüldüğünü"  ifade etti... Bütün çözüm süreci boyunca Ahmet Taşgetiren olsun, AKP'li ya da AKP eğilimli Akil İnsanlar Heyeti mensupları olsun, Başbakan Tayyip Erdoğan olsun tekil vatandaşlık haklarından öte bir şey söylemediler. Hatta bu söylemlerine karşı her seferinde halkın önünde, halkın ilgiyle dinleyebileceği bir demagojiye kapalı sahici bir üslupla, onlarla ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı çerçevesinde beraber yaşama ya da ayrılığın çeşitli biçimlerini tartışmamız kaçınılmaz oldu. Tabii ki birbirimize itiraz etmelerimiz, tartışmalarımız bununla sınırlı değildi.

3.  Akil İnsanlar Heyeti çalışmaları 4 Nisan 2013'te başladı, 25 Haziran 2015'te bitti. Çalışma bittikten sonra yedi bölgenin raporları kamuoyuna açıklanacak, bu çerçevede Abdullah Öcalan ile oluşturulacak İzleme Heyeti'nin gözetiminde Yol Haritası çıkarılacak ve sorunun çözümü için yürünecekti. Bu konuda hükümet sözünde durmadı. Durmadı ama çözüm süreci de hemen bitirilmedi. Zamana bırakıldı. Bu konuda özellikle Abdullah Öcalan adeta sabır taşı idi ve çözüm sürecini bitirmemeyi, ne yapıp edip buradan kabullenilebilir barışın bir biçimini çıkarmak için zaman kazanmayı, çatışmasızlığı bir biçimde kalıcılaştırmayı deniyordu. Raporları kamuoyuna açıklama vs. konusunda hükümet sözünde durmamıştı ama o Raporlar için bölge bölge, kent kent dolaşan Akil İnsanlar Heyetleri de herhangi bir girişimde bulunmadılar. Raporlar yazılmış, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'na verilmiş, görevleri bitmişti. Ama hükümet sözünde durmadığından dolayı Akil İnsanlar Heyeti'nin asıl şimdi görevleri başlıyordu. Toplumsal gereklilikler doğru olmayan tutumlar nedeniyle boşluğa düşmemeliydi. Bu amaçla yedi bölgenin bütün raporlarını toplayarak, üniversite de ders kitaplarını yaptığımız gibi, fotokopi yoluyla kitaplaştırdım. 2013'ün Temmuz ayı başlarında (gün olarak tarihini anımsayamıyorum) Cezayir Restoran'ın toplantı salonuna gelebilecek, gelme durumunda olan aydınlar, yazarlar, siyasetçiler, ulusal ve uluslararası basın mensupları davet edildi. Elbette ki yedi bölgenin Akil İnsanlar Heyetleri de davet edildi. Onlardan kimsenin gelmeyeceği ya da gelemeyeceği anlaşılınca, kürsüye tek çıkılabilirdi ama daha iyi olacağı düşünülerek Diyarbakır'dan Akil İnsanlar Heyetinde yer alan bir kadın arkadaş özel olarak çağrıldı, son anda çağrılmasına ve konuyu tartışmadan hemen gelmesi istenmesine rağmen var olsun yüksünmeden geldi. Fiili eş başkanlık görüntüsüyle, kendisine toplantının amacı anlatıldı. Basılan raporlar bütün misafirlere dağıtıldı. Yaşanan süreç tüm katılımcılara olabildiğince geniş kapsamlı anlatıldı, karşılıklı konuşuldu. 

4.  19 Ekim 2014'te, yani raporları kamuoyuna açıklamamızdan 15 ay sonra, kendisiyle yapılan son Akil İnsanlar Heyeti toplantısında Başbakan Davutoğlu'na, 60 binin üzerinde kişiyle görüşerek yazılan Akil İnsanlar Heyeti raporunun akıbeti soruldu, bu raporun resmî olarak açıklanması istendi. Bunun üzerine Başbakan Davutoğlu raporu en kısa sürede açıklayacağını ifade etti. Bekliyoruz.                                   

5.  Akil İnsanlar Heyeti'nin en büyük zafiyetlerinden biri yasal bir çerçeveye oturtulmaması idi. Öte yandan devlet, Barış ve Çözüm Süreci'nde görev alan bütün görevlileri çıkardığı bir yasa ile güvenceye aldı. Ama Akil İnsanlar Heyet'lerinin hiçbir güvencesi yoktu. Mesela benim, çözüm sürecindeki kimi basın açıklamalarına katılım ve söylemlerim nedeniyle, ertelenmeyen ve yargılandığım davalarım sürüyor hala.

6.  Dolmabahçe Sarayı'nda 25 Haziran 2013 tarihli toplantıda Başbakan Sayın ile aramızda geçen tartışmada, Sayın Erdoğan'ın söylediği "dağda bir tek silahlı güç kalmayana kadar çözüm olmayacak" cümlesi hala aklımdadır. 

7.  Bkz. Yukarıda madde 5…

8.  Evet... Başbakan Davutoğlu bu cümleyi 19 Ekim 2014'te son Akil İnsanlar Heyeti toplantısında kurdu.  Bu cümleyi kurduğu zaman diliminde 30 Kasım tarihli MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantısı yapılmamıştı. MGK toplanacak, savaş kararı alacak ve bu kararı 7 Haziran 2014 sonrasında uygulanmak üzere erteleyecekti. "İç Güvenlik Yasası" aynı Milli Güvenlik Kurulu toplantısında karara bağlanacak,  kısa bir süre sonra meclise getirilecek, kanunlaşacak ve hemen akabinde uygulamaya geçilecekti.

...

Bu makalenin 1 no'lu dipnotuna tarihi bir not: 30 Kasım tarihli MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantısı yapılmamış, İç Güvenlik Yasası Meclise getirilmediği gibi bilinmiyordu. Gizli Çökertme Planı ise kamuoyuna yansımadığı için bilinmiyordu. PKK'ye karşı savaş hazırlığı var gibiydi... Savaşın başını da orduyu, polisi, yargıyı hemen hemen kontrol altına alan FETÖ'ye bağlı özel harpçiler ve subaylar çekiyordu. FETÖ'cü hareket kendince gerekli kontrolü sağlamış   olmalı ki, Başbakan Erdoğan'dan çok, PKK'nin direnişinden çekiniyordu. Başbakan Erdoğan da anlaşıldığı kadarıyla tarihin bu döneminde Silivri'deki ulusalcı subaylar ve komutanları üzerinden ittifak tasarlarken, FETÖ'cü güç odaklarını dengeleme görüntüsü ardında tasfiye etmeyi düşünüyor gibiydi.

Kanımca Öcalan bunun farkındaydı ve FETÖ'nün herhangi bir darbe vs. üzerinden iktidar iplerini tamamen eline almasının yıkıcı sonuçları olacağını düşünüyor olmalıydı ki  "Darbe mekaniği" kavramı üzerinden derinliği olan hükümeti de içeren uyarıcı açıklamalarının, 2013-15 çözüm sürecinin kabul edilmesindeki rolünü ve katkılarını unutmamalı... Ayrıca sonrasında çözüm sürecinden barışın çıkmayabileceğini hissedince, "buradan bir barış çıkmazsa, beni öldü bilin" cümlesi de bu bütünlük içinde değerlendirilmeli.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU