Bahçeli'nin DEM çıkışı

Vahap Uluç Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Yeni yasama yılının açılışında Devlet Bahçeli'nin özel olarak yerinden kalkıp sıralarına kadar giderek DEM Partililerin elini sıkması ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın buna destek çıkması Türkiye'de son birkaç gündür gündemi işgal eden temel konu oldu.

Bununla ilgili yeni bir çözüm sürecinin başlayabileceğinden tutun yeni anayasa için destek arayışı çabası diyenlere kadar bir çok şey söylendi/söylenmekte. 

Herhalde Bahçeli'nin beklenmedik bu el sıkma olayından büyük sonuçlar çıkarmak doğru olmadığı gibi bunu spontane gelişen anlık bir vaka olarak görmek de doğru değildir.

Peki Bahçeli neden böyle bir çıkışta bulundu?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bunun için belki de Kürt sorununun, gelinen aşamada, şu ana kadar devlete olan maliyetine ve Ortadoğu'da yaşanan gelişmelere bakmak gerekir.

Kürt sorununun geçmişini 19'uncu yüzyılın sonlarına kadar götürmek mümkün. Ancak asıl 1980 sonrasında Türkiye için neredeyse en önemli sorun haline gelmeye başladı. 

1984'den bu yana 40 yıl geçti. O günden bu güne bu sorun devletin bütün imkanlarına rağmen yok olmak yerine - dışarıda yaşanan gelişmelerle beraber - gün geçtikçe daha da büyümekte, dallanıp budaklanmakta. 

Merhum Turgut Özal, 1984'te yaşanan ilk saldırıları "bir avuç şaki"nin işi olarak görmüştü.

Oysa bugün gelinen aşamada bu gruplar uluslararası çevrenin de desteği ile Suriye'nin üçte birini fiili olarak yönetecekleri bir güce ulaştılar.

Bu sorunun Türkiye'ye çok yönlü -sosyolojik, ekonomik, siyasi ve uluslararası- maliyeti olmakta.

İlk çatışmaların başladığı 1984'ten bu yana -ki 1990'lı yılların Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş, bu çatışmaları düşük yoğunluklu savaş olarak tanımlamıştı-  on binlerce insan hayatını kaybetti.

Bu, hayatını kaybeden insan sayısınca trajedi demektir. Her bir ölümün, ölüme muhatap olan kişi ve ailesi için bir hikayesi vardır; ve travmatik sonuçları.

Bu süreçte yüz binlerce insan bulundukları yerden başka yerlere göç etmek zorunda kaldı. Etkileri bugüne kadar devam eden sonuçları ile kentlerin sosyolojisi bozuldu.

Orta büyüklükteki bir ülkenin milli serveti kadar ekonomik kayıp yaşandı. 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri -ekonomik potansiyelleri olmasına rağmen- çatışmalardan dolayı kalkınamadığı için ülke ekonomisine hiçbir katkısı olmadığı gibi bütçe için bir yük olmaya devam etti.

Bu mesele Türkiye'de siyaseti de tıkamakta. Sistemin demokratikleşememesinin önemli nedenlerinden biri yine bu sorundur.

Özgürlüklerin alanını genişletirsek bu, bölücülüğe katkı sunar düşüncesi hep var olageldi.

Parlamenter hükümet sisteminden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin önemli bir nedeni de yine bu sorundur.

Şiddetle cumhurbaşkanlığı sistemine karşı çıkan Bahçeli'nin ardından yine şiddetle bu sistemi savunmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. 

Yetkilerin büyük çoğunluğu cumhurbaşkanına devredilerek parlamentoda üçüncü büyük grup olmayı neredeyse garantileyen DEM çizgisini temsil eden partiler, edilgen hale getirilmeye çalışıldı.

Aksi taktirde parlamenter sistemde -örneğin bir koalisyon hükümetinin kurulması gündeme geldiğinde- DEM ya da onun çizgisindeki partiler kilit konuma gelecekti.

Kaldı ki aceleye getirilen hükümet sistemindeki değişiklik siyasal sistemin dengesini bozdu.

Bugün Türkiye'nin batı dünyası ile ilişkilerinin kötü olmasının asıl nedeni de yine bu sorundur. 

Özellikle çok partili hayata geçişten bu yana Türkiye için güvenli bir liman olan batı bloku (ABD ve batı ülkeleri) ile ilişkiler, bizzat bu sorundan kaynaklı gün geçtikçe daha fazla yara almakta. 

Batı'yı dengelemek için Asya ülkelerine yönelindi. Türkiye şu anda uluslararası bloklar açısından arafta bir pozisyonda yer almakta.

Dolayısıyla yetmiş yıldır uluslararası ilişkilerde kendisi için oluşturduğu pozisyon büyük bir sarsıntı geçirmekte.

Tabii ki siyaset tek başına siyaset değildir. Batı ile ilişkilerin bozulması, demokratikleşememe durumu bu sefer yatırımların gelmemesi, para temini gibi ciddi ekonomik sorunları beraberinde getirmekte.

Bu yaşananlara paralel bir de bölgede son yıllarda beklenmedik gelişmeler olmakta.

Ortadoğu'da neredeyse devlet diye bir şey kalmadı. Irak bölündü; Suriye, Libya ve Yemen'de siyasal sistemler çöktü.

İran kendi içinde kaynıyor ve batının baskısı ile her an bir parçalanmayı yaşayabilir. 

Bu krizlerin sonucunda Irak'ta federe bir Kürt yapılanması çıktı ortaya.

Tarihsel deneyimler göstermektedir ki bir yerde iç savaş çıkmışsa eski düzenin geri gelmesi pek mümkün olmamakta. 

Öyle anlaşılıyor ki -uluslararası camianın desteği ile- Suriye'de de PYD'li ya da PYD'siz bir Kürt statüsü çıkacak ortaya.

Eğer buna İran da eklenirse Kürt sorunu bütünüyle Türkiye'nin kontrolünden çıkacak.

Özellikle Hamas meselesini kendisi için hayat memat meselesi olarak gören İsrail'e karşı Türkiye'nin duruşu iki ülke ilişkilerini -yıllarca düzelmeyecek şekilde- bütünüyle çıkmaza soktu. 
 


Şu anda mücadele ettiği Hamas ve Hizbullah'a karşı başarılı olduğu takdirde İsrail'in, Suriye'de Türkiye'yi zora sokmak için her tür çabanın içine gireceğini beklemek gerekir.

Dolayısıyla Kürt sorunu adeta bir ahtapot gibi devletin bütün hareket alanını daraltıyor ve Türkiye bundan çok büyük zarar görüyor; özellikle son yıllarda Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda.

Tekrar Bahçeli'nin DEM Partililer ile el sıkışmasına dönecek olursak.

Bahçeli'nin bu çıkışını belki de son 40 yıldır yaşanan bütün bu gelişmeler ışığında değerlendirmek gerekir. 

Dışarıdan Bahçeli ve çevresini Kürt sorununda en şahin kanat olarak görsek de ki öyledir, sonuçta bu çevrenin de entelektüel bir arka planı vardır. 

Bizler, sıradan vatandaşlar olarak, ekranın karşısında yapılan konuşmalardan hareketle siyasi çevrelerin duruşlarını belirliyoruz.

Bunun böyle olmadığını yine en güzel şekilde Bahçeli, Özgür Özel ile yaptığı ayak üstü sohbette itiraf etmişti.

Kuşkusuz bu, sadece Bahçeli için de geçerli bir tutum değil. 

Dolayısıyla Bahçeli ve onun parti kadrosu da yukarıda bahsettiğimiz gelişmelerin farkında. Kürt sorununun sadece mevcut yöntemlerle çözülemeyeceğinin bilincinde.

Bu tokalaşmadan bir çözüm sürecinin çıkacağını beklemek gerçekçi olur mu?

En iyimser ifade ile zamana yayılmış "düşük yoğunluklu" bir çözüm süreci gündeme gelebilir.

Yeni bir çözüm süreci olur mu olmaz mı o bir yana, bu tokalaşmanın sembolik bir önemi var.

O da Kürt meselesinde en şahin kanadın dahi yeni arayışlara girmek gerektiği yönünde bir irade ortaya koymuş olması.

İleride bu çevreden bu mesele ile ilgili daha başka sürpriz çıkışlar gelirse şaşmamak gerekir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU