2011 yılında barışçıl bir şekilde başlayıp, en son 27 Kasım 2024'te Suriye muhalefetinin yeni askeri operasyonları sonucu Baas diktatörlüğü 61 yıllık bir zaman diliminden sonra çöktü.
Bu çöküş; başta Ortadoğu olmak üzere küresel bazda da jeopolitik ve sosyo-politik kırılmalara yol açacak gibi görünüyor.
Bu kırılmalar; diktatörlük altında yaşayan Arap ve İslam halklarına umut ışığı olabileceği gibi, karşı devrimleri destekleyen kimi bölgesel ve küresel aktörleri de harekete geçirebilecek.
Bu olgusal gerçeklere rağmen, yadsınımaz bir gerçeklik olan şey de; 60 yıldan fazladır zulüm ve işkence altında yaşayan Suriye halkının görece de olsa özgür, mutlu ve güvende olduğudur.
Özgürlük ve istikrarlılık; adil ve kapsayıcı bir yönetim modelinin inşası, ilkeli olduğu kadar pragmatik bir dış siyasetle hareket eden stratejik bir akılla yönetildiği zaman, Suriye için elde edilmesi gereken en önemli vazgeçilmez hedeflerdir.
Suriye muhalefetinin 13 yıllık mücadelesini, Baas diktasının karakteristik yönlerini, İran ve Rusya'nın Baas diktasına olan desteğinin çöküşünü, Suriye muhalefetinin stratejik bir akılla Ortadoğu şartlarını ve Suriye içi dinamikleri gözeten askeri operasyonlarını, bu operasyonun arkasındaki Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) isimli yapıları, Baas diktasının çöküşünün bölge ülkelerine ve direniş hareketlerine olana yansımalarını, PKK/YPG'nin Kuzey Suriye'deki varlığı ve bundan sonra alacağı şekli konuşmak için yıllarca Suriye, Lübnan ve Filistin sahasını hem masada hem de sahada takip eden, Suriye ve Lübnan üzerine kitaplar neşreden araştırmacı-yazar Zahide Tuba Kor ile konuştuk.
"Bölgesel güçlerin milli güvenliği ve Rusya'nın bölgede aktörlüğü, Suriye'den başlar"
Suriye, Lübnan ve Filistin üzerine kitapları olan, seminerler veren, makaleleri olan bir Ortadoğu uzmanı olarak 27 Kasım'da başlayan Suriye muhalefetinin Baas rejimini devirmesini, Aralık 2024'te öngörüyor muydunuz? Rusya ve eski Mossad yöneticilerinin açıklamalarında geçtiği gibi sizin için de sürpriz ve şaşırtıcı mı oldu?
Bunu öngörebilecek kimse olduğunu düşünmüyorum. HTŞ'nin bile operasyona başlarken ki hedefi, Halep'in batı kırsalını ele geçirmek ve İdlib'e yönelik artan saldırıları caydırmaktı; rejimi düşürme arzusu hep olsa da bu hedefle yola çıkmamışlardı.
Ama yıllardır her konuşmamda şunu belirtiyordum: Suriye fiilen üçe bölünmüş durumda; rejim İran-Rusya, muhalifler Türkiye, SDG ise ABD sayesinde ayakta; yabancı devletler desteği çektiği anda hiçbir yerel güç tek başına ayakta kalamaz; rejim savaşı kazanmış değil; savaş bitmiş de değil, sadece donduruldu.
Birkaç yıldır çok iyi bildiğim şeyler şunlardı: Rejim ve ordusu son derece güçsüzdü, ortada devlet namına bir şey kalmamıştı, zalim ve yozlaşmış çetelerin hâkimiyeti söz konusuydu, ekonomik çöküş ve devasa yolsuzluklar yüzünden rejim bölgesinde yaşayan sefalet ve baskı altındaki halk içten içe rejimden artık illallah diyordu; Rusya ve İran ile ona bağlı milislerin askeri desteği olmasa kesinlikle ayakta kalamazdı.
Rusya Ukrayna savaşıyla, İran ve Hizbullah ise İsrail'le boğuşurken ve Suriye'deki askeri birliklerinin çoğunu geri çekmek zorunda kalmışken, rejimin ayakta kalması iyice zorlaşmıştı. Ama iyice zayıflamış Esad'ın bölünmüş Suriye'nin başında kalması, sadece Rusya ve İran'ın değil, aynı zamanda ABD, AB, İsrail ve otoriter Arap rejimlerinin de menfaatineydi.
Türkiye de Astana süreci bağlamında muhaliflerin rejim bölgelerine girme arzusunu yıllardır dizginlemiş, hatta engellemişti.
Yani dış müdahaleler kesilip ülke kendi haline bırakıldığı takdirde devrilmesi kaçınılmaz olan, ama uluslararası alanda devrilmesi istenmeyen bir rejim vardı ortada.
Bu arada Suriye, jeopolitik olarak Ortadoğu'nun en kıymetli coğrafyasına sahiptir; tam da bu yüzden Suriye Suriyelilere bırakılmayacak kadar önemlidir. Bütün bölgesel güçlerin milli güvenliği ve bekası, Rusya'nın da bölgede aktörlüğü Suriye'den başlar.
Dolayısıyla hem jeopolitik konumu hem de 13 yıllık tecrübe ışığında -rejimin çökecek halde olduğunu bilsem de- devrilmesine dış güçlerin izin vermeyeceği kanaatindeydim.
"Esad rejimi; muhaliflerle karada göğüs göğüse çarpışmaktan kaçındı, kaçak güreşti"
2020'de sağlanan çatışmasızlık konseptiyle askeri olarak dur(ul)an Suriye muhalefetinin 2024'te Lübnan-İsrail anlaşmasının olduğu gün harekete geçmesini sağlayan ne tür gelişmeler yaşandı ki 27 Kasım operasyonları başladı? Suriye içi hangi dinamikler ve de Ortadoğu'daki hangi faktörler Suriye muhalefetini tekrar harekete geçirdi?
HTŞ çok daha evvel operasyona başlamak istediği halde Lübnan'da İsrail bombardımanı tüm şiddetiyle devam ederken Türkiye'nin buna izin vermediği söyleniyor. O yüzden operasyon ateşkes sonrasına denk düştü.
Bu arada HTŞ lideri, uzun zamandır rejime karşı harekete geçeceğini alenen dillendiriyordu. Gazze savaşı boyunca rejim ve hatta Rusya, İdlib'e bombardımanı kesmedi. HTŞ'nin kendine alan açmak için saldırı hazırlığı bilinmedik bir şey değildi.
Harekete yeniden geçmeyi sağlayan dinamikler, Rusya'nın Ukrayna nedeniyle askeri varlığını çoktandır azaltması ve Wagner'in çekilmesi; İran ve Hizbullah'ın da -Gazze'de istediğini elde edemeyen ve 7 Ekim'in yıldönümü gelmeden halkına bir zafer tattırmak isteyen- İsrail'in, Lübnan'ı hedef alması yüzünden askerlerini ve milislerini Lübnan'a veya Suriye'nin güneyine sevk etmesiydi.
Bu arada birkaç yıldır Haleplilere sorduğumda bana hep şehri asıl kontrol edenin rejim değil, Hizbullah ve İran'a bağlı milisler olduğunu söylüyorlardı. Dolayısıyla yabancı unsurların çekildiği bir ortamda rejim birlikleri tutunamadı.
Suriye ordusunun hem askeri teçhizatları eski ve yetersizdi hem de askerlerin karada savaşma arzusu yoktu. Asker maaşı 6-8 dolar kadardı; kışlalarda ortam hem hijyen hem hayat şartları bakımından kötüydü; düzgün yemek verilmiyordu.
Dahası, askerler komutanlarının rezilliklerini ve bencilliklerini görüyorlardı. Hal böyleyken neden canlarını Esad için vereceklerdi? Bir de biz Suriye savaşının mahiyetinin farkında değiliz. Rejim en baştan itibaren muhaliflerle karada göğüs göğüse çarpışmaktan kaçındı, kaçak güreşti. Ucuz savaş yöntemlerini kullandı.
Yani muhaliflerin eline geçen bölgeleri kuşatıp içeri gıda girişini engelledi, havadan Rusya ile birlikte sürekli bombaladı; karada var gücüyle savaşanlar daha ziyade Hizbullah ve İran'a bağlı farklı ülkelerden gelen milis grupları, özellikle Afgan Hazaralardı.
Diğer dış faktör de ABD'de başkan değişimiyle bağlantılı. Amerikan seçimleri sonrası yeni başkanların göreve başlayacakları 20 Ocak'a kadarki 2,5 aylık ara dönem, yani yönetim boşluğu, statükoyu değiştirmek isteyen aktörler için bir fırsattır.
Trump'ın hem Ukrayna hem Ortadoğu savaşını sonlandırma hem de Suriye'deki varlığını gözden geçirme vaadinde bulunduğu bir süreçte bütün güçler kendi konumunu sahada tahkim etme veya statükoyu değiştirmeye çalışıyor. Suriye sahasında statüko tamamen değişti.
"HTŞ'nin, aylar evvelinden, yeni bir silahlı isyan için gerekli hazırlıkları yaptırdığı söyleniyor"
SMO ve HTŞ 27 Kasım öncesi ne tür askeri, stratejik, istihbarı ve siyasi hazırlıkları yaptığını düşünüyorsunuz? 2020-2024 arasını muhalifler nasıl değerlendirdiler? Mart 2011 yılında başlayan Suriye muhalefetinin mücadelesi ile 27 Kasım 2024 yılındaki mücadelesini karşılaştıracak olursanız benzerlik ve farklılık açısından nasıl bir tablo çizersiniz? Neyi öğrendiler, neyi düzelttiler, ne tür dersler çıkardılar ki 8 Aralık'ta 61 yıllık Baas diktasını devirebildiler?
2011'de halkın barışçıl gösterileri rejimin bizzat yönlendirmesiyle silahlı isyana dönüşürken -ordudan ayrılan subay ve erlerin oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu dışında- eline silah alanlar sıradan esnaf ve öğrencilerdi. Hiçbir savaş deneyimleri yoktu. Stratejik perspektifleri ve taktik uzmanlıkları da yoktu. Silahları basitti, saldırıdan ziyade savunma silahlarıydı.
Rejimin asıl elinin güçlü olduğu nokta, hava hâkimiyetiydi; muhaliflere hiçbir zaman sahada dengeleri değiştirecek şekilde uçaksavarlar, taşınabilir hava savunma sistemi MANPAD'ler verilmedi. Silahlı gruplar yeterli silaha, paraya ve örgütlenmeye sahip değillerdi.
(El-Kaide/Nusra Cephesi, IŞİD ve PKK/PYD gibi kökü dışarıda olan ve bu sayede dışarıdan kaynak, silah ve militan çekebilen, örgütlenme kapasitesi yüksek ve merkeziyetçi örgütler ise 2012-2013'ten itibaren sahaya girip domine etmeye başlayacaklardı.)
Dahası, 1960'lardan itibaren siyasi hayatın ve sivil toplum faaliyetinin olmadığı istihbarat devletinde muhalifler ya yurtdışında ya da yeraltında olup siyaset oyununu bilmiyorlardı. Siyasi tecrübeleri de, tutarlı stratejileri de yoktu. Örgütlenme kapasiteleri çok zayıftı.
Dünya siyasetinin işleyişini bilmiyorlardı; bir anda karşılarında küresel ve bölgesel güçleri, yabancı diplomatları buldular ama onlarla iş tutma konusunda tecrübesizdiler; dışarıdan verilen sözlere ve vaatlere kandılar.
(Bu arada sadece muhalifler değil, rejim de dışarıya bağımlıydı.)
Aynı zamanda Baas rejiminin halkı bireyleştirdiği, herhangi bir konuda ortak hareket etmelerini on yıllardır engellediği, muhbirleştirip birbirinden korkuttuğu bir ortamda muhaliflerin birlikte iş tutma tecrübesi de yoktu. Tek bir çatı altında toplanıp Esad karşısında siyaseten güçlü, alternatif ve ikna edici bir model ortaya koyamadılar.
Kendi aralarında ideolojik kavgalara tutuştular. İslami muhalefetin diğerlerine kıyasla daha güçlü olması hem Batı'nın hem de otoriter Arap devletlerinin işine gelmedi.
"Rejimin, 13 yıldır 'Ben gidersem kafa kesen teröristler gelir' diyerek korkuttuğu azınlıklar bile HTŞ'ye anlaştı"
Kökü dışarıda olan radikal grupların 2014'ten sonra sahayı domine etmesi, özellikle IŞİD'in kafa kesme görüntüleri ve çeşitli muhalif silahlı grupların suiistimalleri ve yağması halk nazarında korkuya ve güvensizliğe yol açtı. Zaten rejim baştan beri ben gidersem kaos olur, Suriye parçalanır; Kürt-Arap, Hristiyan-Müslüman, Sünni-Şii çatışması çıkar; İslamcı radikaller ülkeye hakim olur, sizi keser gibi propagandalarla azınlıkları, laikleri, üst ve üst-orta sınıf Sünnileri ikna edip yanına çekmişti.
Ancak geçen 13 yıl içerisinde muhalefet tecrübe kazanırken, hatalarından ders çıkarırken ve eksiklerini tamamlamaya çalışırken rejim ise -tam aksine- yanlışlarında ısrar etti, uzlaşmaya hiç yanaşmadı, eksiklerinin üzerini ağır bir baskı ve zulümle örtmeye çalıştı, çelik tabanını bile bezdirdi ve iktisaden sefalete düşürdü, sürekli yalan söylediği artık görüldü.
HTŞ'nin bugünlere yıllardır hazırlık yaptığı, askeri kapasitesini geliştirdiği aşikâr. Öncelikle, HTŞ'nin elinde artık hava araçları ve yeni silah sistemleri var, özellikle kamikaze drone'ları. Rejimin hava üstünlüğü tekelini kırmış olması en önemli farklılık.
Yine HTŞ'nin aylar evvelinden Halep'e adamlarını sızdırdığı ve yeni bir silahlı isyan için gerekli hazırlıkları sahada yaptırdığı söyleniyor. Türkiye de kuzeyde kendi kontrolündeki bölgede SMO'yu yıllar içinde daha düzenli bir ordu formatına getirdi, savaşma kapasitesini artırdı, silah sistemlerini iyileştirdi. Kuzeyde insanlar adeta kapana kıstırılmış halde, zor şartlarda yaşıyordu ve silahlı gruplar yıllardır rejimle ve YPG'yle çatışmak için sabırsızlanıyor, Türkiye'nin yeşil ışık yakmasını bekliyorlardı.
"HTŞ'nin kapsayıcı ve çoğulcu bir Suriye vaadinde bulunması önemli söylem ve eylem değişikliğidir"
En önemli değişikliklerden biri, el-Kaide içinden çıkıp Suriyelileşen HTŞ'nin katı tutumunu değiştirmesi oldu. Dışlayıcı bir ideolojiyle Suriye gibi bir ülkede tutunamayacağını öğrenmesi önemli.
Bu bağlamda -geçmişin aksine- halkı kendine yabancılaştırmamaya, azınlıkları korkutup kaçırmamaya, onların can ve mal güvenliğini teminat altına almaya, diğer silahlı grupların her türlü yağmasını engellemeye, intikam eylemlerini engellemeye özen göstermesi, kapsayıcı ve çoğulcu bir Suriye vaadinde bulunması önemli söylem ve eylem değişiklikleriydi.
Yine ele geçirdiği bölgelerde -rejimin yapmadığını yapıp- STK'ların da desteğiyle hemen temel ihtiyaçları karşılamaya ve belediyecilik hizmeti götürmeye başlaması, emniyeti sağlamaya çalışması algıları değiştirdi. Sağladığı bu güven ortamı, şehirlerin ciddi çatışmalar olmadan hızla düşmesini sağladı.
Rejimin 13 yıldır "Ben gidersem kafa kesen teröristler" gelir diyerek korkuttuğu azınlıklar bile HTŞ'yle anlaşmayı seçti. Suriye halkının çoğunun nazarında HTŞ de dâhil hiçbir alternatif, rejimden daha berbat olamaz.
Çünkü savaş dindiği halde 2020'den bu yana rejim halkın hayat şartlarını iyileştirici adımlar atmadığı gibi, halkın yüzde 90'dan fazlası fakirlik sınırında ve altında yaşar hale geldi. Buna mukabil rejim ve çevresinin lüksten vazgeçmemesi tabanın öfkesini çekti ve sevdiklerimizi ne uğruna kaybettik ve bu hallere düştük sorusunu sordurdu. Yani rejime yönelik güven krizine eşlik eden hayal kırıklığı, HTŞ'nin kabullenilmesini kolaylaştırdı.
Yani 10 yıl içinde gerçekten bu işi öğrenmişler. Örgüt mantığından çıkıp devlet mantığına doğru geçiş yapmışlar. Şam'ı nasıl ele geçirmeliyiz ve nasıl bir yönetim kurmalıyız konusunu çalışmışlar.
Öte yandan HTŞ dersini iyi çalışmış, ama diğer sivil veya silahlı yapılar benzer bir süreçten geçti mi, yeni sürece ne kadar hazır bilmiyoruz. Diğer silahlı gruplarda yağma yapanları gördük ve HTŞ henüz gelmeden Şam'ı güneydeki gruplar ele geçirdiğinde emniyetsizlik ve kaos yaşandı.
"İdlib'de HTŞ'ye karşı halkın eylemleri oldu, diğer bölgelere kıyasla memnuniyetsizlik daha az"
Esad rejiminin çökmesinde Suriye muhalefetinin önemli bir aktörü olan Suriye Milli Ordusu'nu (SMO) biraz anlatır mısınız? Geçmişini, içinde yer alan fraksiyonları, hâkim olduğu bölgelerdeki uygulamalarını, Türkiye ile olan ilişkilerinin boyutunu, finansman ve silah desteğini nasıl sağladığını, HTŞ ile olan farklarını ve benzerliklerini dile getirir misiniz?
Silahlı örgütler üzerine çalışma yapmadım. Çünkü 10 küsur yıldır sahada yüzlerce irili ufaklı örgüt kuruldu, dağıldı, birleşti. Bunları yakından takip etmek ayrı bir emek gerektiriyordu. Herkesin savaş sahasıyla, örgütlerle ve dış güçlerle ilgilendiği bir ortamda ben hep göz ardı edilen sivillere odaklandım. Onların hayatına ışık tutmaya çalıştım. Geçmişte sahada savaşmış gençlerle karşılaştığımda bile savaş tecrübesini dinlerken hangi örgüte katıldığını bilinçli olarak sormadım.
Suriye'ye gittiğimde ne zaman ve kime sorsam hep aynı şeyleri duydum. HTŞ, İdlib'de bir şiddet tekeli kurarak, yani diğer silahlı örgütleri kendisine boyun eğmeye zorlayarak bir düzen kurdu. Birçok hizmeti eldeki maddi imkânlar nispetinde vermeye çalıştı. Daha düzenli işleyen bir yönetim yapısı tesis etti. Türkiye'nin kontrolündeki operasyon bölgelerinde ise silahlı örgütler SMO çatısı altında bir araya gelseler bile birbirlerine rakipler.
Her ilçe farklı bir grubun kontrolünde, hatta Azez gibi bazı ilçelerin farklı yerlerinde farklı gruplar hâkim. Bu da Suriyelilerin kendi deyimiyle bir başıbozukluğa yol açtı. Hangi hizmetten kimin sorumlu olduğu konusunda bir yetki karmaşası vardı. Bazen silahlı gruplar kendi aralarında çatışıyordu.
Askerlere/milislere ödenen maaşın çok düşük olması en temel problemdi. Bütün bunlar zaman zaman halkın memnuniyetsizliğini tetikledi. Tabii ki İdlib'de HTŞ'ye karşı halkın eylemleri oldu, ama diğer bölgelere kıyasla memnuniyetsizlik daha azdı.
"Askeri zafer her zaman siyasi zaferi beraberinde getirmez"
61 yıllık çöken Baas rejiminin Gazze'ye, Lübnan'a, Körfez ülkelerine, direniş örgütlerine ve Türkiye'ye yansımalarının nasıl olacağını öngörüyorsunuz? 8 Aralık'tan sonra bizi nasıl bir Suriye ve nasıl bir Ortadoğu bekliyor?
Sorunuzun ikinci kısmıyla başlayayım. Esad, yıllardır Suriye'nin birliğinin ve toprak bütünlüğünün teminatı olarak sunuluyor, hatta PYD/SDG'ye karşı rejimle Türkiye'nin işbirliği yapması gerektiği savunuluyordu; ama bu, tıpkı mültecilerin geri dönüşü için Esad'le masaya oturmak gerek argümanı kadar, kökten yanlıştı. Rejimin düşmesinin bölünmüş Suriye'nin bütünleşmesini ve Suriyelilerin vatanına dönmeye başlamasını sağladığını görüyoruz.
Dahası, batısı ve doğusu ayrılmış bir Suriye devleti fiziken ve iktisaden yaşayamazdı. Biliyorsunuz, Suriye'nin batısında butik bir Alevi/Nusayri devletçiği kurulacağı varsayımı uzun yıllardır vardı; Esad'ın Moskova'ya sığınmasıyla bu ihtimal ortadan -en azından şimdilik- kalktı.
Denize çıkışı olmayan, karaya hapsolmuş bir Suriye devleti yaşayamazdı. Keza Suriye'nin iktisadi kaynakları -petrolün yüzde 90'ı, doğalgazın yüzde 40'ı, barajların tamamı, tarım alanlarının yarısı- SDG kontrolündeki doğudaydı. Ekonomik kaynaklarından mahrum bir Suriye de ayakta kalamazdı. Rejimin devrilmesiyle Suriye'nin birleşmesine şahit oluyoruz.
Öte yandan askeri zafer her zaman siyasi zaferi beraberinde getirmez. Artık zorlu bir devleti yeniden inşa süreci başlayacak ve yeni sistemin hangi ilkeler üzerine kurulacağı, siyasi sisteme dâhil olmak isteyen farklı ideolojik gruplar arasında bir çekişme konusu olacaktır.
Beşşar Esad çökmüş bir devlet, dağılmış bir ordu, iflas etmiş bir ekonomi, parçalanmış bir toplumla ardında tam bir enkaz bıraktı. Ayağa kalkmak kolay bir süreç olmayacaktır.
Devam edecek...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish