Vladimir Mayakovski: Şiir ve devrim adeta kafamda birleşmişti

Mayis Alizade Independent Türkçe için yazdı

Rus şair, oyun yazarı, film ve tiyatro aktörü Vladimir Vladimiroviç Mayakovski (1893-1930)

1905-1909 yılları arasında İstanbul Üniversitesi'nde okumuş Azerbaycanlı dünyaca ünlü oyun yazarı Hüseyin Cavid, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından bir süre sonra kaleme aldığı ve Mehmet Emin Resulzade'nin imtiyaz sahibi ve başyazarı olduğu Açık Söz gazetesinde yayımlanan Savaş ve Edebiyat isimli yazısında, Rusları savaşa yazar Lev Tolstoy'un, Almanları ise filozof Friedrich Nietzsche'nin hazırladığını ifade eder.

"Ben-Kendim" isimli anılarını parçalar halinde Independent Türkçe okurlarına sunmaktan büyük memnuniyet duyduğumuz Vladimir Mayakovski'nin 1917'de Rusya'da gerçekleşen sosyalist devrimi öncesinde okuduğu şiirleri, kendi sesinden dinleme fırsatı bulanlar bundan asla kuşku duymayacak.

Evet, Küba devrimini bir tarafa koyduğumuzda genelde şu gerçekle karşılaşıyoruz: Devrimi şairler yapar, idealistler geçici olarak iktidarı elde tutar, ardından gelen çıkarcılar devrimin tüm ideallerini yerle bir edip kurulu sistemi de iflasa sürükler.

Azerbaycan'ın bağımsızlığı için hatırı sayılır düzeyde emeği olmuş şair-bilim adamı Bahtiyar Vahapzade'nin "Benim istediğim bağımsızlık bu değildi" sözü, bu gerçeğin acı itiraflarından bir tanesidir.

Kuşkusuz, bir kadına olan sevgisinin karşılığını alamaması da vardı, ancak Mayakovski'nin intiharının ana nedeni, gerçekleşmesi için tüm yeteneğini ortaya koyduğu sosyalist devrimin, beklentilerini büyük ölçüde karşılamamasıydı.

Bu kadar güçlü bir kaleme, entelekte ve enerjiye sahip aydın bir kişinin, SSCB'nin başındaki bilimden, entelekten ve kültürden yoksun İosif Stalin ile aynı dönemde, aynı ülkede yaşamasının imkânı mı vardı?

(Mayakovski'nin intiharından iki sene sonra eşini öldüren İosif Stalin bu katletme olayını "intihar" diye kayıtlara geçirtecekti.)

Devrimin ideologlarından Maksim Gorki, hayatının son 10 yılını adeta delilik durumuna düşmüşken, 1937'ye gelindiğinde artık yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının intihar etme zahmetine katlanmasına da fırsat tanımamış ve Josef Stalin'in infaz makineleri sadece o yıl en az 1 milyon aydını 15 dakika süren mahkeme kararlarıyla kurşuna dizmekten, Sibirya'ya sürmekten asla geri kalmamıştı.

İşte Stalin'in bıraktığı o mirası eski SSCB'nin birçok bölgesi sahiplenerek bugün daha acımasız, daha gaddar biçimde uygulamaktadır.

Vladimir Mayakovski'nin parça parça yayımlayacağımız bu anıları aynı zamanda şair mütevazılığının, içtenliğinin, samimiyetinin bir simgesidir...
 

 

Konu

Ben şairim. İlginçliğim de işte burada. Ve bununla ilgili yazıyorum. Ve bir de sözle savunulmuş diğer şeyleri.


Hafıza

Burlyuk: "Mayakovski'nin hafızası herkesin kendi cızlavetini bırakacağı Poltava yolu gibidir." Ancak şahısları ve tarihleri aklımda tutamıyorum. Sadece 1100 yılında "Doryan" diye bir kavmin bir yerlere göç ettiğini hatırlıyorum. Bu işin teferruatını hatırlamıyorum, ancak ciddi bir iş olması gerekir. Hafızaya kaydetmeye gelince: "Bu, 2 Mayıs'ta yazılmıştır. Pavlovsk Şadırvanları" — hepten ufak bir iş. Onun için kendi kronolojimin içinde serbestçe yüzüyorum.


Esas olan

7 Temmuz 1894'te doğdum (veya 93—annemin görüşüyle babamın görev notu listesi uymuyor. Her halükârda daha önce değil). Vatanım Gürcistan'ın Kutaisi vilayetinin Bagdadı köyüdür.


Aile üyelerimiz

Babam: Vladimir Konstantinoviç (Bagdadı ormancısı), 1906 yılında vefat etmiştir.

Annem: Aleksandra Alekseyevna.

Ablalarım:

a) Lyuda.
b) Olya.

Muhtemelen bunun dışında hiçbir Mayakovski yoktur.


Birinci anı

Rengarenk kavramlar. Yer belli değil. Kış. Babam Rodina (Vatan - çev.) dergisine abone olmuş. Rodinanın mizah eki var. Eğlenceli şeyleri konuşuyor ve bekliyorlar. Babam gidip-geliyor ve her zaman okuduğu "Alon zanfan de lya her biri dörde" şarkısını söylüyor. Vatan dergisi geldi. Açıyor ve hemen (resim var) anırıyorum: "Ne kadar da komik! Dayı teyze ile öpüşüyor." Güldüler. Bir süre sonra derginin eki de geldiğinde ve gerçekten gülmek gerektiğinde, daha önce sadece bana güldükleri ortaya çıktı. Bizim resimlere ve mizaha bakışımız bu şekilde farklıydı.


İkinci anı

Poetik kavramlar. Yaz. Kitle geliyor. Uzun boylu yakışıklı talebe B.P. Gluşkovski. Resim çiziyor. Deri kapaklı defter. Parlak kağıt. Kağıtta aynanın önünde uzun boylu donsuz adam duruyor (ama belki örtünmüş halde). Adamın ismi Yevgeni Onegin. Borya uzun boylu olduğu gibi resimdeki adamın da boyu uzundu. Açık. İşte ben Borya'yı bu Yevgeni Onegin'in ta kendisi sayıyordum. Üç sene bu düşüncemde kaldım.


Üçüncü anı

Pratik kavramlar. Gece. Duvarın arkasında anne ve babamın sonsuz fısıltısı. Royal üzerine. Tüm geceyi uyumadım. Hep aynı ibare kafamı delip durdu. Sabahleyin koşmaya koyuldum: "Ödemenin uzatılması ne anlama geliyor, baba?" İzah çok hoşuma gitti.


Saçma sapan alışkanlıklar

Yaz. Sersemletecek sayıda misafir. Doğum günleri arda arda geliyor. Babam benim hafızamla övünüyor. Her doğum günü sahibi için şiir seslendirmem isteniyor. Özel olarak babamın doğum günü için yazdığımı hatırlıyorum:

Ne zamansa bir gün

Kabiledaş dağ yığınının önünde…

'Kabiledaş' ve 'kayalar' kelimeleri beni kıcıklandırıyordu. Onların kimliğini bilmiyordum, yaşımda ise benimle karşılaşmak istemiyorlardı. Çok daha sonra ben bunun şiirsel olduğunu anladığımda sessizce nefret etmeye başladım.


Romantizmin kökenleri

Çok net hatırladığım ilk ev. Çift katlı. Birinci katı bizim. İkinci katta ufak şarap fabrikası. Senede bir kez üzüm kağnıları. Eziyorlardı. Ben yiyordum. Onlar içiyordu. Tüm buralar Bagdadı yakınlarındaki eski Gürcü kalesinin bulunduğu arazilerdi. Kale dört yandan surlarla çevrilmişti. Surların dibinde top namluları vardı. Lülelerde mühimmat. Namluların ötesinde yarganlar. Orman yarganlarının ötesinde çakallar da vardı. Ormanların üstünde dağlar. Büyüdüm. En yüksek dağa koşuyordum. Kuzeye gittikçe dağlar alçalıyor. Kuzey açıklıktı. Gitmek istiyorum, orası Rusya'ydı. İnanılmaz biçimde orası beni çekiyordu.


Alışılmamış

Yedi yaşımdayım. Babam beni ormanda atla gezmeye götürdü. Gedik. Gece. Sisten göz gözü görmüyor. Hatta atımı bile göremiyorum. Daracık bir geçit. Muhtemelen babam dirseğiyle kuşburnunun dalını itti. Dallar kuşburnularla doğrudan suratıma isabet etti. Azcık inledikten sonra dikenleri çıkardım. Sis de acı da anında kayboldu. Sisin kayboluşuyla ayağımızın altı semadan daha aydınlıkla buluştu. Atımızın üstüne sıcak güneş ışınları ışıdı. Göğe bakıyorum ve en kısa zamanda geri dönmek için tüm bu havayı içimden geçirmiş oluyorum.


Zevki ile edebiyat

Ve… Hedefim daha gençlik yaşımda yataktan kalkmak ve bu yazı devam edecektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU