İslam dünyası çaresiz, peki çözüm ne?

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

İslam dünyasının şu an yaşadığı trajedi, gerçekten de içleracısı. Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Sudan’a kadar kadar 2 milyarlık İslam coğrafyasında sadece sıradan insanlar değil, hükümetler, yerel yönetimler ve devletler de kendilerini çaresiz ve güçsüz hissediyor. Bu yüzden de 2 milyar insanın yüreği acı ve öfkeyle dolu.

Bunun nedeni, 10 aydır Gazze’de süren müslüman katliamı, o da yetmezmiş gibi İsrail’in habire diğer müslüman ülkelere saldırması, devlet başkanlarını, diplomatları, üst düzey yöneticileri en acımsız ve insanlık dışı yöntemlerle öldürmesi, ortadan kaldırması.

Müslümanları kahreden, 200 küsür yıldır demokrasi, insan hakları, bireysel özgürlükler gibi konularda kendilerine ders ve akıl veren, eleştiren, kınayan Batı Uygarlığı’nın bırakın bu katliamı durdurmasını, aksine tüm imkanlarıyla katilleri desteklemesi ve teşvik etmesi. Ve buna karşın 52 bağımsız ülkeden oluşan koca bir dünyanın bir şey yapamaması, çaresizce çırpınması.

19. yüzyıldan itibaren işgal edilmeye ve sömürgeleştirilmeye başlanan İslam coğrafyasında Birinci Dünya Savaşı öncesinde Batı’nın işgal etmediği iki bölge kalmıştı; bunlardan biri Anadolu’nun çorak toprakları, ikincisi ise Afganistan’ın dağlık bölgeleri.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırlarını Batı’nın çizdiği pek çok müslüman ülke kuruldu ve bağımsızlığa kavuştu. Ama bu ülkelerin çok azı, bağımsızlıklarını gerçek bir mücadele sonunda elde edebildi. Çoğu ise Batı tarafından serbest bırakıldı. Aynı şekilde 20. yüzyılın sonunda Sovyet coğrafyasındaki müslüman cumhuriyetler de (Rusya içindeki otonom bölgeler hariç) bir bir tesadüf sonucu ve istemeden bağımsızlığa kavuştular.

Bağımsızlığa kavuşan müslüman ülkeler gelişmek, kalkınmak ve Batı’ya yetişmek için pek çok yola, yönteme ve çareye başvurdu. Batı’dan parlamento, demokrasi, seçimler, sendikalar,  fabrikalar, basın yayın gibi pek çok kurumu ithal ettiler. Ama bunların hiçbiri istenen sonucu vermedi.

Çünkü müslümanlar, Batı kalkınmasının gerisinde yatan felsefi düşünce, dünya görüşü ve hayat anlayışı ile ilgilenmek yerine sadece onun ürünlerini alarak kısa yoldan hedefe ulaşmak istediler. Böyle olunca da istedikleri sonucu elde edemediler.

Bu yüzden olsa gerek son 70-80 yılda Batı orduları ile karşılaşan müslüman orduları kumdan kaleler gibi dağıldılar. 1967 Arap-İsrail savaşı veya 1990’lar ve sonrasındaki birinci ve İkinci Körfez Savaşı, bunun en somut örnekleri. Bugün de aynı bozgunu İran yaşıyor.

20. yüzyılı laik ve dinci diktatörlükler, askeri darbeler, tek adam veya aile yönetimi ile heba eden İslam coğrafyası, 21. yüzyılda da eski hatalarından ders almış gibi görünmüyor, aksine bu coğrafyada insan hakları, demokrasi, bireysel haklar gibi değerler giderek zaman ve zemin kaybediyor. Oysa, müslümanları asıl kurtaracak olan, bu değerler  ve bunların sözde değil özde içselleştirilmesi.

Bugün İslam coğrafyasının en karanlık ülkesi olan Afganistan’dan en parlak ülkesi olan Türkiye’ye kadar hemen her köşesinde insanlar, Batı’ya gidip özledikleri gibi bir hayatı yaşama hayali kuruyor. İmkanı olanlar zaten gidiyor, olmayanlar bile yeryüzündeki cennete ulaşmak için imkanlarını zorluyor, hatta hayatlarını tehlikeye atıyor.

Bir an için yüz milyonlarca müslümanın özlemini duyduğu ve düşlediği hayatın İslam coğrafyasında tesis edildiğini düşünün. Fas’tan başlayıp Türkiye’ye, oradan İran ve Pakistan üzerinden Endonezya’ya kadar insanların gerçek anlamda demokratik ve hukuk devletinde yaşadığını, herkesin kanun önünde eşit olduğunu ve Kuran’da pek çok yerde tekrarlanan “işi ehline verin” ayetinin aynen uygulandığını düşünün.

Fas’tan kalkan bir yolcu Türkiye’de, İran’da, Pakistan’da veya Tacikistan’da ne ile karşılaşacağını bilse, başına olmadık işlerin gelmeyeceğinden emin olsa ve korkusuzca gezebilse. Tıpkı bir İsveçli’nin Londra’da, Paris’te, New York’ta veya Melborn’da kendinden emin rahat bir şekilde gezebildiği gibi.

Bu olduğu takdirde İslam coğrafyasında hayat cennete döner, kimse ülkesini terk etme ihtiyacı duymaz, belki de tersine bir göç başlar.

Batı tarafından itilip kakılan, işgal edilen, sömürgeleştirilen Japonya, Çin, Güney Kore ve Tayvan gibi ülkeler yaşadıkları acılardan iyi bir ders çıkararak tekrar ayağa kalkmayı başardılar. Bugün bu ülkeler Batı’ya teknoloji ürünleri ihraç ederek adeta tereciye tere satıyor.

Elbette Uzakdoğu ülkeleri demokrasiyi daha tam olarak içselleştiremediler. Ama içselleştirdikleri bir şey var: bilim, akılcı ve rasyonel düşünme. Bilimi ve aklı rehber edindikleri için hedeflerine kolayca ulaştılar.

Peki, aynı yöntemi, İslam Dünyası benimseyemez mi? Ne de olsa, aklın yolu birdir. Onları başarıya götüren bilimsel ve rasyonel düşünce tarzı, bizi de selâmete ulaştırabilir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU