Bir kitap fuarının üzerinden önemli bir sorgulama: "Kitap gerçekten çok mu önemli?"

Prof. Dr. Uğur Batı sordu; Tarık Tufan, Hakan Akdoğan, Pınar Eğilmez, Necla Feroğlu, Tamer Levent, Ebru Miller, Ebru Cündübeyoğlu, Merve Aydın, Mustafa Günen, Demokan Atasoy, Orkide Ünsür, Barış Erbil, Hasan Gümen, Cansu Karadeniz ve Selda Terek yanıtladı

Kolaj: Independent Türkçe

Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanıyım ve burada sanat, kültür, ikna, idealar ve düşünce patlamaları kaleme alıyorum.

O zaman, daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.


Bugün kitaplar hakkında yazacağım. Çok özel isimlerle özel bir sorgulama yapacağım ve "kitapları" kaleme alacağım.

Birçok değerli yazara, yayıncıya, editöre sorup kitap sorgulaması yapacağım. Buna vesile olan şey ise Kocaeli Kitap Fuarı oldu.

Ben, 25 kitabı olan bir yazar olarak beğendiğim kitap fuarlarını bir turizm seyahati gibi geziyorum.

Bunların arasında en özellerinden biri de Kocaeli Kitap Fuarı. Çok büyük, çok gösterişli, yaygın bir yayınevi katılımı, pek çok yazar ve geniş bir yelpazeden söz ediyoruz.


Kitap fuarlarının dünden bugüne gelişimi

Kitap fuarları, benim için kültürel hayatın önemli buluşma noktalarından biri olarak, insanları kitapla ve birbirleriyle bir araya getiren önemli organizasyonlardır.

Kitaplar, bilgiye ulaşmanın, düşünceyi genişletmenin ve entelektüel birikimi artırmanın temel araçlarıdır.

Tarihsel süreçte kitap fuarları, sadece kitap satışı ve alışverişin ötesinde, toplumsal bilinçlenme, kültürel mirasın aktarılması ve düşünsel zenginliğin paylaşılması açısından önemli görevler üstlenmiştir.

Özellikle 20'nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya genelinde yaygınlaşan kitap fuarları, hem yerel hem de küresel ölçekte kitapseverleri bir araya getiren etkinlikler haline gelmiştir.

Türkiye'de de kitap fuarları, 1980'li yıllardan itibaren ivme kazanarak, kitapseverlerin ve yazarların bir araya geldiği büyük organizasyonlar haline gelmiştir.

Özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde düzenlenen uluslararası kitap fuarlarının yanı sıra, Anadolu'nun birçok şehrinde de yerel ve ulusal çapta fuarlar düzenlenmektedir.

Bu fuarlar, sadece kitap satın alma imkânı değil, aynı zamanda yazarlık atölyeleri, imza günleri ve çeşitli edebi söyleşilerle de okuyuculara zengin bir deneyim sunmaktadır.


Kocaeli Kitap Fuarı'nı sordum, 14 yıllık yolculuk dediler!

Bu bağlamda Kocaeli Kitap Fuarı, Türkiye'de kitap fuarları arasında önemli bir yere sahiptir.

İlk kez 2009 yılında düzenlenen fuar, o tarihten bu yana büyük bir gelişim göstermiş ve her yıl binlerce kitapseveri ağırlayan, Türkiye'nin en büyük yerel kitap fuarlarından biri haline gelmiştir.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin öncülüğünde başlatılan bu etkinlik, 14 yıl boyunca kesintisiz olarak düzenlenmiş ve her geçen yıl daha geniş bir kitleye hitap etmeyi başarmıştır.

Kocaeli Kitap Fuarı, sadece yerel halkın değil, çevre illerden de geniş bir kitlenin ilgisini çekmeyi başarmış, özellikle Marmara Bölgesi'ndeki kitapseverler için önemli bir kültürel etkinlik haline gelmiştir.

İlk yıllarında sınırlı sayıda yayınevi ve yazarın katılımıyla düzenlenen fuar, yıllar içerisinde genişlemiş ve Türkiye'nin en önemli yayınevlerinin ve tanınmış yazarlarının katılımıyla büyük bir organizasyona dönüşmüştür.

2023 yılına gelindiğinde fuara katılan yayınevi sayısı 450'yi aşmış, 5 binden fazla yazar ve 1 milyonun üzerinde ziyaretçi ile devasa bir kültürel şölene ev sahipliği yapmıştır.

Türk yayın camiasının son yıllardaki en dinamik gücü olarak, diğer şehirlerimizde gerçekleştirilen kitap festivallerine rol model olmuştur.

Bu yıl Türkiye'deki kültür endüstrisine katkısı yaklaşık 250 milyon TL civarındadır.

Bu yıl, "Kâğıttan Dünyaların Keşfi" sloganıyla kitapseverlerle buluşacak olan fuarda, bu sene 530'u aşkın yayınevi, sahaf ve sivil toplum kuruluşu ile 980 söyleşi ve imza yer alıyormuş.

35 yerel yayınevi ve yaklaşık 175 yerel yazar bu büyük kültür şöleninde okurlarıyla buluşacakmış.

Kocaeli'nde üretilen edebiyatı, sanatı, düşünceyi ulusala taşımak Kocaeli Kitap Fuarı'nın yüklendiği ana pozisyonlardan biri olmuştur.

Ben de bir soru sormak istedim. Bir soru değil, pek çok soru! İlham verici sorular.

Kitaplar hakkında. Kitaplar gerçekten hayati mi?

Ana öğrenme aracımız kitaplar mı?

Onlarla mı eğleniyoruz? Hayal araçlarımız onlar mı?

İmgelemler oradan mı hareket ediyor?

Çocuklarımız kitaplarla mı gelişiyor?

Yeni teknolojiler içinde kitabın konumu ne olacak?

Bu soruları sorduk. Yazarlara sorduk. Editörlere sorduk.

Yayıncılara sorduk. Sanatçı-yazarlara sorduk. Üreten kısma sorduk.

Sonra da sadece okuyuculara sormak lazım belki de.

Şimdi aldığımız soruların cevaplarını listeleyelim.


Kitaplar: Gerçekten esas öğrenme araçları mı?

Türk yazar ve senarist, ilham verici Tarık Tufan bu konuda ne diyor?

Teknoloji geliştikçe, hayatımızı muhasara aldıkça 'bir şeylerin zamanının geçtiği' duygusu daha da kuvvetlenir. Dijitalleşme, insanın kendi varoluşuyla ve dışarıdaki dünyayla ilişkisini dönüştürecek kadar köklü bir süreçtir kuşkusuz.

Sadece araçları değil, insanın tahayyül ve tefekkürünü de başkalaştırır. Kitap sayfaları, e-kitaba, sesli kitaba dönüştü ve belki bugün henüz bilmediğimiz başka şeylere dönüşecek. Ancak bu değişimin 'asli ve geri dönülmez' ölçüde mutlak olduğunu iddia etmek için henüz erken. Zira insan, yaşadığı değişimlerin ruhunu tahrip etmesi durumunda geriye dönüp 'sahih, fıtri, öze dönük' olanı arayacaktır.

Dijitalleşme örneğin ilişkileri de dönüştürdü; fakat uzakta olanla iletişirken 'dokunamayan' insan bir zaman sonra bu yeni iletişim biçimlerinin kendisini 'hasta' ettiğini fark edip şifa peşinde koşabilir. Kitapların hayatımızdaki hayati yeri de bu dönüşümlere karşı direnecektir diye düşünüyorum.


Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazanan "Nü Peride"nin ardından "Gölge Yaşatan" ve "İlişmek" adlı romanları yayımlanan Hakan Akdoğan ne diyor?

Kitap, aslında temel olarak kurgu, kişinin zihninde kendi filmini çekme aracı. Kendisine dışarıdan bakmanın bir yöntemi. Kişi kendi dışına çıkıp kendisine dışarıdan bakmayı öğrenmedikçe kendisiyle ilgili doğru bir yargıya varamaz; zira yasalarını gerçeklikten alan ama kendi yasalarını oluşturan başka bir atmosfer.

Bildiğimiz gerçekliği yıkıp yeni bir gerçeklik kurma çalışması. Ama kurulan yeni gerçeklikle yıkılan gerçek gerçekliği açıklamanın başka bir yolu. Yokluğun varlığı. Okurun yokluğunu fark edip varlığını gördüğü, varlığını görmenin yokluğunu fark etmek olduğunu anladığı alan.

Yokluğun varlığının yokluğu. Hep olmanın hiç olduğunu anlamaktan geçiş. Fırlatıldığımız dünyada seçimlerimizle kendimizi var ediş. Amor fati. Dayatılmış kaderi değil, kendi ürettiğimiz kaderi seviş.

 
2017 yılında kendi imkânlarıyla bastırdığı "Uçan Tabut" adlı romanının ses getirmesi ve kendi okur kitlesini yaratmasını takiben "Tanık" adlı ikinci romanı ile ilgi gören değerli yazar Pınar Eğilmez şunu söylüyor:

Ben popüler kültürün benimsediği 'Teknoloji çağında, sanat tüketmek ve bilgi işlemek için kitaba artık ihtiyacımız yok' söylemine 'Tam da bu sebepten, teknoloji çağında yapay zekadan nörolojik yapılanma anlamında geri kalmamak için başka hiçbir forma değil kitap-form'a çok daha fazla ihtiyacımız var' diye cevap vereceğim.

Yapay zeka, veriyi çok hızlı işleyebiliyor. Ancak yapay zekanın eksik kaldığı en önemli alanlardan biri, insanın sahip olduğu yaratıcı düşünce, derin eleştirel analiz, sezgi ve duygusal zeka. Bu beceriler, başka pasif transfer formlarıyla değil, okuma süreçleriyle geliştirilen; zihinde yeniden yaratma, derin düşünme ve soyutlama yeteneklerine dayanıyor.

Aynı kitabı okuyan 1000 kişinin beyin görüntülemelerinde, farklı desenler oluşturmuş yeni nöral ağlardan bahsedebiliriz. Yani 1000 ayrı kitap! Okumak; film/haber/görsel medya araçlarına kıyasla, beynin bilgiyi pasif öğrenme üzerinden almasını değil, beynimizin eşsiz, yeni ve sonsuz nöral bağlantılar kurmasını sağlayan en önemli araç.

Okumak bizi dilde ve böylece kollektif bilinç ile bağlantıda tutan en önemli aygıt. Peki bu neden önemli? Pasif öğrenme araçları ile zihinsel kapasitemizin her geçen gün erozyona uğramaması için. Hele ki sosyal medya araçları ile dikkat aralığımızın ne kadar kısaldığı düşünülürse. Dikkat yoksa otantik düşünce yok, otantik düşünce yoksa yaratıcılık, çözüm, ilerleme hiçbir şey yok.

Bana en can alıcı gelen kısım ise yapay zekanın insan beyninin öğrenme süreçlerinden ilham alıyor olması. Yapay Zekanın derin öğrenmesi, nörolojik ağları taklit ederek geliştiriliyor! Yani yapay zeka, insan beynindeki sinapsların öğrenme sürecinde nasıl bağlantılar kurduğunu model alıyor. Yani kitap okumayı yapay zekaya bıraktık! Trajikomik bir durum.

Bana göre bu anlamda insanların nörolojik gelişimlerinin sürmesi için kitap okumaları, yapay zekanın gelişimiyle paralel ilerlemesi gereken bir süreç. Ancak okuma aracılığıyla beynin derin ve yaratıcı düşünme süreçleri beslenirse, insan zekası her zaman yapay zekadan farklı ve üstün beceriler geliştirebilir. Bu yüzden, kitap okuma sadece kültürel bir nostalji değil, insanın gelecekte de güçlü ve yaratıcı kalmasını sağlayacak tek yol.


Türkiye'nin en değerli editörlerinden, hatta bir editör efsanesi Necla Feroğlu ise şunları söylüyor:

Kitap çok şeydir ama her şey değildir!

Kitabı olan değil de kitaplarla haşir neşir, onların içinde, onlarla yoğurulan biri olarak onu kutsamıyorum ama diyorum ki, kitap bir moda akımı değil ki gelip geçsin, demode olsun; o hep var olacaktır, olmalıdır da. Ancak bırakın görsel sanatları, filmleri, belgeselleri, giderek hayatları ele geçiren dijital dünyayı da yadsıyamayız.

Evet, artık günümüzde belki 'temel' öğrenme aracı değildir kitap ve saydığım öteki araçlardan da özellikle gençler çok şey öğreniyor; ne yazık ki kısmen de olsa kitaplardan uzaklaşarak.

Kitap dışındaki dünyaya gömülmüş herkes özellikle de gençler her şeye rağmen biriciktir, bir tanedir hatta kum tanesidir ama Halil Cibran'dan (ç)alıntıyla söyleyeyim, umarım çölün bütün derdi üstlerine yığılmaz.

Kitap, hiç durmadan üstüne üstüne gelen bu sayılanlara karşı kılıcını kuşanmış direnmektedir ve başaracak, ayakta kalacaktır. Sonuç olarak:

Kitap, her şeye rağmen çok şeydir.


Yönetmen, sanat yönetmeni ve yazar, Devlet Tiyatroları eski yönetmeni efsanevi oyuncu Tamer Levent ise derinlikli bir bakış açısı getiriyor:

Kitap, bende çocukluğumdan beri bir kişiliğin temsilcisi olmuştur. İç dramatik aksiyon dediğimiz, durumların beyne kaydolması ve orada unutulmuş zannedilirken impuls ile dürtülmesine neden olup, duygu zannettiğimiz haz duyma etkisi ile beynime yeni farkındalıklar eklediğim sevincini yaratır. Buna bütünüyle katılıyor veya katılmıyor olmam gerekmez. Yani kitap bende yazarı ile konuşuyor etkisini yaratır.

Onun üç boyutlu hali, cümleleri takip edip nokta virgül ve ünlemler ile sanki bir müzik notasını çözer gibi yazarın ne demek istediğini anlamaya çalışmak. Ona katılmak ya da katılmamak. Katılmadığım zamanlarda bunun nedenlerini kendi kendime açıklamam veya bu açıklamaları yazıya dökmem. Kendi düşüncelerimi oluşturmaya çalışmam. Sonra kendimle hesaplaşmam gibi, süreçler yaşamama neden olmuştur.

Altını çizdiğim satırları, hatırlamak istediğim zaman o kitabı elime alıp, o satırlara ulaşıp tekrar kendimle tartışmam. Yazarının yaşadığı çağda yaptığı tespitlerin, bugün internet, yapay zeka ve beyin bilim çağında nasıl güncellenebileceğini düşünmem, bu etkileri yaratan kitabın nesnel olarak yanımda duruyor olması, veya kütüphanemin hangi rafında duruyor olduğunu bilmem ile, ben de, güven duygusu yaratır. Kendimi güncelleme çalışmalarımda, yeni düşünceler beynimde dolaşırken, geriye dönüp o kitaplar ile ve yazarları ile tartışabileceğimi düşünürüm.

Okuduktan sonra bu kitapların işi bitmez bende. Oynadığım tiyatro oyunlarının, sinema filimlerinin, dizilerin senaryolarını da basılı, teksir, olarak istemem de bu alışkanlıktan kaynaklanıyor belki. Dijital ortamda senaryo okumayı, tiyatro oyunu okumayı ve üzerinde çalışma yapmayı, zorunlu olmadıkça istemiyorum. Yani, kitap yazarının düşüncelerinin elle tutulur hali ve temsilcisi gibi geliyor bana.

Onun yazılması, basılması, raflarda yerini alması- süreçler ve ürün- olarak- bizlere ulaşması düşüncesi de beni etkiliyor. Süreç ve ürün formülünün, insanlık tarihinin yaşam dramalarını, durumlarını, sanatsallaştırdığını düşünüyorum. Tıpkı kitapların yazılma süreçleri ve basılı olarak önümüze gelmesi süreçleri gibi. Kil tabletlere, parşömene, sellüloza yazılan bu kitaplar, ürün olarak, bizlerinde değişim ve gelişmelerimize neden oldular. İnsanın gelişimi ve değişimini ürettiler. Düşünceyi, fikri ve zihniyeti ürettiler. Her birisi taşıdığı değer ölçüsünde sanat eseri oldular.


Çok tecrübeli yayıncı, önemli kitaplara aracılık etmiş olan Ebru Miller görüşleri ise şöyle:

Bizi biz yapan kitaplar olduğu için bence ana ogrenme amaci. Ozellikle dış hayata açık gözüken gerçek içedönükler için. Okuyarak hayal dünyamızı genişletmemize ve gerçek, gerçeküstü dünyalara ulaşmamızı sağlıyor. Sınırsızca imgelemeyi öğreniyoruz.

Teknoloji ve diğer her şeyi bildiğin ya da bilmek istediğin kadar öğreniyorsun, uyguluyorsun. Kitap ise sonsuz seçenek. Kitaplardan yeme kültürünü, eğlenmeyi, cinselliği, kadın olmayı, erkek olmayı kısaca bilmediğimiz bir hayatı öğreniyoruz.

Sonuç seni, beni bir çoğumuzu bugünlere belki de kalbimizin istediği yere götüren kitaplar. Özgürlük ve sınırsızlık diye düşünüyorum. Teknoloji kısıtlı oluyor bu zengin dünyada. Ana kaynak yazarların dünyaları. Dostoyevksi'nin sağladığı sorgulamayı hangi teknik gelişme sağlayabilir. Elbet sağlar ama insan izleyerek, okuyarak, imgeleyerek gelişir.


Yerçekimi ve yazı: dünyada yaşamı mümkün kılan iki şey.

Yeryüzünde her şeyi bir arada tutan yerçekiminim yaptığından hiç de farklı bir şey değil yazının yaptığı.

Dünya, gaz ve toz bulutundan evrilirken, insanlık da yazının, big bang'i mağara duvarlarına vurulan taşla başlamış, çivilerden daktilo vuruşlarına, matbaadan internete ivmelenerek bugüne gelmiştir.


Türk tiyatro, sinema, dizi oyuncusu ve ilham verici yazar Ebru Cündübeyoğlu ise tarihten geleceğe bir yorum getiriyor:

Yazı belirli işaretler kullanılarak kişiler arası görsel tabanlı iletişim kurulmasını sağlayan bir araç olarak tanımlanansa da bundan çok daha fazlasıdır. Yazı, insanlığa verilmiş soyutu somutlaştırabilme gücüdür.

Çevremize baktığımızda gördüğümüz her şey bir zamanlar birilerinin düşüncesiydi belki de duygusuydu. Yazıya bürünerek oldu, yazıya bürünerek aktarıldı, öğrenildi, anlaşıldı, bilindi ve kaldı. Mağara duvarından bu yana resim olur, şarkı olur, heykel olur, müzik olur, formül olur, kanun olur, bina olur, kurum olur, tarif olur, roman olur yani şekilden şekle girer yazı. Yani hayattır. En saf en organik haliyle bulacağımız yer de kitaptır.

Yazıyla aranıza ne kadar az insan girerse o kadar iyi olur. Kitaplar özelinde değerlendirecek olursak gelişen teknolojiyle sesli görüntülü türlü türlü dijital formlara bürünerek karşımıza çıksa da kitap, kitaptır. Üzerine teknolojik, yenilikçi ne geçirilirse geçirilsin yazının çekirdeğidir. İşlenmiş gıdaların olması bir meyveyi dalından koparıp yemenin tadını hiç değiştirmeyecektir.

Yazının halden hale geçişini pek çok yerde bizzat deneyimle şansına sahip yazan biri olarak şunu söyleyebilirim. Şarkı sözüm oldu söyleyenleri duydum, oyunum oldu kelimelerimin nasıl kana cana, kahkaha ve alkışa dönüştüğünü gördüm. Ama hiçbirinde, hiçbirine kitapla yakınlaştığım kadar yakınlaştığımı hissetmedim.

Okuyan taraftan bakınca da hayal gücümü en sınırsız kullanma imkanı bulduğum yer kitap. Daha bugüne kadar çok sevdiği bir romanın filmini beğenen kimseyi görmedim. Çünkü hiçbir film sizin hayal gücünüzle yarışamaz. Tabii ki çeşitli formları denense de çevirince sol sayfaları okumak zor olsa da, kollar yorulsa da, dolan kütüphaneler stoklama maliyetlerini arttırsa da yazının anayurdu kitaptır ve hep olacaktır.


Genç jenerasyonun gözde yazarlarından ve yazar koçluğu da yapan Merve Aydın ise deneyim üzerinden konuyu cevaplıyor:

Bu soru oldukça önemli ve kitapların modern dünyadaki yerini sorgulamak, gelişen teknolojilerle birlikte onların rolünün değişip değişmediğini anlamak adına değerli bir tartışma açıyor.

Benim görüşüm şu: Kitap, bir öğrenme aracı olmaktan öte, bireyin düşünme kapasitesini geliştiren, kendi hayal gücünü kullanmaya teşvik eden ve derinlemesine anlamlandırmaya olanak tanıyan bir form.

Teknolojinin sunduğu imkânlar ile bilgiye çok daha hızlı erişim sağlanabiliyor; belgeseller, filmler ve diğer görsel araçlar da bilgi sunuyor, ancak bunlar çoğunlukla tüketiciye verileni doğrudan kabul etme eğiliminde olan bir etkileşim biçimi yaratıyor. Kitaplar ise okuyucuya düşünme ve kendi yorumlarını yapma alanı tanıyor.

Belki de kitaplara olan sevgi biraz nostaljik olabilir, çünkü dijital dünyaya kıyasla daha yavaş ve sabırlı bir bilgi edinme sürecine dayanıyor. Ancak kitap, hala insana özgü bir deneyim sunuyor; derinlemesine okuma, düşünceyi süzme, kendi ritmiyle öğrenme. Bunu başka bir formatla tam olarak yakalamak zor.

Bu nedenle kitaplar, teknolojiler ne kadar gelişmiş olursa olsun, hâlâ öğrenmenin ve hayal gücünün güçlü araçları arasında yer alıyor diye düşünüyorum. Teknolojiyle birleşip yeni formlar alabilirler, ama tamamen kaybolacaklarını sanmıyorum.


Bir başka bakış açısı olarak ressam ve renklerin üstadı köşe yazarı Mustafa Günen soruyu hayaller üzerinden cevaplıyor:

Kitap, yalnızca içinde yazdığı her neyse o bilgilerin kayıtlı olduğu nesne değildir, aynı zamanda o bilgilere birincil derecede tanıklık eder. Bu da isteyene zaman sınırı olmaksızın o bilgileri doğrulama, yanlışlama ya da geliştirerek üstüne koyma şansı verir. Kitap olmasaydı bu şans olmazdı.

Elbette kitap olmadan hayaller kurabiliriz kurduk da, ancak hiç tanımadığı görmediği insanların hayallerinin orijinalinden haberdar olması kitap yoluyla olmuştur.  Kitap nesnel olarak çok şekil değiştirebilir ama misyonu hiçbir zaman değişmeyecektir.  

Kitap, bir bakıma beynimizin dışarıdaki ayna nöronlarına benzer. Ayna nöronlar genellikle taklit vicdan ve empati sağlayıcı unsur olarak bilinir ancak evrimsel birincil sebebi gördüğü bir hareketi kopyalarken gerektiğinde öğrenmeye zaman harcamasın diye o hareketi bir şema gibi teknik özellikleri ile kaydedip premotor'a gönderir. Böylece şeması hazır hareketi yaptığı gibi üstüne de bir şeyler koyabilme şansı verir.


Fantastik edebiyatın ilham verici kalemi Demokan Atasoy görüşlerinden kitap dünyasını açıyor:

Kitaplar, insanlığın tarih boyunca biriktirdiği bilgiyi, düşünceyi ve hayal gücünü aktarmanın en köklü yollarından biri olmuştur. Günümüzde teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte, bilgiye ulaşma ve içerik tüketme biçimlerimiz de değişiyor.

Ancak kitaplar, derinlemesine öğrenme, analitik düşünme ve empati kurma becerilerini geliştirmede eşsizdir. Dijital platformlar ve sesli kitaplar, kitaplara alternatif yollar sunuyor. Ancak basılı kitaplar, dokunsal deneyimi ve odaklanmayı teşvik eden yapısıyla hâlâ çok değerli.

Kitaplara nostaljik bir bakış açısıyla yaklaştığımız doğru; ancak bu, onların değerini azaltmıyor. Hatta, teknolojinin getirdiği hız ve yüzeysellik çağında, kitaplar derin ve odaklı düşünmenin sembolü haline geliyor.

Kitaplar olmadan hayal kurabilir miyiz? Belki. Ancak kitaplar, hayal gücümüzü besleyen, ona yön veren en güçlü araçlardan biri. Her kitap, farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor ve bizi kendi sınırlarımızın ötesine geçmeye davet ediyor. Bu yüzden, kitaplar her daim insanların temel öğrenme araçlarından biri olmaya devam edecek.


Korku, fantazya yazarı, yeni nesilde karşılığı olan Orkide Ünsür şöyle yorumluyor:

Kitap önemli bir öğrenme aracı ancak; bilginin aracından ziyade kaynağının doğruluğu dikkate alınmalı. Doğru bilgi, kitap bastırma olanağı bulamamış değerli bir araştırmacının sosyal medyadaki bir videosundan da gelebilir, hiç ödül almamış bir yönetmenin iğneyle kuyu kazarcasına yaptığı bir belgesel film çalışmasından da…

Ben özgeçmişim nedeniyle de görselliğe odaklı bir yazar olduğum için sinemanın, belgesel filmin gönlümdeki ve zihnimdeki yeri ayrıdır, özeldir. Öyle zamanlar olur ki bir kitap yazarının paragraflar dolusu kelimeyle anlatabileceği hikâyeyi, bir yönetmen, çektiği tek bir saniyelik görüntüyle insanın içine işletir, o kadar kelime kifayetsiz kalıverir.

Kurmaca/kurgu kitap açısından şöyle bir durum da var tabii; bir eseri okuyan her insan zihninde kendi hayal gücü, karakteri ve birikimiyle aynı satırlardan ayrı bir film çeker. Yani edebiyat, sinemadan çok daha farklı bir özgürlük ve imajinasyon imkânı sunar sanatseverlere.

Teknolojinin avantajlarını yadsımıyorum, sevdiğim tarafları var elbette ama dilerim basılı kitaplar bir gün tamamen ortadan kaldırılmaz, sayıları azalsa da varlıklarını sürdürmeye devam ederler, basılmışlar olanaklar çerçevesinde korunmaya alınır ve gelecek nesillere basılı kitabın nasıl bir şey olduğu unutturulmaz.


Sanat ekosisteminin önemli temsilcilerinden, köşe yazarı Barış Erbil, "Dijital Dünyanın Yetersiz Kaldığı Nokta" başlığı altında şunları dile getiriyor:

Özellikle görsel ve işitsel öğrenme dinamiklerinin mekanizmaları ve kaynakları doğrultusunda düşündüğümüzde; teknolojinin gelişmesi, olumlu yönlerinin yanında çok önemli soruları, sorunları ve tartışmaları da beraberinde getirdi.

Bütün bu değişime bağlı getiriler tartışıladursun; daha farklı bir perspektifte aslolan bir konuyu da gözden kaçırdığımız aşikâr: Olumlu olarak atfettiğimiz bu gelişim ve değişimler gerçekten 'olumlu' mu?  

Hayatımızı kolaylaştırdığını sandığımız değişimler yoksa odağımızı ve konsantrasyonumuzu biraz daha azaltıp zihinlerimizi tembelleştiren bir etki mi bıraktı hayatlarımızda?

Eminim ki bir çoğunuzun kitap okuma alışkanlıkları geriledi, sürekliliği azaldı ve odak süreleri düştü. Hepimiz yaşadığımız dönemde bunun gibi bir sorundan mustarip durumdayız. Sebebi ise aşikâr: öğrenme dinamiklerimizi yöneten kaynaklar artık çabuk tüketmeye ve oldukça ulaşılır bir şekilde 'ceplerimize' girmiş durumdalar.

Pratiklikleri ve erişilebilirlikleri tamamen öğrenme yetimizi teknolojik dijital aletlere çevirmiş durumdalar. Fakat, konsantrasyon disiplinimiz ve bir o kadar düşmüş durumda. Bu bağlamda bilgiden çok bilgide kalmak daha değerli hale geldi.

İşte tam bu noktada kitapların hala ana öğrenme aracı olarak hayatlarımızda neden olması gerektiğinin cevabını da vermiş oluyoruz; öz ve gerçek bilgiye zihin dağınıklığından uzak bir şekilde uzanmanın anahtarı kitap okumak olduğu için. Kitap okuma alışkanlıklarımız bizlere odak ve konsantrasyon disiplinini verirken, cebimizdeki teknoloji bu disiplinden bizi uzaklaştırmakta.

Görsel olarak zihnimizin en rahat olduğu subjektif imgelemeyi bize kitap okumak sunar ve en rahat şekilde bu sunum dahilinde öğrenir beynimiz. Sadece bir 10 sene önceki bilgiyi tüketme ve özümseme hızımıza ve kalitemize bakarak bile kitaplarla öğrenmenin, kitapla öğrenmenin ve kadar efektif ve doğal bir yol olduğunu görebiliriz. Nostaljik bir alışkanlıktan çok daha öte bir denklem bizi bu sonuca filhakika götürecek.


Yazar eğitmeni, köşe yazarı Hasan Gümen ise bir felsefeyi dile getiriyor:

Kitap, ana formunu -yani birbirini takip eden anlamlı fikirler bütünlüğünü- kaybetmediği sürece, ana düşünce aktarımı olarak kalacaktır ve kalmalıdır da.  Aşırı hızlanmış iletişim araçları nitelikli düşünce ve fikir üretimine tam bu sebeple sekte vuruyor.  

Her konu ya da başlık, kendi içerisinde derinleşmeyi hak eder. Kitaplar bize yalnızca daha sofistike derinleşme imkanı sunmuyor. Artık günümüzde insanlar kitapları okumak yerine kitap özetleri programlarını kullanıyor. Ancak bu nüansların kaybolmasına ve düşüncelerin iki boyutlu olmasına neden oluyor.  

Zaman ve sindirme faktörü yok oluyor. Eskilerin sürekli olarak söylediği 'üzerine bir yatıp uyuyalım' dediğimiz şeye izin vermiyor.  Bilgi ya da herhangi bir fikrin absorbe edilmesi, yalnızca o fikrin Matrix filminde olduğu gibi kafamıza bir anda yüklenmesi ile değil, o fikrin özümsenmesinin zamana yayılmasıyla da kayda değer bir şekilde oluşuyor.  

Benim görüşümce kitap, daimî olarak kalması için çaba sarfetmemiz ve hızlanan enformasyon bombardımanına karşı savunmamız gereken bir kaledir.


Genç neslin en önemli editörlerinden Cansu Poyraz Karadeniz yorumu ise kitapların yarattığı ihtimaller üzerinden oluyor:

Eskiden kitaplar, hayal gücünün en temel dayanağıydı çünkü insan zihni, görsel ve dijital uyarıcılardan neredeyse tamamen mahrumdu. Kitaplar, okuyucuyu pasif bir izleyici olmaktan çıkarıp, kendi evrenlerini inşa eden yaratıcı bir varlığa dönüştürürdü.

Yazarın sunduğu sınırlı ipuçları ve semboller, okuyucunun bilinçaltında sonsuz ihtimallerin kapısını aralardı. Bu yönüyle, kitaplar hayal gücünü yalnızca tetiklemekle kalmaz, aynı zamanda onu şekillendirirdi. Günümüzde teknoloji, hayal gücüne başka pencereler de açıyor.

Sinema, televizyon, video oyunları ve sanal gerçeklik gibi araçlar, görsel ve işitsel uyarıcılarla doğrudan zihnimize hitap ediyor. Ancak bu araçlar, hayal gücünü beslemekten çok, onu belirli sınırlar içine hapsediyor.

Her şey net, hazır ve önceden tasarlanmış durumda. Oysa kitap, okuyucunun zihin dünyasına tam anlamıyla özgürlük tanıyan, onu kendi yaratıcı sürecinin hâkimi yapan bir araçtır. Görsel medyada olduğu gibi, her şey belirlenmiş ve kurgulanmış değildir; kitap, okurun iç dünyasında yeniden yaratılır ve şekillendirilir.

Bu yüzden, kitaplar tek olmasalar da hala hayal gücünü besleyen en güçlü araç olmaya devam ediyor. Kitapları öğrenme aracı olarak değerlendirdiğimizde de dijital seçeneklerden farklılığı ortaya çıkıyor. Kitaplar, okuyucuya karmaşık ve çok katmanlı konularla yüzleşme, düşüncelerini derinleştirme ve öğrenme süreçlerini yavaşlatma fırsatı sunar.

Dijital içerikler genel olarak hızlı tüketim ve yüzeysel bilgi için tasarlanmıştır. Kitaplar ise zihni sabırla işleyerek, odaklanma ve derin düşünme süreçlerini teşvik eder. Bu, bilgiye kalıcı bir şekilde ulaşmak isteyenler için kitapları vazgeçilmez kılar. İşte bu sebeple, öğrenme ve anlama arzusunun olduğu bir dünyada, kitaplar kendilerine daima bir yer bulacaktır.


Bu uzun makalenin bitirişini uzun bir yorum ile yapalım.

Pek çok kitabın yazarı, yaratıcı yazarlık eğitmeni ve editör Selda Terek, geniş ve ilham verici bir değerlendirme yapıyor:

Kitap olgusuna, insan zihninin belli bir zaman dilimi içindeki tescili olarak bakar; kitabı, kaybolması muhtemel pek çok fikri, anıyı, hikâyeyi, bilgiyi, kurguyu, safsatayı kayıt altına alan bir derleme aracı olarak görürüm.

Peki amacı ne bu aracın?

Kimyasal/fiziksel/duygusal etki... Bir kitabı kaç kişi okursa o kadar sayıda değişik tepkime oluştuğunu iddia ediyorum. E bundan daha güzel bir zenginlik, diyalektik kaynağı, vizyon açıcı olabilir mi?

Her kitap faydalıdır demiyorum ama 'okumak eylemi', 'izlemek' ya da 'duymak eylemi'nden daha faydalıdır diyorum.

Bir kitaba atfettiğim değer ise iki yönlü: İçerik ve etki biçimi. Şimdi eğer soru şu ise cevap basit: Kitap hâlâ ana öğrenme aracı mı?

Bir yazar olarak sanırım bu konuda objektif değilim ve olmak da istemiyorum. İstiyorum ki süregelen şekil aynen devam etsin ve kitap hâlâ en önemli öğrenme aracı olarak kalsın.

Günümüzde teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, kitabın yerini alabilmiş bir mecra olmadığına inanasım var. Bunlar işin romantik boyutu. Bir de kitap okumanın pratik değeri var, o da şu: Kağıtlara kodlanmış, adına da 'yazı' denmiş karakterler (harf, rakam, imla işareti... vs.) ya da onca kelime ve cümlenin işlevi, sadece karşıya içerik geçirmek değil.

Eğer öyle olsaydı, 'yeni teknolojiler kitap okumamızı gerekli kılmıyor, biz yazarlar nostalji peşindeyiz' diyebilirdim. Oysa biliyorum ki kitaplar sadece içerik aktarmıyor, insana göz-beyin-algı üçgeninde, içinde acı payı da olan bir antrenman ortamı sunuyor.

Hayır, yanlış okumadınız, kitap okumanın içinde 'acı payı' var ve yapılan iş aynı spor yapmak gibi... Tıpkı eline aldığın ağırlıkların bir süre sonra kasını yırtarak geliştirmesi gibi kitap da beyni aktif bir eylem içinde tutuyor ve insana bütünü algılama, muhakeme yetisi, vizyon katarken bu antrenmanın bitiminde de tanımlanamaz bir haz bırakıyor.

Haz, bünyeye dahil edilen içeriğin etkisine üretilen tepkinin yanı sıra o antrenmanı bitirmiş olmanın da bıraktığı bir tat. Diğer mecralar (filmler, sesli kitaplar, 3D araçlar...vs.), içeriği kişiye çok daha etkin ve acısız bir yöntemle aktarabildiği halde, zihni farkındalıklı bir aktiflikte tutamıyor.

Nasıl ki TV'de bir spor müsabakası seyrederken senin kasın gelişmiyorsa, pasif bir eylemle içerik algıladığın zaman da senin zihni fonksiyonların (kitap okumaya kıyasla) gelişmiyor. Ayrıca zihin pasifken kolay manipüle ediliyor. Sorgulama yeteneği elinden alınıyor. Kısaca gelişmek için, içinde acı dozu olan o aktif eyleme ihtiyaç var. Bu konuda dünya çapında yapılmış araştırmalara internetten ulaşmak mümkün.

Bilim insanları, MRI taramalarını kullanarak, okumanın beyindeki karmaşık devreler ve sinyaller ağının güçlendirdiğini doğruluyor. Okuma yeteneğiniz geliştikçe de bu ağlarda daha güçlü snapslar görülüyor.

Ama farz edelim ki yapılan çalışmalar yanıltıcı ve bilim de aynı biz yazarlar gibi bu şahane okuma ritüelinin sonlanmasını istemiyor; o halde şunu sormak isterim:

Dünyadan kitapları yok etmek 'yazma' ve 'okuma' eylemini de yok eder mi?

Dijitalden okumak, kağıdın yerini tutar mı? Benim cevabım belli: Yok etmez, tutmaz...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU