Tüm G7 ülkeleri ve diğer bazı ülkelerin, görüşmelerin önünü açmak umuduyla Lübnan'da 21 günlük bir ateşkes için ortak bir çağrı yayımlaması, Batı ve Körfez'deki müttefiklerinin Ortadoğu'daki son tırmanışa ne kadar endişeyle baktıklarının bir göstergesi.
Elbette bu kadar çok sayıda ülke liderinin bu yılki BM Genel Kurulu için New York'ta bir araya gelmesi bir tesadüftü ve kısa sürede üst düzey toplantıların yapılmasını kolaylaştırdı. Ancak iradenin orada olması gerekiyordu ve öyleydi de.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un diplomasi denemesi de vardı ve bu çaba, ABD Başkanı Joe Biden'la ortak bir açıklama yaparak, İsrail'in kampanyasının iddia edilen amacı olan sivillerin evlerine dönmelerini sağlayacak bir çözüm çağrısında bulunmasıyla sonuçlandı.
Ancak bu çağrılar duymazdan gelindi. İsrail'in henüz işinin bitmediği yanıtını vermesi sadece birkaç saat sürdü. Başkan Benjamin Netanyahu, ülkesinin güçlerine "tam güçle" savaşmaya devam etme emri verdi. Bir hafta önce patlayan çağrı cihazları ve telsizlerle başlayan kampanya İsrail için şu ana kadar iyi giderken, neden devam etmesin ki?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Planlananın, İsrail'in söylediği gibi, sınırı güvence altına almak ve İsraillilerin geri dönmesini sağlamak için tasarlanmış sınırlı bir operasyon mu olduğu yoksa (tartışıldığı gibi) Bika Vadisi'ne kadar uzanan ve şimdiye kadar tahminen 600 kişinin ölümüne neden olan füze saldırılarının, Hizbullah diye bilinen İran destekli milisleri silahsızlandırmak ve hatta kökünü kazımak için tasarlanmış bir kara istilasının başlangıcı olup olmayacağı henüz belli değil.
Amaç ne olursa olsun (ve henüz karar verilmemiş olabilir), gerçek şu ki, İsrail halihazırda iki cephede savaşıyor (batısında ve güneyinde Gazze'de ve kuzeyinde Lübnan'da) bölge topyekün savaşa uzun yıllardır olmadığı kadar yakın. Savaşın Lübnan'ın güneyine yayılmasıyla birlikte, herhangi bir operasyonun yakın tarihten pek çok hayaleti görmemesi mümkün değil, ki bu hayaletlerin bazıları İsrail için hiç iyi değildi.
İsrail'in 20 yılı aşkın bir işgalin ardından Hizbullah'ı büyük ölçüde yerinde bırakarak Lübnan'ın güneyinden çekilmesinin üzerinden 24 yıl geçti. 6 yıl sonra, Hizbullah'ın bir dizi saldırısının ardından bir ay süren bir savaşla geri döndü ancak yine gerçek bir çözüm olmadı.
Zorlu tarih daha da geriye gidiyor. İsrail güçlerinin 1982'de Beyrut'taki Sabra ve Şatilla kamplarında Filistinlilere yönelik katliamına; ertesi yıl Beyrut havalimanındaki ABD kışlasına düzenlenen ve 250'den fazla ABD deniz piyadesinin ölümüne neden olan intihar saldırısına; ve Başkan Reagan'ın ertesi yıl ABD güçlerini çekme kararı almasıyla Lübnan'daki ABD askeri varlığının utanç verici sonu olarak görülen olaya kadar.
Geriye dönüp bakıldığında bu karar ABD'nin bölgedeki etkisinin azalmasının başlangıcı olarak görülebilir. Aynı zamanda (BBC'nin yakın zamanda çıkan belgeseli Corridors of Power'da olduğu gibi) Barack Obama'nın 30 yıl sonra Suriye'de belirttiği "kırmızı çizgileri" uygulamama kararına yardımcı olduğu da görülüyor. İddiasına göre gerçekten ne elde edilecekti?
Bölgenin topyekün bir savaşın eşiğinde olabileceğine dair tüm kanıtlara rağmen, bunun henüz gerçekleşmemesi için ikna edici nedenler var. Basitçe söylemek gerekirse, bölge içinde ve dışında bunun olmasını istemeyen ve bunu engellemek için ellerinden geleni yapan pek çok kişi (çoğu) var.
En barizi, 15 yıllık iç savaşın hatıralarının hâlâ taze olduğu ve siyasi ve demografik dengenin, bu dengede meydana gelebilecek herhangi bir bozulmanın kaosa yol açabileceği kadar kırılgan olduğu Lübnan'ın kendisi. Ülkenin bir bölümünün ve sınırlarının bir kısmının merkezi hükümetin kontrolü altında olmaması olağanüstü bir durum ancak Hizbullah'ın kalması tuhaf türden bir istikrarı teşvik ediyor.
Hizbullah'ın geçen yıl 7 Ekim'den sonra İsrail'in Hamas'a karşı başlattığı savaştan yararlanarak İsrail'in kuzeyine yönelik saldırılarını yoğunlaştırabileceği yönündeki korkular da milislerin kapasiteleri olmadığı ya da İranlı efendileri tarafından dizginlendikleri için gerçekleşmedi.
Diğer Arap devletleri de 7 Ekim'den sonra adım atmadı. Katar ve diğer Körfez ülkeleri çeşitli arabuluculuk girişimlerinde bulunsa da başarılı olamadı. Mısır ve Ürdün de, belki de kendi zayıflıklarından ya da Hamas'tan duydukları korkulardan ötürü, İsrail, Gazze'yi yerle bir ederken kenarda kaldı.
Avrupa ülkelerinin çoğu, Ortadoğu'da topyekün bir savaşla ilgilenmiyor. Sadece evlerine çok daha yakın bir savaşla meşgul olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda birçoğu seçmenlerini Ukrayna uğruna kemerlerini sıkmaları gerektiğine ikna etmekte her zamankinden daha fazla zorlanıyor. Ortadoğu'daki bir savaşın enerji fiyatlarında sebep olacağı yeni artış, ihtiyaç duydukları son şey.
Ortadoğu'da topyekün bir savaş da Başkan Biden'ın şu anda ihtiyaç duyduğu son şey. ABD yönetiminin 7 Ekim'den sonraki haftalarda, bölgedeki yeni istikrarsızlığı daha geniş bir bölgesel barışı formüle etmek için bir bahane olarak kullanma umuduyla Körfez ülkeleriyle yeni bir barış süreci başlatmayı hedeflediğine dair haberler çıkmıştı.
Bu yöndeki çabalar artık çok uzak görünüyor. Dahası, Biden ikinci dönem hedefinden vazgeçtiğine göre, aklında mirası ve (belki de ikincil olarak) kasımdaki seçimde Demokratların kazanma ihtimali var. Başkanlığının son sözü olabilecek ve Demokratları yenilgiye mahkum edebilecek Ortadoğu'daki bir yangın her ikisine de hizmet etmeyecektir.
Dar bir perspektiften bakıldığında, Birleşik Krallık'ın (BK) da bölgede savaşın yayılmasını engellemeye çalışmak için her türlü nedeni var. Bu sadece dikkatleri Ukrayna'dan başka bir yöne çekmekle kalmayacak (her zaman bir savaş yeterli) aynı zamanda İşçi Partisi'nin hükümete girişinin umdukları kadar sorunsuz geçmediği bir dönemde, İşçi Partisi milletvekilleri arasında Britanya'nın İsrail politikasına dair anlaşmazlıkları da yeniden canlandırabilir.
BK yurttaşlarının Lübnan'dan tahliyesi için yapılan aleni hazırlıklar, 2006'da aynı ülkeden BK yurttaşlarının tahliyesi için yapılan operasyonun yetersiz görülmesi nedeniyle son İşçi Partisi hükümetine yöneltilen eleştirilerin bir yerde farkında olunduğunu da gösteriyor.
Mevcut çatışmanın tırmanıp tırmanmayacağının anahtarı Tahran'da yatıyor olmalı. Şimdiye kadarki işaretler İran'ın çatışmanın yayılmasını bölgedeki herhangi bir ülke kadar istemediği yönündeydi. Ve bu Şam'daki diplomatik binalarına yapılan saldırı ve Tahran'da bir Hamas liderine düzenlenen suikast gibi provokasyonlardan kaynaklanmıyor.
Ancak İran'ın Ortadoğu'da bir savaşa dahil olmama kaygısının en açık ifadesi ancak bu hafta İran'ın yeni cumhurbaşkanının BM'de yaptığı konuşmada ortaya çıktı. Mesud Pezeşkiyan, İsrail'e ve ülkesini bu denli yoksullaştıran yaptırımlar nedeniyle Batı'ya standart saldırılarda bulunurken, söylediklerinin geri kalanı ve bunları söyleme şekli epey farklı bir mesaj vermek üzere tasarlanmış gibiydi.
İlk olarak Pezeşkiyan, Batılı kıyafetler içinde göründü. İkinci olarak, seçildiğini ve üzerinde durduğu reform platformunu vurguladı. İran'ın uluslararası bir oyuncu olmak istediğini belirtti ve (herkesin bildiği gibi seleflerinden en az birinin aksine) İsrail'in var olma hakkına açıkça izin verdi.
Tüm Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etmesi için referandum yapılmasını önererek şunları söyledi:
Bu mekanizma aracılığıyla Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin tek bir toprakta huzur ve barış içinde yan yana yaşayacağı kalıcı bir barışa ulaşabileceğimize inanıyoruz...
Son bir zeytin dalı olarak, yaptırımların gevşetilmesi karşılığında İran'ın nükleer anlaşmaya geri dönebileceğini söyledi. Sonuncusunu Donald Trump'ın sona erdirdiğine dikkat çekti. Sözlerini mesajının "dikkatle dinleneceğini" umduğunu söyleyerek bitirdi. Öyle de olmalı.
İran Cumhurbaşkanı'nın dini lider olmadığı ve onun bu konudaki sözlerinin son söz olmayabileceği yönünde itirazlar gelebilir. Ancak söylediklerinin hiçbiri kendini kapatmaya çalışan, hatta savaşa hazırlanan bir ülkeye işaret etmiyor.
Eğer İran ve bölgede çıkarları olan hemen her ülke daha geniş çaplı bir savaşa bu kadar açık bir şekilde karşı çıkıyorsa, geriye bu çatışmanın başladığı İsrail'le Hamas kalıyor.
Böylesine tehlikeli bir durumda, yanlışlıkla daha geniş bir savaşın patlak vermesi ya da İran'ın sabrını taşıracak şekilde kışkırtılması ihtimali göz ardı edilemez. Ancak İran'ın da dahil olduğu mutabakatın mevcut haliyle, bunun önlenebilme şansı kesinlikle var.
Independent Türkçe için çeviren: Çağatay Koparal
© The Independent