Lafı hiç dolandırmayacağım: Memleketimiz öyle bir hale geldi ki, içimizden herhangi biri, herhangi bir yer ve zamanda, herhangi bir sebepten dolayı öldürülebilir ve katili eğer iktidar için makbul bir kimseyse, ölen öldüğüyle kalır.
Bunu siz de biliyorsunuz, değil mi?
Evet, durum tam olarak böyle...
Efendim, bundan 8 yılı aşkın süre önce Atatürk Havalimanı'na giren IŞİD ya da daha sonra kısalttıkları isimleriyle "İslam Devleti" militanları, silah ve patlayıcılarla tam 45 kişiyi öldürmüş, 236 kişiyi de yaralamıştı.
Kurbanlar, sizin-benim gibi, neden hedef alındıklarını bile bilmeyen ortalama yurttaşlardı.
Misal, gencecik bir öğretmen, Hüseyin Tunç...
Havalimanına arkadaşını almaya gittiği sırada saldırıya yakalanan lise öğretmeni Hüseyin Tunç babasız büyümüştü ve kazandığı üç kuruş parayla kardeşlerini okutuyordu.
Cenaze töreninde Hüseyin'in annesi Gülsen Hanım, "Ben onu yetimlikle büyüttüm, sokaklardan ekmek toplayarak büyüttüm" diyerek ağlamıştı...
Bir başkası, okul masraflarını karşılamak için havalimanında yarı zamanlı aşçılık yapan 22 yaşındaki Merve Yiğit'ti.
Ailesiyle iki göz odalı bir bodrumda yaşıyor, üniversitede halkla ilişkiler okuyor, okuldan mezun olup ailesine daha fazla katkıda bulunmak istiyordu.
Dindar bir kardeşimiz olsa gerek, başı örtülüydü.
Lakin hiç anlamadan, kendisine "İslam" Devleti diyen bir örgütün hedefi oluverdi...
Böyle daha 43 hikâye var...
O alçak saldırının hazırlığında yer alan, saldırı sonrası yakalanan ve bilmem kaç müebbet hapis cezasına çarptırılan militanlar geçen hafta aniden salıverildi.
Bırakılmaları kararını, seçilmiş Hatay Milletvekili Can Atalay'ı Anayasa Mahkemesi kararına ve tabii Anayasa'ya aykırı biçimde hapiste tutan "Yargıtay 3. Daire" aldı.
Pek çok kişi diyor ki, bu karar Suriye'de El Kaide kökenli yeni yönetimle dostane ilişkiler kurmak isteyen iktidarın siparişi üzerine alınmıştır.
Mümkündür. İktidarın daha evvel "terörist" dedikleriyle sonradan kol kola girme vakalarına aşinayız zira.
Öyle ki, epey bir yurttaşımızı katleden, bunların bir kısmını "domuz bağı" ile canavarca öldüren Hizbullah militanlarının topluca salınması, son seçimlerdeki ittifaklar icabıdır diye yaygın bir kanaat var.
Bütün bu olup biteni Tayyip Erdoğan İngilizcesiyle tarif edip, "interesting" demek isterdim ama bugün hiç havamda değilim.
Çünkü şimdi ortada bunların da ötesinde çok ciddi bir sorun var:
Sizlere en son seslendiğimde, "Suriye'deki yeni konumlanışla beraber korkunç bir güvenlik tehdidi ortaya çıkıyor. İpler İsrail-ABD ittifakının elinde. Türkiye her türlü saldırıya açık. İktidarda şuur yok" ifadelerini kullanmıştım.
Bu ne demek?
Ülkemizde her an çok vahim olaylar yaşanabilir demek.
Hem de bugüne kadar tanık olduklarımızla mukayese kabul etmeyecek kadar vahim olaylar...
Yukarıda Ukrayna-Rusya savaşı var, aşağıda, Suriye'de her an zıvanadan çıkabilecek bir gerilim hattı...
Irak, özellikle de Lübnan'daki karmaşık siyasi atmosfer cabası...
Ve Doğu'da, bıçak sırtında, her an her melanetin patlak verebileceği bir İran...
Bakın, Suriye'deki güncel durumun mimarlarından İsrail bir saat bile kaybetmedi.
Daha HTŞ Şam'a ilerlerken Suriye'nin tüm hava ve deniz ateş gücünü, ağır kara araç ve silahlarını tahrip etti.
Golan Tepeleri'ni ilhak edip Şam'a doğru derinlemesine bir hatta ilerledi, kendine büyük bir tampon bölge yarattı.
Gazze'de katliamı sürdürüp Batı Şeria'da Müslüman Filistinlilere yönelik baskının seviyesini artırdı.
Tüm bunların Siyonist emelleri de aşan ciddi, planlı güvenlik tedbirleri olduğu anlaşılıyor. Çünkü yaşadığımız sürecin şakaya gelir tarafı yok.
ABD bölgede tertibat alıyor, Trump Türkiye'ye kendisinden beklenmeyecek kibarlıkta gözdağı veriyor.
Peki, tüm bunlar yaşanırken bizde ne oluyor?
Mezhep boğazlaşmaları tehdidi kapımızdayken, yüzyıllar önce Hazreti Hüseyin'in Yezid'e getirilen kellesini ibret olsun diye sergiledikleri Emevi Camisi'nde namaz kılmaya hevesli bir sürü şuursuz, horoz gibi ortalıkta dolanıp caka satıyor.
Zannedersiniz Şam'ı onlar fethetti!
Hanımefendiler ve beyefendiler!
Bu işler iktidarın televizyon ekranlarındaki dandik Osmanlı dizilerine benzemez!
Daha geçen gün, katı göçmen politikası uygulayan, her daim istim üstünde olan Almanya'da, 13 yıldır orada yaşayan Suudi bir doktor otomobille Noel pazarını can pazarına çevirdi...
Peki biz, sınırları kevgire dönmüş ülkemizde kaç IŞİD, kaç El Kaide, kaç bilmem ne militanı sokaklarda dolaşıyor, biliyor muyuz?
Söyleyeyim: Son salınanları eklediğimizde, X+6! X'in yerine gönlünüzden hangi sayı geçiyorsa koyabilirsiniz!
Çok eskiden çarşısında, pazarında, ibadethanesinde bombalar patlayan ülkeleri haberlerde seyreder ve hallerine acırdık.
Bize çok uzak gelirdi öyle şeyler.
AKP'nin iktidara gelmesinin ardından, 2003 itibarıyla, şimdi "Suriye'nin yeni lideri" diye yere göğe sığdırılamayan Muhammed El Colani'nin "yoldaşları", El Kaideciler, Türkiye'de canlı bomba devrini başlattı.
Artık bizim caddelerimiz de her şeyden bihaber sivil yurttaşların paramparça olduğu gerçek hayat sahnelerine dönüşmüştü.
Ölenler ölüyor da, o patlamalar toplumları mundar ediyor, büyük kentler atlatılması güç travmalarla yaşamaya başlıyor.
Hele bombalardan kurtulanlar...
Ben 10 Ekim 2015'te Ankara Garı önündeydim ve bugün size seslenebiliyorsam 3 dakikalık bir tesadüften ötürüdür.
İnşaat İşçileri Sendikası'nın toplandığı yerde sendikanın kurucularından Tekin Abi'yle kucaklaşmış, Erol'u sormuştum.
Erol birazdan gelecekti.
"Nasılsa sonra görüşürüz" dedim, oradan ayrılıp arkadaşlarımın yanına gittim.
3 dakika kadar sonra tam az evvel ayrıldığım noktada art arda iki canlı bomba infilak etti.
Tekin Abi, Erol, onlarla birlikte 100'ün üzerinde canımız paramparça oldu...
O an ne olduğunu idrak edemiyorsun; ani bir refleksle bir otobüsün üzerine fırlayarak izdiham olmasın diye anonslar yapmaya başladım.
Ama her şey olup bittikten sonra, sakin bir yerde tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışırken, alanda üzerimize düşen insan parçalarının yükü iyice ağırlaştı.
O gün orada bulunan ve bir biçimde sağ kalan herkes, hepimiz o yükü hâlâ taşıyoruz.
Emin olun, tüm bir toplumun, hepinizin hafızasına işlendi o bombalar...
AKP'nin 7 Haziran 2015 seçim yenilgisinin hemen öncesinde Diyarbakır'da başlayan ve yine AKP'yi 1 Kasım seçim zaferine taşıyan o "IŞİD bombaları" sürecinde dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu'ydu.
AKP'den kırmızı kart yedikten ve muhalefete geçtikten sonra aynı dönem için, "Defterler açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz. İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden, aylardan biri 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır" demişti.
Sonraki günlerde lafı kıvırdı, hiçbir şey açıklamadı, sonra CHP'ye yaslanıp Meclis'e milletvekili soktu, şimdi yine AKP ile flörte başladı.
Stratejik sığlık böyle bir şey işte...
Laf oyunu yapmıyorum, mevcut iktidar ve ondan türemiş irili ufaklı yumrular stratejik bir sığlıkla malûl ne yazık ki.
Hatırlatmak isterim, aynı Ahmet Davutoğlu ile bugünün dışişleri bakanı, eski MİT Müsteşarı Hakan Fidan, kuvvetle muhtemel bir CIA-Fethullah dinlemesine takılan, "İcabında sınırın öte tarafına dört adam yollar bizim tarafa sekiz füze attırırız" laflarının başrol oyuncularıdır.
Kritik bir tarihsel kırılma süreci yaşayan coğrafyamızda Türkiye işte bu ortalama akla teslim.
Öyle bir ülke olduk ki, etrafında sınır falan yok.
"Devlet" dediğimiz müessese, tek meziyetleri iktidarın tepesine yaltaklanmak olan kifayetsiz muhterislerle doldurulmuş.
Hep beraber, Avrupa'dan indirecekleri üç kuruş para için vatan bellediğimiz yeri göçmen tamponuna çevirmişler.
Suriye Milli Ordusu (SMO) adını taktıkları paralı askerlerle tarih yazacaklarını zannedip Osmanlıcılık oynuyorlar.
Bir yandan ceplerine ne yapacaklarını bilemedikleri kadar para tıkıştırmaya çalışıyor, bir yandan da kendilerini tarihin boy aynasında "kahraman", "fatih" falan gibi göstermeye çabalıyorlar.
Yazık, akislerinin sadece lunapark aynalarından yansıdığının bile farkında değiller!
Burunlarını bölgemizdeki her bataklığa soktular; üstümüze çamur bulaştırdılar; cumhuriyet devrimine olan tarihsel hınçları ve ideolojik körlükleri toplumumuzu ciğeri beş para etmez fanatik dincilerle yüzgöz etti.
Ve sanırım artık çok geç...
Şahsen kendimi dört bir tarafında yangın çıkmış bir samanlıkta, sıçrayacak kıvılcımları bekliyormuş gibi hissediyorum.
Umarım ben yanılıyorumdur.
Hep beraber göreceğiz...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish