9 yıl önce, o zamanlar Arap olmam ve Zanzibar'dan gelmem dışında kökenim hakkında hiçbir şey bilmeyen çocuklarımın öğrenmesi için bazı gerçekleri yazma fikri aklıma geldi. Bedenen ve zihnen bitkin düşmüştüm.
O zamanlar onlar büyüyene kadar yaşamayı beklemiyordum; gençliğimde yaşadıklarımı ve kaderimin gidişatını çocuklarıma sözlü olarak anlatabileceğimi de hiç düşünmemiştim. Bu nedenle hikâyemi kâğıda dökmeye karar verdim.
Anılarım ilk başta herkes için değil, onları sadık anne sevgisinin bir mirası olarak bırakmak istediğim çocuklarım içindi. Ancak sonunda, arkadaşlarımın ısrarlı ikna çabaları sonucunda yayımlanmasına razı oldum.
1844 yılında Umman Sultanı Seyyid Said'in Çerkes cariyesi Jilfidan ile birlikteliğinden (Umman Sultanlığı'nın merkezi) Zanzibar'da dünyaya gelen Prenses Salme'nin, "Bir Arap Prensesin Anıları" (Memoiren einer arabischen Prinzessin) isimli otobiyografisi işte bu satırlar ile başladı.
Salme (Salama bint Said) anılarını kendi ifadesiyle, çocuklarına olan sevgisinin bir mirası olarak kaleme alırken eşini çok genç yaşta kaybettikten sonra kimsesiz ve parasız kaldığı için, bu eserinden ekonomik bir fayda kazanmayı da umdu.
Almanya'da yaşadığı süre boyunca özlem duyduğu toprakları, yani Doğu'yu Batı toplumuna doğru bir şekilde tanıtmayı amaçladı.
Afrika'dan Avrupa'ya uzanan çalkantılı bir hayat
Çok sevdiği ve saygıyla andığı babasını küçük yaşta kaybeden Salme, abilerinin taht kavgası sırasında zorlu bir seçim yapmak zorunda kaldı.
Abisi Mecit'in 1856 yılında tahta geçmesinin ardından diğer abi Bargaş (annesi Habeşli cariye) ve Mecit (annesi Çerkes cariye) arasında yaşanan güç savaşında Salme, Mecit'e daha yakın hissetmesine rağmen, kardeşlerinin etkisiyle Bargaş'ın yanında yer aldı.
Henüz 15 yaşındayken onun kâtibi olarak görev yaptı.
Ancak Bargaş'ın saltanatı kısa sürdü ve Salme tahtın yeni varisi Mecit'e teslim oldu.
Bu kararının ardından tüm kardeşleri tarafından dışlanan prenses, annesinin de ölümüyle birlikte yapayalnız kaldı.
Sarayın dışına çıkarak Zanzibar'da yaşayan yabancılarla, bilhassa Avrupalılarla vakit geçirmeye başladı.
Salme, genç bir Alman tüccara gönlünü kaptırdıktan sonra tüm hayatının değişeceğinden habersizdi.
Elbette bu ilişki o dönemde hiç kimse tarafından hoş karşılanmadı.
İlişkiyi öğrenen Sultan Mecit, hamile kardeşini umre (ya da hac) için Suudi Arabistan'a göndermek istedi ancak Salme yasak ilişkisinden ötürü yolda infaz edilmekten korkarak bir İngiliz doktorun eşinin yardımıyla gizlice Yemen'e kaçtı.
Salme bebeğini Yemen topraklarında dünyaya getirdikten kısa bir süre sonra kaybetti.
Kimliğinden sıyrılmak istercesine Aden'de din değiştirip Hristiyan olan Prenses Salme "Emily" ismini aldı.
Hatıratında bu değişimi "Evimi bir Arap kadını ve iyi bir Müslüman olarak terk ettim, peki şimdi neyim? Kötü bir Hristiyan ve yarı Alman" ifadeleriyle tasvir edecekti.
Alman tüccar Rudolph Heinrich Ruete kısa bir süre sonra Salme'nin yanına Yemen'e gitti.
İki genç, Aden'de evlendikten sonra Almanya'nın Hamburg şehrine yerleşmek üzere ülkeden ayrıldılar.
Prenses 3 çocuk dünyaya getirdiği Almanya'da, çok sevdiği ve uğruna tüm hayatını değiştirdiği eşini bir trafik kazasında kaybettiğinde henüz 26 yaşındaydı.
Zanzibar'a dönmek yerine, tüm zorlukları göze alarak çocuklarının Avrupa'da eğitim almasını ve yaşamasını tercih ederek Almanya'da kaldı.
İlk yıllarda bazı mücevherlerini satarak hayatta kalmaya çalıştıktan sonra Arap ve Svahili dillerinde özel dersler vererek geçimini sağladı.
Hem ismini temize çıkarmak hem de kendisine miras kalan Zanzibar'daki arsaları elde edebilmek için Alman devletiyle sıkça temas kurdu.
Almanya'da yaşadığı sıkıntılara dair İmparator William ve Otto van Bismarc ile yaptığı tüm resmî yazışmalar neticesiz kaldı.
Ortadoğu yılları
1888 yılında ailesiyle birleşmek umuduyla Zanzibar'ı ziyaret etti.
Ancak kardeşi Sultan Bargaş'ın düşmanca tavrı ve Alman hükümetinin oğlunu Zanzibar'a göndermemesi üzerine kendisine yeni bir yer seçti: Ortadoğu.
4 yıl Filistin'in Yafa şehrinde yaşadıktan sonra 1892 yılında Beyrut'a yerleşen Salme, ana dilini konuşabildiği ve ötekileştirilmediği için ne denli huzurlu olduğunu, hatıratında "Avrupalı ve Arap kimliği arasında bir seçim yapmak zorunda kalmaksızın yaşadım" ifadeleriyle anlattı.
(Salme'nin Ortadoğu'daki anılarını yazdığı "İki Dünya Arasında Bir Arap Kadını" isimli kitabı da 100 yıl sonra 1992 yılında basılacaktı.)
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kendini güvende hissetmeyerek tekrar Almanya'ya dönmek zorunda kaldı.
Döndükten 4 yıl sonra, 1924 yılında 80 yaşında iken hayata gözlerini yumdu.
Salme'nin cenazesi hep yanında taşıdığı rivayet edilen bir avuç Zanzibar toprağıyla birlikte Hamburg'taki aile mezarlığına defnedildi.
Mezar taşında Salme'nin altın harflerle Arapça imzası bulunuyor.
Prenses Salme'nin hatıratında Avrupa'da geçen yıllarını anlatırken kullandığı dil, kardeşleri tarafından dışlanmasının ve annesinin ölümüyle boğulduğu yalnızlığın etkisiyle bir Alman gencin aşkında bulduğu teselliye çok uzun süre tutunamadığını düşündürüyor.
Salme'nin Aden'e ayak basar basmaz dinini ve ismini, onu dışlayıp yalnız bırakanlara bir tepki olarak değiştirmiş olması muhtemel.
Zira özlemini dile getirmekten çekinmediği eski hayatının içinde İslam dininin önemli bir payı olduğu, anılarında İslam'ı Batı'ya doğru bir biçimde anlatmak için verdiği amansız çabada açıkça görünüyor.
Kaynaklar:
https://digital.library.upenn.edu/women/ruete/arabian/arabian.html
https://www.jstor.org/stable/10.3366/j.ctv32vqh22.9?searchText=emily+ruete&searchUri=%2Faction%2FdoBasicSearch%3FQuery%3Demily%2Bruete&ab_segments=0%2Fbasic_search_gsv2%2Fcontrol&refreqid=fastly-default%3A8ac1990dc09736387294896e964f7935&seq=9
https://ch-gender.jp/wp/?page_id=13575
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish