Sosyal demokrasi ve din ilişkisi

Ahmet Sunal Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Dan Salinger/Foreign Policy

Geçmiş dönemlerde olduğu gibi, günümüzde hâlâ Marksist sol ve sosyal demokrasi arasında ayrım yapılmadığı gözlemleniyor.

Oysa ikisinin hem teoride hem pratikte önemli farkları bulunuyor.

Sosyal demokrasi mevcut sistemi kabul edip onu halkın yararına iyileştirmeye yönelik düşünce yapısına sahipken, klasik Marksist ideoloji, devrimci metodolojisiyle sistemin tamamen yıkılıp, sınıfsız toplum ve kolektif mülkiyete sahip bir düzen hedefler. 

Sosyal demokrasinin çıkış kaynağı olarak değerlendirilen Almanya'nın sosyal demokratları ile Marksistler arasında tarihte sürekli bir çatışma yaşandığı ifade edilebilir.

Sosyal demokratlar genel olarak kapitalist sisteme reformlar uygulayarak sosyal adaleti sağlamayı amaçlamış, Marksistler ise sosyal demokratları düzene karşı ılıman yaklaşımlarından dolayı yargılamışlardır.

Örneğin Sovyetler Birliği'nin Kurucusu Lenin ile sosyal demokrasinin önemli teorisyenlerinden Karl Kautsky arasında fikirsel açıdan sert tartışmalar yaşanmıştır.

Genel olarak bu çatışmaların ana sebebi, sisteme evrimsel veya devrimsel yaklaşımın mı uygulanacağı arasındaydı. 

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise Alman sosyal demokratlar, materyalist Marksist solu veya Leninizm'i antidemokratik ve totaliter olarak sınıflandırarak, parti programında bu görüşe karşı sınırlarını net bir şekilde gösterdiler.

Dönemin şartlarıyla uyumlu politikalar geliştiren SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), dine karşı tutumunu da demokratik yelpazede değerlendirdi.

Avrupa'nın en köklü sosyal demokrat partisi ve sosyal demokratların yol göstericisi SPD, 1959 yılında yayımladığı Godesberg Programı'nda, kilise ve dini topluluklarla iş birliğine hazır olduklarını belirtti, ancak dini inanışların anti demokratik ve menfaat amaçlı kullanılmamasını da ayrıca vurguladı.

Sosyal demokratlar verimli bir toplum için karşılıklı hoşgörüye dikkat çektiler.

Yani Marksizm'in materyalist bakış açısındaki din olgusu, egemen sınıfın mevcut toplumsal düzendeki hakimiyetini sürdürme açısından bir enstrüman olarak değerlendirilirken, sosyal demokrasi anlayışında ise din, demokratik çerçevede herkesin özgürce ve kimseye zarar vermeden yaşayabileceği bir fenomen veya değerdir.

Kısaca sosyal demokrasi ve din olgusu arasında bir çatışma değil, demokrasiyi güçlendirme adına barışçıl bir ilişki mevcuttur. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dönemimiz küresel sistemden örnek verecek olursak, dini görüşleri ötekileştirmenin, kutuplaştırmayı artırmakla beraber radikal eğilimleri de çoğalttığı anlaşılıyor.

Bu da kırılgan neoliberal paradigmanın demokratik yapısına zarar veriyor.

Örneğin Netanyahu'nun Gazzelilere uyguladığı zulme karşı çoğu Batılı devlet yönetimlerinin sessiz kalması demokrasiye karşı güvenin azalmasına neden oluyor.

İşte burada sosyal demokrat aktörler, Netanyahu'nun uyguladığı soykırıma karşı demokratik duruşlarıyla, farklı toplumlar ve görüşler arasında uzlaşma sağlayarak hem dünya barışını tekrar tesis etmeliler hem de İsrail başbakanının yargılanmasını sağlamalılar.

Böylece radikalleşmenin önüne geçilerek demokrasiye tekrar güven oluşturulabilir. 

Şu an çoğu devletlerde, demokrasinin merkezi olarak değerlendirilen Batılı devletlerde bile derin kutuplaşmalar bulunuyor.

Toplumların kutuplaşması ise radikalizmi artırarak demokratik sistemin arızalanmasına neden oluyor.

Sosyal demokratlar ise bu kutuplaşmaya acil çözüm üretmeliler.

Çözüm politikası ise demokratik zeminde farklı görüşleri birleştirmek olmalı.

Eğer bir ülkenin farklı görüşleri veya ideolojileri demokratik platformda uzlaşabilirlerse, dünyadaki etik dışı anti rasyonel gidişata karşı önlemler alınabilir.

Yoksa her ülke kendi kutuplaşmasıyla uğraşarak, Netanyahu gibi bir aşırı sağcının istediği gibi hareket etmesine yol açar.
 


Türkiye burada diğer ülkelere rol model olabilir.

CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel'in birleştirici politikaları, sosyal demokrasinin temel ilkelerinden olan dayanışmayla uyumlu.

Aynı şekilde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu'nun dini referanslı söylemleri de.

Kütahya Belediye Başkanı Sayın Eyüp Kahveci'nin Ayasofya'da görevli Kütahyalı din görevlisini ziyaret etmesi de sosyal demokrasinin toplum politikalarının pratik alana gerçekçi yansımasıdır.

Türkiye'nin toplumsal fay hatlarının ve böylece dış politikada etkisiz hale getirilmesi açısından en hassas veya kırılgan alanı, seküler ve din hassasiyetli görüşlerin çatışmasını sağlıyor.

Sosyal demokratik ilkeler doğrultusunda burada yapılması gereken farklı görüşlerin demokratik bir zeminde uzlaşı sağlamasıdır.

Çünkü küresel alanda dönemin en büyük ihtiyacı, kutuplaşma fenomenine karşı, karşılıklı hoşgörü ve saygı anlayışıdır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU