50. Yılında Kıbrıs Barış Harekâtı dünyayı nasıl değiştirdi?

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

1. Kıbrıs’ın Stratejik Konumu

Bugün Akdeniz’de batmayan uçak gemisi olarak tanımlanan Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’de tarih boyunca stratejik öneme sahip olmuştur. Doğu Akdeniz Kıbrıs adasının sağladığı imkânlarla öne çıkmıştır. Doğu Akdeniz’de Mısır, Girit, Fenike ve Kıbrıs gibi çok eski uygarlıklar doğmuş ve bu durum Akdeniz’in bir medeniyet merkezi olmasına katkı sağlamışlardır. Bu bölgede Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi büyük dinler de doğmuş ve dünyaya yayılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce küresel bir savaş olan Kırım Harbi’nin (1853-1856) çıkış nedenleri arasında Doğu Akdeniz bölgesinde nüfuz sağlamaya çalışan batılı güçlerin amansız rekabeti vardır. 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Akdeniz-Kızıldeniz-Hint Okyanusu hattı batılı güçlerin daha çetin mücadelelerine sahne olmaya başlamıştır. İngiltere, 1878’de Kıbrıs’ı, Fransa 1881’de Tunus’u ve İngiltere 1882’de Mısır’ı işgal etmiştir. İtalya, bu emperyalist genişlemeye 1911’de Trablusgarp’ı işgal ederek dâhil olmuştur.

1897-1913 yılları arasında süren Girit sorunu, büyük devletlerin desteğiyle Yunanistan'ın bu adayı Atina’ya bağlamasıyla sonuçlanmıştır. I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’nun sınırlarının yeniden çizilmesiyle Doğu Akdeniz’in jeostratejik önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır.

II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan İsrail, Filistinli Araplar ile birlikte bağımsızlığını yeni kazanan Mısır, Ürdün, Irak ve Suriye gibi Arap ülkeleri arasındaki problemleri barışçıl yollarla çözme çabalarında başarılı olamamıştır. 1948, 1967 ve 1973 yıllarında savaşan İsrail, her seferinde sınırlarını genişletmiş ve 2020 yılı sonlarında altı Arap ülkesiyle barış anlaşmaları yaparak batılı güçlerin yayılma siyasetini bir başka noktaya taşımıştır.

2.Doğu Akdeniz Jeopolitiği

Doğu Akdeniz, Avrupa, Asya ve Afrika'nın birleşme noktasında bulunan ve hidrokarbon enerji kaynaklarının deposu konumunda olan yarı kapalı bir deniz havzası olması nedeniyle emperyalist güçlerin her zaman hedefinde olmuştur. Son 20 yılda yeni keşfedilen oldukça verimli hidrokarbon enerji kaynakları, Doğu Akdeniz’in jeopolitik ve jeostratejik önemini bir kez daha artırmıştır. Ortadoğu’daki yer altı zenginliklerinden olan doğalgaz ve petrol kaynaklarının önemli bir kısmı Doğu Akdeniz üzerinden dünya pazarlarına Süveyş Kanalı, Cebel-i Tarık Boğazı ve Türk Boğazları üzerinden sevk edilmektedir ve bu durum bu boğazların stratejik konumlarını göstermektedir. ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa bu bölgede söz sahibi olmak için büyük gayret göstermektedirler. Doğu Akdeniz, Ortadoğu’nun giriş kapısıdır ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük devletlerinin bölgede var olma çalışmaları hız kesmeden devam etmiştir.

ABD’nin Yunanistan’da askeri üst sayısının giderek artırması, Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika’yı kontrol etme stratejisinin bir parçasıdır. Rusya, Suriye’de üsler kurarak bölgede güçlü bir aktör haline gelmiştir. Çin, ekonomik yatırımlarını Orta Kuşak-Yol projesi ile artırmakta ve bu projeyle tarihi İpek Yolu’nu canlandırmayı hedeflemektedir. Almanya ve Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden bölgedeki çıkarlarını sürdürme politikalarına ağırlık vermektedirler. Ukrayna Savaşı sonrasında Rusya’ya uygulanan ambargolar, Doğu Akdeniz’in enerji kaynakları ve enerji nakil hatları bakımından jeopolitik önemini daha da artırmıştır. I. Dünya Savaşı sonrası bölgede petrol kaynaklarına göre çizilen sınırlar, günümüzde Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarına göre deniz sınırları çizme çabalarına dönüşmüştür. Sevilla haritası, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan sınırlarını daraltma amacını taşımaktadır ve bu, büyük güçlerin Türkleri enerji kaynaklarının dışında tutma çabasının bir parçasıdır.

Türkiye, geçmişte olduğu gibi bugün de bölgedeki büyük güçlerin faaliyetlerini ve amaçlarını yakından takip etmektedir. Bağımsızlığına yönelik tehditleri her zaman püskürten Türk milleti, günümüzde geçmişe kıyasla daha güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip olmanın bilinciyle hareket etmektedir.

3. Kıbrıs Sorununun Ortaya Çıkışı

Kıbrıs sorunu, 1878 yılından sonra adaya yerleşen İngiltere’nin emperyalist politikalarının doğurduğu bir meseledir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Kıbrıs Rumlarının Yunanistan'a bağlanma (ENOSİS) hedefiyle sorun daha da karmaşıklaşmıştır. Bu dönemde, Yunanistan’daki milliyetçi hareketlerin etkisiyle Kıbrıs Rumları, Türkleri adadan çıkarmayı ve adayı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan politikalar geliştirmiştir. Kıbrıs Türkleri ise her zaman bu politikalara karşı durmuş ve adadaki varlıklarını sürdürmek için mücadele etmişlerdir.

II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin adadan çekilmesi, Kıbrıs Türklerinin kendi kaderlerini tayin etme noktasında bekledikleri adil yaklaşımı tam olarak görmemelerine yol açmıştır. Bu dönemde, Rumların Türkler üzerinde baskı ve katliam politikaları uygulaması, Kıbrıs Türklerini hayatta kalmak için savunma teşkilatları kurmaya zorladı. Türklerin liderliğini yapan Dr. Fazıl Küçük, Kıbrıs Türklerinin sesini dünya kamuoyuna duyurmada önemli bir rol oynadı. Rumların Türklere karşı katliamları, dünya kamuoyunda ve Ortadoğu ülkelerinde Türklere yönelik pozitif yaklaşımlar doğurdu. Ancak 6-7 Eylül 1955 olayları, dünya kamuoyunun Türklerin aleyhine dönmesine neden oldu ve Kıbrıs Türkleri bu olaylardan büyük zarar gördü.

6-7 Eylül olayları, Kıbrıs sorununa çözüm arayışı için toplanan Londra Konferansı’nı da etkiledi ve konferans planlanandan önce sona erdi. Bu olaylar sonrasında, Türkler dünya kamuoyunda haksız olarak değerlendirilmeye başlandı ve Kıbrıs Türkleri üzerindeki baskılar arttı.

 

 4. Türkiye’nin Taksim Tezi ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Kuruluşu

Rumlar Enosis politikasını sürdürürken, Kıbrıs Türkleri bu politikaya karşı çıkmış ve adanın Türkiye’ye bırakılmasını veya adanın taksim edilmesini savunmuşlardır. İngiltere ise kendi çıkarlarını düşünerek taraflar arasında adanın paylaşılmasını yani taksim edilmesini tercih eden bir politika izlemiştir. 1956 yılında İngiliz Sömürgelerden sorumlu Bakan Alan Boyd, İngiltere Parlamentosu’nda self-determinasyon hakkını gündeme getirerek Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan arasında taksimini savunmuştur. Bu görüş, Türkiye’de Adnan Menderes ve muhalefetteki CHP lideri İsmet İnönü tarafından da desteklenmiştir. Bu doğrultuda, Türkiye’de “Ya Taksim, Ya Ölüm” sloganlarıyla Kıbrıs mitingleri düzenlenmiştir.

 

Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşu, Zürih ve Londra Antlaşmaları sonucunda gerçekleşmiştir. 11 Şubat 1959’da Zürih’te yapılan görüşmelerde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması kararlaştırılmıştır. 19 Şubat 1959’da Londra’da toplanan konferansta ise Kıbrıs Türklerini Fazıl Küçük ve Kıbrıs Rumlarını Başpiskopos Makarios temsil etmiştir. Zürih'te kabul edilen antlaşma, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan Garanti Antlaşması ve İttifak Antlaşması, Türk ve Rum taraflarınca kabul edilmiştir. İngiltere ise Kıbrıs'taki Dikelya ve Ağrotur askeri üsleri dışındaki toprakları Kıbrıs Cumhuriyeti'ne devrederek Kıbrıs'ın bağımsızlığını tanıyacağını açıklamıştır. Bu antlaşmalar sonucunda, Kıbrıs Cumhuriyeti federatif bir yapı olarak ilan edilmiştir. Cumhurbaşkanı Makarios olurken, Türkler de Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak Dr. Fazıl Küçük’ü seçmişlerdir.

Başlangıç itibarıyla paylaşımcı bir yönetim anlayışıyla adanın yönetilmesi fikri 1963-1974 yılları arasında Rumların tek taraflı yönetimine evrilmiştir. 1963 yılından itibaren Türkler yönetim ve devlet kadrolarından dışlanmışlardır.  Türkler ve Rumlar tarafından birlikte yönetilmesi gereken "Kıbrıs Cumhuriyeti"nde Türkler her türlü dışlanmaya maruz bırakılmış ve adada Rumlar baskın hale gelmiştir.

Rumların Enosis ve Türkleri sindirme politikaları nedeniyle Kıbrıs Cumhuriyeti çökmüştür. Rumların Türklere karşı şiddet eylemleri artmış ve BM Barış Gücü’nün devreye girmesine rağmen bu olaylar durmamıştır. 2 Haziran 1964’te Türkiye, Kıbrıs’a çıkarma yapma kararını açıklamış, ancak ABD’nin baskıları sonucu bu karar ertelenmiştir.

 5. Kıbrıs Barış Harekâtı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

Yunanlı milliyetçilerin desteğini alan Nikos Sampson, 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Makarios’a karşı askeri darbe yaparak Kıbrıs’ta Helen Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Bu darbe sonrasında,  Kıbrıs Türkleri açısından durum iyice zorlaşmış, Kıbrıslı Türklerin can güvenlikleri tehlikeye girmiştir. 20 Temmuz 1974’te Türkiye, Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başlatarak Kıbrıs Türklerini korumayı hedeflemiştir. Bu harekât, Türkiye’nin bölgesel ve küresel dengelerdeki gücünü ortaya koymuştur. Harekât sonucunda, Türklerin yaşadığı bölgeler güvence altına alınmıştır.

13 Şubat 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş ve Rauf Denktaş bu devletin ilk başkanı olmuştur. 15 Kasım 1983'te ise Kıbrıs Türk Federe Devleti, self-determinasyon hakkını kullanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ilan etmiştir. Bu devletin de ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş olmuştur.

Kıbrıs Barış Harekâtı, Rumların Türklere karşı katliamlar yapması ve Yunanistan destekli bir darbe ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ne son verilmesi sebebiyle uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru bir gerekçeyle yapılmıştır. 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları gereğince garantörlük hakkının kullanılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye’nin haklı olarak yaptığı bir harekât olmasına rağmen, Türk-Yunan ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Yunanistan’ın uluslararası alandaki etkili girişimleri sonucu ABD, Türkiye’ye dört yıl süren bir silah ambargosu uygulamıştır. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Yunanistan, 1980’den sonra kendisinin NATO’ya girmesini engellemeyen Ankara’ya karşı dostane olmayan politikalar izlemeye devam etmiştir. Atina’nın PKK, DHKP-C ve FETÖ’ye verdiği destekler de Ankara’nın tepkisine neden olmuştur. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, 1974 yılından itibaren Kıbrıs Türkleri güvenlik endişesi taşımadan özgürce yaşamaya devam etmektedir.

6. Mavi Vatan ve Kıbrıs

Türkiye, Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan sularının güvenliğini sağlama, yeni keşfedilen enerji kaynakları üzerindeki haklarını koruma ve uluslararası hukuka göre garantörlükten doğan KKTC halkının hak ve menfaatlerini muhafaza etme politikalarını benimsemiştir. Bu politikalar milli ve yapıcı niteliktedir. Türkiye, kaba güç kullanmadan bu hedeflere ulaşmayı amaçlamaktadır.

Buna karşılık, Enosis politikalarından vazgeçmeyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan, büyük güçlerin kışkırtmalarına açık bir tutum sergilemeye günümüzde de devam etmektedir. Eğer bu iki taraf, uluslararası hukuk, adalet ve hakkaniyet ilkelerine bağlı kalarak dostane çözümler arayışında olsaydı, bölgede huzur ve refaha katkıda bulunmuş olurlardı. Örneğin, 2004'teki referandumda Annan Planı'nı kabul eden KKTC gibi, Rumlar bu planı kabul etseydi, bugün Kıbrıs ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığı gibi konular daha kolay çözüme kavuşabilirdi.

Doğu Akdeniz ve Ege'deki adaların stratejik konumları, yüz ölçümleri ve sosyoekonomik kapasiteleri değerlendirildiğinde, Kıbrıs adası eşi benzere olmayan bir öneme sahiptir. 1878'de İngiltere'nin Kıbrıs'a yerleşmesi, ada tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. İngiltere’nin adayı yönetmeye başlamasıyla birlikte, Kıbrıs Rumlarının ana hedefi ENOSİS, yani adanın Yunanistan'a ilhak edilmesi olmuştur. Bu hedef, Yunan milliyetçilerinin baskısıyla şekillenmiş ve adadaki Türklerin varlığını sona erdirmeyi amaçlamıştır.

20 Temmuz 1974'te başlayan Kıbrıs Barış Harekâtı,  Cumhuriyet kurulduktan 50 yıl sonra, Türkiye'nin askeri güç ve kapasitesinin geliştiğini gözler önüne sermiştir. Bu harekât, Türk ordusunun sınırlarının ötesinde kazandığı ilk büyük zaferdir ve 1774'te Kırım'ın kaybıyla sonuçlanan savaşlar dizisinin sona erdiğini simgeleyen 30 Ağustos 1922 Dumlupınar Zaferi ardından taarruz ile kazanılan ikinci zaferdir. Kırım’ın kaybı, asırlardır Türk Yurdu olan bir toprak parçasının kaybı sebebiyle Osmanlı hafızasında derin yaralar açarken, Kıbrıs'taki zafer hem bölgesel hem de küresel dengeleri altüst etmiştir. Bu zaferin yankıları hala hissedilmektedir ve Türkiye'nin bölgedeki stratejik önemini vurgulamaktadır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Karpaz Burnu, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan bir işaret parmağı gibidir ve Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik değerini fiziksel olarak temsil eder. Kıbrıs, Ortadoğu'ya olan konumu, Doğu Akdeniz'in tam ortasında yer alması ve bölgedeki kontrol gücü nedeniyle tarih boyunca stratejik bir rol oynamıştır. Türkiye, Doğu Akdeniz'deki en uzun sahil şeridine sahip ülke olarak, bölgedeki enerji kaynakları ve enerji yolları üzerinde hukuki haklarını koruma gerekliliğini vurgulamaktadır. Türkiye’nin bu hakları koruyabilmesi ise büyüyen deniz gücü kapasitesine dayanmaktadır.

Kıbrıs, yalnızca coğrafi konumu nedeniyle değil, aynı zamanda tarih boyunca üstlendiği rollerle de dikkat çekmiştir. Adanın kontrolü, Doğu Akdeniz’in ticaret yolları ve stratejik noktalar üzerinde etkin olma anlamına gelir. Türkiye’nin bölgede etkinliğini sürdürmesi, enerji politikaları ve güvenlik stratejileri açısından kritik öneme sahiptir. Kıbrıs Barış Harekâtı da Türkiye'nin bu bağlamdaki kararlılığını ve askeri gücünü ortaya koyan bir dönüm noktasıdır. Bu harekât, Türk ordusunun bölgedeki etkinliğini ve kapasitesini göstermiş, Türkiye’nin bölgesel ve küresel stratejik dengelerdeki yerini pekiştirmiştir.

Sonuç olarak, Kıbrıs adası, 21.yy’da enerji, değişen bölgesel ve küresel dengeler, Doğu Akdeniz ve Ege’deki stratejik konumu ve tarihi rolü nedeniyle Türkiye Yüzyılı için vazgeçilemez bir öneme sahiptir. Türkiye’nin küresel bir güç olması ve bu bölgedeki haklarını koruyabilmesi, tarih boyunca olduğu gibi, güçlü bir askeri varlık ve stratejik derinlik gerektirmektedir. Bu bağlamda, Kıbrıs’ın önemi ve Türkiye’nin bu adadaki varlığı, tarihsel, stratejik ve jeopolitik perspektiflerden değerlendirilmelidir. Bugün Lübnan, Gazze ve Suriye’yi bombalayan Batılı uçakların ekseriyetle kalktığı yerin Güney Kıbrıs Rum kesimi ve İngiliz üslerinin burada olması adanın önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU