"Yapılan işin, bizden sonra, ya çok iyisi yaşıyor ya çok kötüsü..."

Mayis Alizade Independent Türkçe için yazdı

 Şiirleri 50'den fazla dile çevrilen ve eserleri birçok ödül alan Türk şair ve yazar Nâzım Hikmet Ran / Fotoğraf: Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı 

Sovyet şairleri, Nazım Hikmet'in cezaevinden serbest bırakılması için kime müracaatta bulunmuşlardı?


Şemsettin Günaltay hükümetine yöneltilen bu mektup, 13 yıl önce, 1937 yılında, Stalin despotizminin 1 milyon aydını 15 dakikalık mahkemelerle kurşuna dizdiği, uzun süreli hapislere attığı ve Sibirya'ya sürdüğü dönemde yazıldı.

Sovyet iktidarının hizmetindeki bu yazarların, Türkiye hükümetine yazdıkları ve cezaevinde açlık grevi yapan Nazım Hikmet'in serbest bırakılmasını talep eden mektup, "Kendi gözünde tomruğu görmüyor, başkasının gözündeki tüyü fark ediyor" kategorisinde değerlendirilebilir.

Mektubu bana gönderen 21'inci yüzyılın dünya çapındaki en güçlü tarihçilerinden biri olan Prof. Dr. Cemil Hasanlı ağabeyime teşekkürlerimi sunarım.

Nazım Hikmet'in Moskova'daki yaşamı ve çalışmalarına ilişkin arşiv belgelerine dayalı çok kıymetli incelemelerinin, Türk araştırmacılar tarafından okunmasında fayda var.

Cezaevinde 7 yıl birlikte yattığı, resim çizmeyi öğrettiği İbrahim Balaban, bana aynen şunu demişti:

Cezaevinden çıkınca kaleme alacağı şiirlerin iktidarı tavadaki balık gibi yakacağını söylerdi.


Nazım'ı CHP iktidarı değil, Menderes hükümeti affetmişti.

Çıktıktan bir süre sonra tekneyle Karadeniz'e açıldı.

Moskova'ya varışının ertesi günü SSCB'nin radyo ve televizyondan sorumlu devlet bakanıyla bir araya geldiğinde istediği tek şey, "Radyonun Türkçe yayınlarında haftada 1 saatlik Nazım Hikmet Programı"ydı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ancak Anadolu'da büyük etki yaratacağından korktukları için programı vermemişlerdi.

Nazım, radyonun Türkçe yayınlarına gönüllü editörlük yapmıştı.

İşte alın, size "vatan haini..."

Hangi ortam ve konjonktürde kaleme alınmasına bağlıolmaksızın, yaratıcı insanlar arasındaki dayanışmanın bir örneği olan bu mevzubahis mektubun, 1950 yılında Şemsettin Günaltay hükümeti üzerinde herhangi bir etkisinin olmamasına rağmen, mektup tarihe düşülen bir not olması bakımından önemli.

Bu özelliğini göz önünde bulundurarak, Independent Türkçe okurlarıyla paylaşmayı uygun bulduk.
 

Fotoğraf: Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı
Fotoğraf: Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı 

 

Türk halkının şanlı oğlu, barış mücadelecisi, ateşli şair ve demokrat Nazım Hikmet'i, Türkiye hükümeti 12 yıldır hapiste tutuyor.

Ağustos 1938'de askeri mahkemenin kararıyla Nazım Hikmet, 28 yıl 4 aylık hapis cezasına çarptırıldı.

Türkiye despotlarının, Nazım Hikmet'i hapishane köşesine gömme kararlığına götüren suç nedir?

Şair şöyle diyor:

'Tek suçum, halkımı ve vatanımı çok sevmem.'


İşte bu sönmeyen sevgi, Türkiye'nin halk şairinin eserlerinde parlak şuleler saçarak alevleniyor.

Nazım Hikmet'in şiirleri halkın sevgisini kazandı.

Şairle hesaplaşmak için Türkiye polisi ateşli bir telaş içinde bahane arıyordu.

Nihayet o bahane bulunmuştu: Nazım Hikmet'in şiirler kitabı, Türkiye'nin Askeri Deniz Okulu öğrencilerinde de bulundu. Askeri mahkemenin hileli karar vermesi için bu kanıt yeterli sayıldı.

Cezaevi kapısına ayak basan 37 yaşındaki Nazım'ın yaşamının çeyrek asırdan fazlasını karanlık zindanda geçirmesi gerekirdi.

Türkiye despotları, hilekârca seviniyordu. Onlar, Nazım'ın cezaevinden diri çıkmayacağından asla kuşku duymuyordu.

Onlar, bu isyankar şairin sonunu getirdiklerini, kendisiyle temelden hesaplaştıklarını düşünüyordu.

Ancak yanıldılar. Cezaevi, meşakkatler ve demir parmaklıklar şairin iradesini kıramadı.

Nazım Hikmet, yazıp yaratmayı sürdürürken yeni şiirleri halk arasında dilden dile gezdi.

Her bir namuslu vatansevere hitap eden şair, gücünü emekçilerin saadetine, barış ve demokrasi uğruna mücadeleye adamaya davet ediyordu:

Ben yanmazsam,
Sen yazmazsan,
Biz yanmazsak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?


Nazım Hikmet'in cezaevinde kaleme aldığı bu dizeleri Türkiye'nin tüm namuslu insanları bir yemin olarak tekrarlıyor.

Hapishane köşelerinde geçirdiği ağır günler şairin sağlığını bozdu. Nazım Hikmet ağır hastalandı.

Geçen mart ayında avukatı aracılığıyla Türkiye hükümetine başvuran şair, acilen cezaevinden salıverilmesini talep etti.

Talebinin geri çevrilmesi durumunda açlık grevine gideceğiyle iktidarı tehdit etti.

Nazım Hikmet'in af talebiyle ilgili Meclis'e sunulan öneri de geri çevrildi.

Zafer gazetesinin yazdığına göre, Nazım Hikmet 8 Nisan'da açlık grevine başladı. Kendisi sadece yemeği değil, su içmeyi de reddetti.

Türkiye'de ve sınırları dışında Nazım Hikmet'i savunmak amacıyla başlatılmış geniş çaplı eylemlerden korkan Türkiye hükümeti, kamuoyunu kandırma yoluna gitti.

Şairi cezaevi hastanesine götürmüşler, 'istişare' yapan cezaevi doktorları, 'Nazım Hikmet'in yaşamıyla ilgili tehlikeli bir durumun olmadığını' belirttiler.

Şu anda Türkiye hükümeti, Nazım Hikmet'i cezaevinden serbest bırakmamak için can havliyle bir bahane arayışında.

Nazım Hikmet'i açlık grevine gitmek zorunda bırakan Türkiye hükümeti, onu cezaevinden serbest bırakmazsa, Türkiye'nin sevilen halk şairinin açlık grevinde hayatını kaybetmesine neden olursa, kendine silinmez bir rezillik lekesi sürecektir.

Uygar dünya, şairin cezaevinde hayatını kaybetmesini Türkiye'nin şimdiki yönetimine hiçbir vakit bağışlamaz.

Biz, Sovyetler Birliği şairleri olarak Günaltay hükümetinden, Nazım Hikmet'in derhal salıverilmesine karar almasını talep ediyoruz.

N. Aseyev, M. Bajan, Y. Bukov, A. Ventslova, Samed Vurgun, N. Gribaçov, İ. Grişaşvili, M. Tursunzade, M. İsakovski, S. Kirsanov, Yakub Kolas, A. Prokofyev, M. Rılski, K. Simonov, A. Sofronov, Yan Sudrabkali, A. Surkov, M. Tank, A. Tvardovski, V. Tixonov, P. Tıçina, S. Şilaçev.
20 Nisan 1950


Görüldüğü üzere, cezaevinde bulunan Nazım Hikmet'in yaşamından endişe duyan Sovyet yazarlarının, Şemsettin Günaltay hükümetine yönelttiği mektupta cezaevinde açlık grevine giden şairin derhal serbest bırakılması isteniyor.

Mektubu imzalayanların arasında farklı milletlerin fertleri bulunmasına rağmen, ortak özellikleri "Sovyet şairi" olmaları.

Bu imzaları atanların hiçbir tanesi kendi ulusal edebiyatına, Nazım Hikmet'in Türk edebiyatının gelişmesine yaptığı katkının yarısını bile yapamadığı gibi, dünya edebiyatı tarihinde onların hiçbirinin izini-tozunu bulamadığımız hâlde, Nazım yerini her geçen gün daha da pekiştiriyor.
 

Fotoğraf: Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı
Fotoğraf: Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı

 

Bu mektupta imzası bulunan Azerbaycanlı şair Samed Vurgun'un, Moskova'da Nazım'la birkaç kez buluştuğu biliniyor; ancak edebiyata bakışları tamamen farklı.

Ne olursa olsun, sonuç itibarıyla dünya edebiyatı tarihinde herkes koyduğu iz kadar ve o izin niteliğine göre kalabiliyor.

Herhalde 20'nci yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren değerlendirildiğinde, eserlerinin yanı sıra, duruşuyla da yaratıcı dünyaya örnek olan Nazım Hikmet ile kıyaslanacak çok az şair bulunacaktır.

Mikail Refili
Mikail Refili

Onlardan biri, Nazım'ın 1924 yılından itibaren Moskova'daki Krasnıy Proletariy Enstitüsü'nde birlikte okuduğu Azerbaycanlı arkadaşı Mikail Refili'ydi.

1920'lerin sonlarında Azerbaycan şiirine getirdiği yeniliklerle isminden söz ettiren Refili, aynı zamanda bir edebiyat teorisyeni ve yabancı edebiyat uzmanı olarak kıymetli araştırmaların altına imzasını atarken, kendisine ayak uyduramayan meslektaşları ispiyonlamalar, imzasız mektuplarla Refili'yi, Nazım'ın Türkiye'de tutuklanmasından 1 yıl önce, 1937'de tutuklatmaya çalışmışlardı.

O zaman Azerbaycan'ın başında bulunan despot Mir Cafer Bağırov ile bir araya gelmeye muvaffak olan Refili, kurtulabilmişti.

Ancak özellikle Mir Celal ve Mübariz Alizade'nin ispiyonlamalarıyla, basında kaleme aldıkları iftira yazılarıyla bir türlü rahat bırakmadığı Prof. Dr. Mikail Refili, 1940'ların sonlarından başlamak üzere her an hapse atılma tehlikesi yaşamış ve bu gerilimli yaşam, öğrencileri için çok değerli olan bu üniversite hocasının sağlığını bozmuştu.

Nazım Hikmet ile hep irtibatta olmuş Mikail Refili, 1958'de daha 53 yaşındayken hayatını kaybettiğinde, gençlik arkadaşının kaleminden tüyleri diken diken eden bir şiir çıkmıştı.

Nazım Hikmet'in o şiirini Independent Türkçe okurlarıyla paylaşırken, düşüncelerinden dolayı insanları hapiste tutan tüm sistemleri bir daha lanetliyorum:

Neslimin yaprak dökümü başladı,
çoğumuz, kışa giremeyeceğiz.

Deliye döndüm Refili,
haberini alır almaz...
ne diyecektim...
aklında mı, Mikail...
ama artık aklın yok,
burnun, ağzın, gözlerin yok,
kardeşim, bir kemik yığınısın
Bakü'de bir mezarlıkta.

Ne diyecektim...
Moskova'da, bizde, bir yılbaşı gecesi,
sofrada, dibinde donanmış çam ağacının
kocaman bir oyuncak gibiydin pırıl pırıl.
pırıl pırıl gözlerin, dazlak kafan,
saygıdeğer göbeğin.

Dışarıda geceye bulanmış karşı bir orman.
Sana bakıp düşünüyordum:
Eski şarap fıçısı gibi keyifli, hazret,
Eski şarap fıçısı gibi sağlam.
Benden çok sonra ölecek.
arkamdan bir de makale döktürür,
bir şiir yahut:
"Nazım'la Moskova'da 24'te tanıştım filan"

Sahi, Mikail, şair olabilirdin,
profesör oldun.
ama mesele bunda değil.
yapılan işin ya çok iyisi yaşıyor bizden sonra,
ya çok kötüsü.

Seninki orta halliydi sanırım,
benimki de öyle.
Yani, sesimiz bu kubbede kalacak diye
tesellimiz yok.
ben kendi payıma üzülmüyorum buna,
tesellisiz yaşamayı becerdim,
beceririm tesellisiz ölmesini de,
senin gibi Refili.

Nazım Hikmet
5 Haziran 958, Pırağ

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU