Sanat tarihindeki önemli isimlerinden biri olan Vincent Van Gogh, 1853 yılında Hollanda'da doğdu.
Ailesi, bankacı, tüccar ve sanat simsarı gibi varlıklı bireylerden oluşmasına rağmen, babası köy papazıydı ve oldukça katı bir dindardı.
Van Gogh'un 2 erkek ve 3 kız kardeşi vardı, ancak özellikle küçük kardeşi Theo ile çok yakındı.
Van Gogh, okulu sevmeyen biriydi. Kendi kendine öğrenerek kendini yetiştirdi. Okuldaki dersleri anlamakta zorlandığı için eğitimine devam etmedi.
Genç yaşta sanata ilgi duymasına rağmen, ressam olmadan önce öğretmenlik ve kitapçılık gibi çeşitli işlerde çalıştı.
Rahip olmak istedi ve nitekim oldu da. Ancak kilisenin kurallarına uymadığı gerekçesi ve disiplinsiz davranışları nedeniyle rahiplik görevinden uzaklaştırıldı.
Bu olay, Van Gogh'u hem maddi hem de manevi yönden oldukça etkiledi. Ne yapacağını bilmeden, parasız bir şekilde ortalıkta kaldı.
Ancak tüm bu zorluklara rağmen pes etmedi. 30'lu yaşlarına yaklaşırken, işsiz olan Van Gogh, içindeki boşluğu sanatla doldurmaya karar verdi.
Çocukken yaptığı resimlere geri döndü ve kendini tamamen bu sanata adadı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Van Gogh, sanatının kendisini bir gün resim dünyasının kült isimlerinden biri yapacağından bihaberdi.
Eserlerinin bir gün paha biçilemez hale geleceğini hayal bile edemiyordu.
19'uncu yüzyılın sonlarına doğru Fransa'da ortaya çıkan empresyonizm akımı, resim sanatında oldukça etkili oldu.
Bu akımdan etkilenen sanatçılar, tablolarında canlı ve parlak renkler kullanarak kır manzaraları, göller, parklar ve portreler çizerlerdi.
Ancak Van Gogh, sanatın yalnızca estetik ve güzellikle sınırlı kalmaması gerektiğine inanırdı.
Bu nedenle, dönemin ana akım anlayışına karşı çıkarak sanata dayatılan katı kuralları yıktı ve yeni-empresyonizmin doğuşuna öncülük etti.
Ünlü ressam, resimlerinde hayatın gerçeklerini, zor koşullar altında ezilen insanları konu edindi.
Çizdiği figürler, nasırlı elleriyle çalışan, yorgun ve mutsuz insanlardı.
Yoksulluk ve sefaletle mücadele eden bu insanlara yardım etmeyi kendine görev bildi.
Bu yüzden, hayatın kıyısında kalmış bu insanlar, Van Gogh'u adeta bir kurtarıcı olarak görürlerdi.
Sanat kariyerine kalem ve kömür çubuklarıyla basit çizimler yaparak başlayan Van Gogh, ilk dönemlerinde tablolarında karamsar ve kasvetli renkler kullandı.
Kahverengi, siyah ve koyu yeşil tonları, resimlerine ağır bir hava katıyordu.
Bu dönemin en meşhur tablosu "Patates Yiyenler"dir.
1885'te tamamlanan bu eser, Van Gogh'un buhranlı dönemini simgeler.
Feodalizmin son dönemlerinde zor şartlar altında yaşayan bir köylü ailesini, karanlık bir odada akşam yemeğinde ektikleri patatesleri yerken tasvir eder.
Van Gogh, bu tabloyla köylülerin sade ama zor yaşamlarını tüm gerçekliğiyle yansıtmak istemiştir.
Tablodaki koyu renkler, esere hüzünlü bir atmosfer katarken, aile üyelerinin yüz ifadeleri yaşam mücadelesini ve çalışmanın zorluklarını yansıtır.
Dönemin popüler sanat anlayışından farklı bir içeriğe sahip olan Van Gogh'un tabloları, büyük bir ilgi göremez.
Theo da onun eserlerini satamaz. O dönemde sanatseverler, daha çok huzur ve zevk veren, renkli tabloları tercih ederdi.
Theo, ağabeyine "biraz daha parlak resimler yaparsa belki bir kaçını satabileceğini" söylese de Van Gogh, ona pek kulak asmaz.
Geçimini Theo'nun gönderdiği parayla sağlayan Van Gogh, resimlerinin satılmaması ve kardeşinden gelen desteğin azalması nedeniyle ciddi bir geçim sıkıntısı yaşar.
Zor durumda kalınca ailesinin yanına dönmek ister ama ailesi onu kabul etmez.
Bunu, "Hayatlarındaki en büyük başarısızlık benmişim gibi baktılar bana" der ve evi terk eder.
Van Gogh, bir dizi aşk ilişkisi yaşar, ancak bu ilişkilerde aradığını bulamaz ve hepsi ayrılıkla sonuçlanır.
Bu süreçte, Sien adıyla bilinen Clasina Maria Hoornik adında 2 çocuklu, alkol bağımlısı ve hayatını fuhuş yaparak sürdüren bir kadınla tanışır. Üstelik kendisinden yaşça da büyüktür.
Ailesi ve Theo bu ilişkiye karşı çıkar. Zamanla Sien, Van Gogh'un resme olan tutkusuna katlanamaz ve bu birliktelik biter.
Paris'te bir sanat galerisinde yönetici olan Theo, ağabeyini her zaman destekler ve asla yalnız bırakmaz.
Ona empresyonizm akımını öğrenmesini tavsiye eder. Onu sanatın merkezi Paris'e davet eder.
Van Gogh, Paris'e taşınır ve kardeşinin evinde kalır.
Theo, Van Gogh'un sanatında yetkinleşmesi için her türlü desteği sağlar.
Onu sanat dünyasına tanıtır ve bu alanda ilerlemesine olanak sunar.
Bu yeni ortam, Van Gogh için bir dönüm noktası olur.
Burada Claude Monet, Edgar Degas, Camille Pissarro ve Paul Gauguin gibi ünlü sanatçılarla tanışır ve onların etkisiyle resimlerinde daha canlı renkler kullanmaya başlar.
Model bulamadığında, kendi otoportrelerini yaparak, 20'den fazla otoportreye imza atar.
Paris'ten sonra Van Gogh, Fransa'nın güneyindeki Arles'a taşınır.
Akdeniz'in güneşi ve doğal güzellikleri onun yaratıcılığını besler.
Burada zeytin ağaçları, selviler, buğday tarlaları ve ayçiçekleri gibi doğa temalı eserler yapar.
Sarı bir ev kiralayan Van Gogh, burada yoğun bir çalışmayla bazı günler birden fazla tabloyu bitirir.
Theo'nun ısrarı üzerine Paul Gauguin, isteksiz de olsa Van Gogh'un yanına taşınır.
Van Gogh, onu taparcasına severdi adeta. Başlarda dostça başlayan ilişkileri, zamanla sert tartışmalara dönüşür.
Hararetli bir tartışma sırasında Van Gogh, jiletle Gauguin'e saldırarak onun boğazını kesmeye kalkışır.
Can güvenliğinden endişe eden Gauguin, evi terk eder ve sabah olur olmaz Arles'ten ayrılır.
Bu ayrılık, Van Gogh'u ağır bir bunalıma sokar ve kendisine zarar vererek kulağını keser.
Başlangıçta sadece sol kulağının memesinden bir parça kestiği düşünülse de, aslında kulağının büyük bir kısmını kestiği ortaya çıkar.
Akıl sağlığı sorunları yaşayan Van Gogh, şifa bulma umuduyla atölyesindeki boyaları yemeye başlar.
Hatta renklendirsin diye yemeğine kattığı da olurdu. Bu olayların ardından akıl hastanesine kendi isteğiyle yatırılır.
Burada da çizimlerini sürdürür, "Yıldızlı Gece"yi yaratır.
1889 yılında yaptığı bu tablo, hastanedeki odasının penceresinden gördüğü manzaradan esinlenmiştir.
Ancak hastane odasında resim yapması yasak olduğundan bu eseri daha sonra hayal gücünün yardımıyla tuvale aktarır.
Parlak yıldızlar, dalgalı bulutlar ve parlayan ay ile mavi ve sarı tonlarının hâkim olduğu bu eser, Van Gogh'un zihinsel karmaşasını yansıtır.
Van Gogh, epilepsi hastasıydı. Yaşadığı zorluklar, başarısızlıklar hastalığını şiddetlendirir, sık sık nöbetler geçirmesine yol açardı.
Buna rağmen son derece üretken bir sanatçıydı; sabahtan akşama kadar çalışırdı.
Hayatı boyunca 900'den fazla eser üretti.
Parasızlıktan, bazı soğuk kış günlerinde ısınmak için tablolarını yakardı.
Bu kadar çok eser vermesine rağmen Van Gogh, hayattayken yalnızca bir tablosunu, "Kırmızı Üzüm Bağı", satabildi.
Bu eser, üzüm bağında çalışan işçileri tasvir eder.
Van Gogh hakkındaki bilgi kaynaklarımızdan biri aynı zamanda en önemlisi, "Theo'ya Mektuplar" isimli kitabıdır.
Bu kitap, Van Gogh'un kardeşi Theo'ya 17 yıl boyunca, intiharından iki gün öncesine kadar yazdığı mektuplardan oluşuyor.
Pınar Kür'ün harika çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları'ndan çıktı. 251 sayfalık bu eser, Türkiye'de birçok yayınevi tarafından çevrildi.
Bu mektuplarda, Van Gogh, Theo'yla dertleşiyor. Ona acı tatlı anılarını, düşüncelerini, hissettiklerini, isteklerini açıyor.
Açık yüreklilikle, "Senden tek bir isteğim var: Hiç değilse bir bütün günü ikimizin baş başa, sessizce ve sakin geçirebilmemiz için bir ayarlama yapabilir misin?" (syf.29)
Mektuplarına genellikle "Sevgili Theo" diye başlıyor ve "Seni seven ağabeyin, Vincent" diye bitirirken tüm samimiyetini ortaya koyuyor.
Olgun ve yeniliklere açık bir sanatçının eserlerini yaratırken neler düşündüğünü, hissettiğini bilmek ve aynı zamanda yoğun çalışma temposu ile zihinsel gelgitlerle nasıl başa çıktığını görmek, sanatçıyı ve eserlerini daha ayrıntılı bir şekilde anlamamızı sağlamaz mı?
Van Gogh, bu durumu şu sözlerle dile getiriyor:
Bu resimler beni hiç etkilemiyor değil, daha da kötüsü, ilerleme yerine çöküş gördüğüm için acı duyuyorum. Neyse işte, bu duyguyu üstümden atmak için soğuk ama açık ve parlak güneşli günlerde gece gündüz meyve bahçelerini dolaşıp çalıştım. (syf.238-9)
Notlarının devamında başarılı tablolar yapabilmek için gerekli olan yaşam tarzına değinir.
Onun sanat anlayışını, özellikle renk tutkusu ve yaratım sürecine yaklaşımını anlamak için şu sözü oldukça anlamlıdır:
Ah, ah, resim yapmanın daha kolay bir yolunu icat etmemiz gerek hem yağlı boyadan daha ucuz hem de onun kadar dayanıklı …bir tablo... (syf.239-240)
Kitap okuma, kişiyi doğrudan başarılı yapmasa da, başarılı kişilerin biyografilerine, otobiyografilerine ve anılarına baktığımızda mutlaka bir şekilde kitaplarla yakın ilişkilerinin olduğunu görüyoruz.
Yazılarımda ele aldığım kişilerin eğer okuma ile özel bir ünsiyetleri varsa, mutlaka bu noktayı öne çıkarırım.
Van Gogh da düşüncelerini derinleştirmek, sanatını geliştirmek için okuduğu kitapları ve yazarları sıkça dile getirir.
"Umut" ile birlikte "okumak" da onun yazışmalarında geniş yer verilen temalardandır.
Kitaba karşı hemen hemen karşı konulmaz bir tutkum var; hiç durmadan okumak, öğrenmek, kendi kendimi yetiştirmek peynir ekmek kadar kesin bir gereksinim beni için. (syf.40)
Doğrudan Theo'ya yazılmış olan bu mektuplar, içerdikleri mesajlar, vurguladıkları temalar ve samimi diliyle her yaştan insana hitap ediyor. Her okurun kendisine ait bir kesit bulabileceğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Van Gogh, bir mektubunda hepimize şu sözlerle sesleniyor:
Hapishaneye, ön yargı, yanlış anlaşılma, şu ya da bu şey konusunda ölümcül bilgisizlik, güvensizlik, yalancı utanç adları verilebilir. (syf.47)
Hiç şüphesiz mektuplarda en ilgi çekici ifadeler şunlardır:
"Cesur ol", "korkma", "devam et", "umudunu kaybetme", "oku", "düşün", "sana güveniyorum"…
Ünlü ressam, notlarında sanat ve edebiyat hakkında söyledikleri, mektupları yorumlamamıza katkı sağlıyor.
Ömrünün son yıllarını hastanede ve sık sık ziyaret ettiği başak tarlalarında geçirir.
Başakların sarı rengi, Van Gogh'u adeta büyüler. Sarı rengini ustalıkla kullanarak "Van Gogh sarısı" olarak bilinen tonu keşfeder.
Ancak bu renk tercihiyle ilgili bazı tartışmalar da vardır.
Bazılarına göre, sürekli içtiği absent, göz retinasına zarar vererek her şeyi sarımsı görmesine yol açmıştır.
Diğerlerine göre ise, epilepsi hastalığı sarı rengi tercih etmesinde etkili olmuştur.
Ne yazık ki, Van Gogh'un sağlık durumu giderek kötüleşir.
27 Temmuz 1890'da, bir başak tarlasında karnına kurşun sıkarak intihar eder. Ancak öldürüldüğünü iddia edenler de var.
Ölümünden kısa bir süre sonra kardeşi Theo da vefat eder.
Van Gogh'un tablolarını dünyaya tanıtma görevi, Theo'nun eşine kalır.
Dahi sanatçının etkisi, yalnızca sanat dünyasıyla sınırlı kalmayıp popüler kültürde de derin izler bırakmıştır.
Eserleri, posterlerden kitap kapaklarına, reklamlardan moda tasarımlarına kadar geniş bir yelpazede kullanılmıştır.
Sanatı, birçok sanatçı ve yaratıcı birey üzerinde ilham kaynağı olmuş, onların çalışmalarına yön vermiştir.
Sonuç olarak, eserleri bugün dünyanın en değerli sanat çalışmaları arasında yer alan Vincent Van Gogh, çizimlerinde parlak renkler kullanmış olsa da maalesef yaşamı eserleri kadar parlak olmaz.
Sefalet içinde bir hayat sürer, ailesi tarafından tam anlamıyla kabul görmez, sağlık sorunlarıyla boğuşur ve hayattayken ne kendisi ne de eserleri hak ettiği ilgiyi görür.
Böylece, o da öldükten sonra kıymeti anlaşılan sanatçılar kervanına katılır.
Tıpkı Franz Kafka, Mozart, Nick Drake, El Greco, Stieg Larsson ve Edgar Allan Poe gibi.
Ünlü sanatçının çalışmaları, taslak çizimleri, etkilendiği sanatçıların eserleri ve Theo'nun yazdığı yüzlerce mektup, 1973'te açılan Van Gogh Müzesi'nde sergilenmektedir.
Son söz Van Gogh'un:
İnsan yaşamı da budur, diye: Doğmak, çalışmak, sevmek, büyümek ve yok olmak. (syf,23)
Sanatla kalın!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish