Türkiye'de enflasyon kısa vadede iner mi?

Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Slate

Yüksek enflasyon, bir ülkenin ekonomik alanda yaşayabileceği en büyük sıkıntılardan biridir.

Enflasyonist bir ortamda, paranın değerini yitirmesine bağlı olarak alım gücü azalır, parasal varlıklar erir, -mal ve hizmetlerdeki fiyatlar sürekli artığından- harcama eğilimi artar, gerçek olmayan karlar ortaya çıkar, ekonomideki hemen tüm rakamlar gerçeklikten uzaklaşır.

Çünkü, enflasyonist bir ortamda paranın nominal değeri (paranın üzerinde yazılı olan değer) ile gerçek değeri artık aynı değildir; paranın satın alma gücü nominal değerinden düşüktür.

Dolayısıyla, parayla ifade edilen tüm kıymetler gerçek değerlerinden farklıdır.

Enflasyonun belki de tek kazananı, -uygulanan faizin enflasyondan düşük olması şartıyla- bireysel borçlulardır.

Bu nedenle, yüksek enflasyon dönemleri aynı zamanda borçlanma dönemleridir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Her ülkede enflasyon farklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir.

Ancak, son döneme ilişkin küresel bir değerlendirme yapmak gerekirse, yaşanan yüksek enflasyonun ana nedeni, pandemi nedeniyle devletlerin izlediği -piyasaya bol miktarda para arzını içeren- kamu maliyesi politikaları ile yine pandeminin yol açtığı tedarik zincirindeki kopuş ve/veya zorluklardır.

Pandemi etkilerini görece azaltmışken çıkan Rusya-Ukrayna savaşı, toparlanmaya izin vermeden ülke ekonomilerine yeni bir darbe vurmuştur.

Enerjinin her türlü üretimin girdisinde bulunması, enerji fiyatlarındaki yükselmenin her tür mal ve eşya fiyatına doğrudan yansımasına neden olmuştur.

Buna bir de tedarik zincirinde savaş nedeniyle yaşanmakta olan diğer sıkıntılar ve gıda fiyatlarında artış eklenince, enflasyon pek çok ülkede aşırı yükselmiştir.

Nitekim, mali teşviklerin parasal genişlemeden daha fazla enflasyona yol açtığını ileri süren ekonomistler olsa da Friedman'cı bir bakış açısıyla, "enflasyon her yerde ve her zaman parayla ilgili bir fenomen"dir (enflasyonun parasallığı teorisi - the monetary theory of inflation). 

Hükümetler genel itibariyle piyasadaki bol parayı çekerek enflasyonla mücadele etmektedirler. Piyasada para az olduğunda, harcamalar da az olur.

Yani, mal ve hizmete olan talep azalır, talep az olduğunda -kural olarak- fiyatlar artmaz. Böylece enflasyon azalır.


Merkez bankalarının temel görevi, fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu görevlerini yerine getirmede, para politikası araçlarına sahiptirler.

Gerek ABD Merkez Bankası ve gerek Avrupa (Birliği) Merkez Bankası, bir para politikası aracı olan "faiz"i kullanarak enflasyonla mücadele etmektedir.

Faizler yükseltilerek tasarruf cazip hale getirilmekte ve böylece harcamaya ayrılan para azaltılmaktadır.

Çünkü, elde edilen gelir sadece iki şekilde kullanılabilir: ya tasarruf edilir/yatırıma yöneltilir ya da harcanır.

Enflasyon aynı zamanda beklentiyle de ilgili olduğundan, yani gelecekte mal ve hizmetlerin fiyatının artmayacağına (/ham madde, yarı maddenin ve tam maddenin aynı fiyattan alınabileceğine) inanılması halinde, tüketiciler zorunlu olanlar dışındaki harcamalarını erteleyeceği üreticiler/tacirler ise fiyatlarını arttırmayacağı için, toplumun gelecekte enflasyonun azalacağına inanması çok önemlidir.

Üstelik enflasyonun düşeceği beklentisi, daha düşük faizle sonuç alabilmeye de hizmet eder.

Böyle bir beklenti, yetkili mercilerin enflasyonla mücadele konusundaki kararlı söylemleri ve bu söylemleri destekleyen eylemleriyle yaratılabilir. ABD'de ve AB'de yapılan budur.

Türkiye'deki duruma gelince, para arzı ana faktör olarak değerlendirilebilir.

Ancak, para arzına yol açan etkenler sadece pandemi ve Rus-Ukrayna Savaşı nedeniyle bozulan tedarik zinciri ile enerji ve gıda fiyatlarındaki yükselme değildir.  

Zira, Türkiye'de daha pandemi öncesinde çift haneli bir enflasyon mevcuttu, 2018'de TÜFE yüzde 20,30'du. 


Türkiye'de ülke parasına olan güven zayıf olduğu için, döviz her zaman -gerek ticari hayatta ve gerek tasarrufta- ikinci bir para cinsi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gerek siyasi krizler ve gerek -Merkez Bankası'nın faiz indirimler başta gelmek üzere- uygulanan ekonomi politikaları dövizde inanılmaz bir yükselişe yol açmıştır.

2019 başında 5,32 TL, 2020 başında 5,94 TL, 2021 başında ise 7,35 TL civarında olan USD, 2021 sonunda 13,31 TL olmuştur.

Döviz fiyatlarındaki yükseliş, ithalatı ihracatından daha yüksek olan ve ihraç ettiği malların üretiminde ithal ara mallar kullanan Türkiye'de fiyat artışına yol açmıştır.

TÜİK verilerine göre, 2020'de yüzde 14,6 olan TÜFE, 2021 sonunda yüzde 36,8'e çıkmış, 2022'de ise yüzde 64,27'e ulaşmıştır.

2023 yılı genel seçimler yılı olduğundan, seçim ekonomisi uygulanmaya başlanmıştır.

Şubat ayında yaşanan büyük depremler de buna eklendiğinde, piyasadaki para arzı çok genişlemiştir.

Nitekim, TÜİK verilerine göre, Temmuz 2023 itibariyle yıllık ortalama enflasyonu yüzde 57,45'dir; 29.08.2023 tarihi itibariyle 1 USD ise, 26,53 TL'dir.

Dolayısıyla, Türkiye'de, dolarizasyon, devalüasyon, ithal girdilerin üretimdeki yüksek payı nedeniyle maliyet artışı, maliyet artışından kaçınmak için yapılan stoklama nedeniyle talebin artması, uygulanan seçim ekonomisi, depremler nedeniyle ortaya çıkan kamu harcamaları da enflasyonun nedenleri arasındadır. 
 


2023 genel seçimleri sonrasında, Türkiye'de yeni kurulan Hükümet enflasyonla mücadeleye önem veriyor görünmektedir.

Ancak, 24.08.2023 tarihinde Merkez Bankası'nın faizi 5 puan birden artırarak yüzde 25'e çıkarmasına kadar, enflasyonla mücadelede ağırlıklı olarak maliye politikası araçları özellikle de vergileri kullanılmayı tercih etmiştir.

Böylece, bir yandan açık veren bütçenin gelir ihtiyacının karşılanması, diğer yandan emeklilikte yaşa takılanlar, asgari ücrette artış, sosyal yardımlar gibi kamu harcamalarıyla piyasada bollaşan paranın geri çekilmesine hizmet edilmiştir.

Şöyle ki; seçimler öncesinde getirilen ek kurumlar vergisinin yanına ek motorlu taşıtlar vergisi eklenmiştir.

Bununla yetinilmemiş, bazı kurumlar vergisi istisnaları kaldırılmış ve kurumlar vergisi oranı beş puan artırılmıştır.

KDV genel oranı ilk defa yüzde 18'den yüzde 20'ye ve indirimli oran ise yüzde 8'den yüzde 10'a çıkartılmıştır.

ÖTV'de I sayılı listede yer alan mallar (akaryakıt, doğal gaz, LPG, bazı çözücü ve yağlar) üzerindeki ÖTV tutarının her altı ayda bir YÜFE oranında kendiliğinden artması ve Cumhurbaşkanı'nın bu mallar üzerindeki ÖTV tutarını, en yüksek maktu vergi tutarının beş katına kadar artırabilmesi kabul edilmiştir.

ÖTV III sayılı listedeki mallar (içecekler ve tütün mamulleri) için bu otomatik artış zaten vardı.

Bunların yanı sıra, tüketici kredileri üzerindeki banka ve sigorta muameleleri vergisi ile şans oyunları vergisi iki katına çıkartılmış, pek çok harç aşırı yükseltilmiştir.

Yapılan tüm vergi düzenlemeleri yoluyla elde edilmesi beklenen tutar, 1,1 trilyon TL'dir.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz temmuz sonunda yaptığı bir açıklamada, 2023 sonuna kadar ek vergi artışının planlanmadığını ifade etmiştir.

Ancak, bütçe açığının büyüklüğü dikkate alındığında, bu plandan sapılması sürpriz olmayacaktır.


Görülmektedir ki hem enflasyonun nedenleri hem de enflasyonla mücadelede kullanılan araçlar konusunda Türkiye dünyadaki büyük ekonomiye sahip devletlerden ayrışmaktadır.

Kanaatimce, tek başına vergiler yoluyla enflasyonla mücadele edilemez. Çünkü, vergi, neticede maliyeti artıran bir faktördür.

Dolayısıyla, mal ve hizmet arz edenler daha düşük bir kara razı olmayıp vergiyi fiyatlara yansıttıkları sürece, vergi fiyatlar üzerinde artırıcı etki yapar.

Buna karşılık, faiz artırışının da yatırımı ve böylece üretimi daha pahalı hale getirdiği, devlet borçlarını artırdığı unutulmamalıdır.

Bu nedenle, ithalatı ihracatından yüksek olan ve büyük bir cari açığı bulunan Türkiye bakımından tek başına faiz artışı da enflasyonu geriletmede yeterli olmayacaktır.


Kanaatimce, çıkış yolu, üretimi (böylece istihdamı) ve ihracatı destekleyici bir politikayı temel alarak para politikası ve maliye politikası araçlarının birlikte kullanılmasıdır.

Bu esnada adil yaklaşım, toplumun dar gelirli kesiminin üstüne daha fazla gitmemek, mali gücü yüksek kesimlerden fedakarlığı beklemektir.

Sosyal hukuk devletinin de gereği budur. Bu yönde yapılacak çalışmalar ile, kısa vadede değil ama orta vadede olumlu sonuçlar alınması mümkündür.

Eylül başında açıklanacak yeni orta vadeli program ile 2024-2028 yıllarını kaplayan 12. Kalkınma Planı, Hükümet'in yol haritasını anlamamızı sağlayacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU