Normalleşme sürecindeki temel sınamalar

Gülru Gezer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin ilk turundan hemen sonra kaleme aldığım "Önümüzdeki dönemde Türk dış politikası" başlıklı yazımda öncelik verilmesi gerektiğini düşündüğüm konulara başlıklar halinde değinmiştim.

Seçimlerin üzerinden iki ay geçti ve bu zaman zarfında dış politika gündemi oldukça yoğundu. 

Bu süreçte, Türkiye'nin esasında son üç yıldır bölge ülkeleriyle ilişkilerini onarma yönünde attığı adımların devamının geleceğini, Türkiye'nin terörle mücadele konusundaki kararlılığını sürdürürken bölgesi ve ötesinde diplomasiye ağırlık vereceğini görmüş olduk.

Bazı ülkelerle ilişkilerde ve konularda hızlı bir ilerleme kaydedilirken, diğer başlıklarda ise Türkiye'yi zorlu bir süreç bekliyor. 


Batı-Doğu dengesi 

Türkiye'nin geçmişten bu yana Batı ile Doğu arasındaki denge politikasını yürütmesi ve bunu Ukrayna savaşının yaşandığı bir dönemde sürdürmesi tabiatıyla kolay değil.

İsveç'in NATO üyelik süreci ABD ve Rusya'yla ilişkileri etkiler hale geldi. ABD, İsveç'in bir an önce üye olmasını istemekte ve F-16 satışını yokuşa sürmeye devam etmektedir.

Rusya ise her ne kadar Türkiye'nin bir NATO üyesi olduğunun idrakinde olsa da NATO genişlemesine yönelik Ankara'nın verdiği desteğe tepkisini Suriye ve Tahıl Koridoru Anlaşması üzerinden göstermektedir. 

İsveç'in NATO üyelik sürecinin terörle mücadelede ödün vermeden titizlikle yürütülmesi ve TBMM'nin açılması sonrasında üyeliğe yeşil ışık yakılması şüphesiz ABD nezdinde Türkiye'nin elini rahatlatacaktır. 


Avrupa ve AB'yle ilişkiler

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius'ta düzenlenen NATO Devlet/Hükümet Başkanları Zirvesi öncesinde Türkiye'nin AB üyelik sürecini gündeme getirmesi bazı çevrelerce sürpriz olarak karşılandı.

Halbuki hem Türkiye hem de AB önümüzdeki 5 yıl Brüksel-Ankara hattında donma noktasına gelen ilişkilerin sürdürülebilir olmadığının farkındaydı.

Her iki taraf da gümrük birliği revizyonu ve vize serbestisi başta olmak üzere çözüm bekleyen konuların öncelikle ele alınacağı ve diyaloğun yeniden tesis edileceği bir seçenek üzerinde duruyordu. 

Nitekim 29-30 Haziran'da Brüksel'de düzenlenen AB Devlet/Hükümet Başkanları Zirvesi'nde AB Konseyi Avrupa Komisyonu'nu Türkiye-AB ilişkilerinde stratejik ve ileriye dönük bir şekilde yol almak amacıyla bir rapor yazmakla görevlendirildi.

Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi temmuz başında onayladığı Türkiye raporunda Ankara'yla üyelik müzakerelerine halihazırda başlamanın mümkün olmadığına işaret ederken Türkiye-AB ilişkileri için paralel ve gerçekçi bir çerçeve oluşturulması gerektiğine değinildi.

Aynı şekilde 20 Temmuz'da düzenlenen AB Dışişleri Bakanları Toplantısı'nın gündeminde yine Türkiye vardı.

AB'nin Türkiye'ye verdiği mesaj şu:

Türkiye bizim için önemli, bu nedenle ilişkileri ilerletecek yapıcı bir çözüm bulunmalı, ancak şu aşamada katılım müzakerelerine dönmek zor, bunun önündeki en büyük engel de Kıbrıs.


"Türkiye-AB ilişkilerine yeni perspektif" başlıklı yazımda müzakere sürecindeki tıkanıklığı kapsamlı bir şekilde ele aldığımdan burada değinmeyeceğim, ancak her iki tarafta da derin bir güven eksikliği var.

Türkiye'nin AB üyelik sürecinin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'deki haklı faaliyetlerine bağlanması ise kabul edilemez. 

Tarafların kısa sürede mevcut diyalog kanallarını yeniden devreye sokarak konuları yapıcı bir şekilde ele almaları zorlu bir sürecin başlangıcını teşkil edecektir. Diyalog olmadan ilerleme de olmaz. 

Ancak Türkiye ne olursa olsun AB üyelik sürecine alternatif teşkil edecek bir seçeneğe evet dememelidir. 


İslam karşıtlığının yükselişi

Irkçılık ve hoşgörüsüzlük Avrupa kıtasında yeni kavramlar değil. Ancak son dönemlerde Avrupa halklarının da sağa kayması ve sağcı hükümetlerin de başa gelmesiyle İslam karşıtlığı ve ırkçılık daha belirgin hale gelmeye başladı.

İsveç'in NATO üyelik süreciyle birlikte başlayan ancak çok farklı boyutlara ulaşan Kuran'ı Kerim'i yakma eylemleri Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın da ifade ettiği gibi, "bir salgın" haline geldi. 

İnsan hakları ile temel hak ve özgürlüklerin savunuculuğunu yapan Avrupa'da kutsal kitaplara yönelik nefret suçunun polis gözetiminde işleniyor olması, göçmen karşıtlığıyla birlikte ırkçılığın bazı siyasiler tarafından teşvik edilecek boyutlara gelmesi çok endişe vericidir.

Avrupa'nın sorumluluk sahibi vizyoner liderlere ihtiyacı vardır. Aksi takdirde giderek içine kapanan bir Avrupa'nın 21'inci yüzyılda dünya sahnesinde yer alması zorlaşacaktır. 

Türkiye'nin bu yaşanan gelişmeler karşısında mevcut tutumunu daha da kararlı bir şekilde ortaya koyarak İslam karşıtlığıyla aktif bir şekilde mücadelede ön saflarda yer alması, konunun bazı devletler ve aşırıcı gruplar tarafından istismar edilmesinin engellenmesi açısından önemlidir. 

Buna ilaveten, Türkiye'nin AB üyelik süreci, hem olası bir "medeniyetler çatışması"nın yaşanmasını engelleyebilecek hem de AB'nin küresel bir aktör olmasına katkı sağlayacaktır. 


Yunanistan, GKRY ve Doğu Akdeniz

Yunanistan'la ilişkiler 6 Şubat depremlerinin yarattığı dayanışma ortamının etkisiyle olumlu seyirde devam ediyor.

Her iki ülkede düzenlenen seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan 5 yıl, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis de 4 yıl daha iktidarda kalacak.

İki lider NATO Zirvesi marjında bir araya geldi ve sonbaharda Selanik'te Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDSK) toplantısını düzenleme kararını aldı. 

Her ne kadar kameralara iki liderin tebessümleri yansımış olsa da iki ülke arasında kemikleşmiş konularda tarafların geri adım atmaları söz konusu değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Batı Trakya Türk Toplumu'nun durumu, adaların silahlandırılması başta olmak üzere Türkiye'nin kırmızı çizgilerinin değişmediğini sıklıkla vurguluyor.  

Miçotakis ise Ege'deki sorunları Münhasır Ekonomik Bölge'ye indirgeyerek Türkiye'yle bir anlaşmaya varmaya hazır olduklarını, Kıbrıs'ın ise müzakere konusu dahi edilemeyeceğini belirtiyor. 

Önümüzdeki dönemde AB'yle ilişkileri yürütürken GKRY ve Yunanistan kapalı kapılar ardında Türkiye'nin bölgedeki "saldırgan", "revizyonist" ve "uzlaşmaz" tutumunu öne sürerek Ankara'nın AB üyelik sürecindeki ilerlemesi karşılığında birtakım tavizler elde etmek isteyeceklerdir. 

AB'nin bu noktada stratejik ve uzun vadeli düşünmesi, ABD-Çin rekabetinin hakim olacağı 21'inci yüzyılda kendisini nasıl konumlandırmak isteyeceğine karar vermesi, bu çerçevede GKRY'nin mi Türkiye'nin mi kendisi için daha önemli olduğuna karar vermesi gerekecektir.

Buna mukabil Türkiye'nin de geçmişte reform süreci konusunda gösterdiği kararlılığı ortaya koyması müzakere masasında elini güçlendirecektir. 


Orta Koridor-Kuşak ve Yol Girişimleri ve Yeniden Asya

Ukrayna savaşıyla birlikte Orta Koridor'un önemi bir kez daha anlaşıldı. Nitekim, 26 Temmuz'da Türkiye'yi ziyaret eden Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin gündeminde de Orta Koridor ve Kuşak Yol Girişimlerinin uyumlaştırılmasına hız verilmesi vardı. 

Türkiye'nin Yeniden Asya girişimi çerçevesinde Çin'le ilişkilerini yeni bir yaklaşımla kapsamlı bir şekilde geliştirme yoluna gitmesi, ayrıca tarihi bağlarının da bulunduğu Güney Kore ve Japonya gibi ülkelerle de işbirliğini geliştirmesi Türkiye'nin stratejik özerkliğini güçlendirmeye, ayrıca ileri teknolojiler ve yeşil dönüşüm alanlarında ilerleme kaydetmesine katkı sağlayacaktır. 


Kafkaslar'da Barış 

Orta Koridor girişiminin tam potansiyeline ulaşması ve güvenliğinin sürdürülebilirliği açısından Kafkaslar'da kalıcı barışın tesisi elzemdir.

Bu bağlamda geçtiğimiz hafta Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın Türkiye'yle normalleşme sürecinin ilerletilmesi ve Karabağ'ın Azerbaycan toprağı olduğunun herkesçe kabul edildiği yönündeki açıklamaları önemlidir. 

Taraflar arasında 1915 Olayları başta olmak üzere kemikleşmiş sorunlar bulunmasına, Ermenistan'daki muhalefete ve diasporanın uzlaşmaz tutumuna rağmen Paşinyan meseleye pragmatik yaklaşmaktadır. 

6 Şubat depremleri sonrasında Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan Ankara'ya ziyaret etti. Başbakan Paşinyan da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yemin törenine katıldı.

Yakın zamanda Türkiye'nin bu sembolik adımlara mukabele etmesi ve normalleşme süreci çerçevesinde Özel Temsilciler arasında yürütülen müzakerelere yeniden dönülmesi şüphesiz bölgenin istikrarına katkıda bulunacaktır. 

Ermenistan ve Azerbaycan arasında barış anlaşmasının imzalanması ise barışın kalıcı olmasını sağlayacaktır. 


Ortadoğu'daki son ve önemli halka Suriye 

Türkiye, Ortadoğu coğrafyasında yaşanan değişim sürecinin dışında kalmayarak bölge ülkeleriyle ilişkilerini onarma yoluna gitti.

Halihazırda Şam dışındaki tüm başkentlerde Türkiye'nin Büyükelçileri görev yapıyor. 

Normalleşme adımları arasında belki de en karmaşık olanı Suriye ile yaşanan süreç. Zira, Suriye ve sığınmacılar sorunu Türkiye'nin hem iç meselesi hem de dış meselesi.

Geçen hafta Rus yetkililer Dışişleri Bakanları düzeyinde yeni bir toplantı için çalışmalar yürüttüklerini açıkladılar.

Fakat, Ankara ile diyaloga başından bu yana sıcak bakmayan Esad yönetiminin Suriye'nin Arap Birliği'ne dönmesiyle birlikte Türkiye'yle masaya oturma konusundaki istekliliği daha da azaldı.

Öte yandan, Rusya Suriye'yi Ukrayna savaşı için ilave bir cephe olarak da kullanmaya başladı.

Bu bağlamda, temmuz başında Rus savaş uçakları ABD insansız hava araçlarını taciz etti, ayrıca Rusya 11 Temmuz'da Suriye'ye yönelik sınır ötesi yardımı veto etti.  

Türkiye'nin önümüzdeki dönemde ilave bir çatışma alanına dönme potansiyeline sahip Suriye'yle olan ilişkilerini dikkatle yürütmesi ve tercihan doğrudan diyalogla sürdürmesi, buna ilaveten mültecilerin uluslararası hukuka uygun bir şekilde dönmeleri için diğer bölge ülkelerini de içerebilecek kapsamlı bir kalkınma planı üzerinde çalışması yararına olacaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU