Herkes eski zamanların güzelliğinden bahsediyor; herkes eski dünyayı, eski insanı özlüyor. Ama bilmezler ki, giden geri döndüğü yerde her şeyi yerli yerinde bulamaz.
Şimdilerde de öyle. Kars'ın eski yapıları arasında zamanın duraksamadığı, zamanın hiçbir şeyi umursamadığı, eski bir evin penceresinden dökülen taşlarından anlarız.
Kimine göre zaman onları terk etti, kimine göre de bu şehri terk edenler zamanın ruhunu da kendileriyle götürdü.
Ama bir gerçek var ki, zamanın bıraktıkları da burada var. Sokak aralarında, eski bir pasajın bodrum katında, bilinmez bir çıkmazın sonunda eski zaman perilerini üzerlerinde taşıyan ustalar var.
Kimi eski bir radyonun içine gömülmüş, kimi çekiciyle at nalına yüklenmiş, kimi saatlerin tik takları arasında sessizliğin ilk sesini işitmiş, kimi süt makinelerinin dönen kolları arasında devam etmekte olan yaşamı seyretmiş, kimi de bir dikiş makinasının başında dünyayı ölçüp biçmiş…
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Eski zaman perilerinden bir tanesi de saat tamircisi Necati Kondakçı, 1975 yılında ilk bu işe çırak olarak başlayıp saatlerin aksanları arasında kaybolmaya talip olduğunu hâlâ göstermekte.
Zanaatkârlığın bir tür sanatçılık olduğunu söyleyen Kundakçı, usta olabilmenin ilk şartının dürüst olmaktan geçtiğini dile getiriyor.
Öte yandan saatler artık onun için yitirilmeyen bir dostluk. Onların sesinde ve görüntüsünde kendini bulan bir adam Necati Kondakçı. Hem zamana ayar veriyor hem de zamanın hatıralarını ziyaret ediyor.
Kars'ta yaşayan diğer ustalar gibi Necati Usta da teknolojiye direniyor. Teknolojinin getirdikleri nitekim götürdüklerinden çok.
Haksız da sayılmaz. Çünkü insanlar hayatlarının kolaylaştığını zannederken hayatlarının daha da zorlaştığının farkında değiller.
Ustaların en çok yakındıkları bir diğer husus, çırak bulamamaları. Gelecekte zanaatkârlığı yaşatacak çıraklar yetişmiyor, bu da ustalar için mesleğin ölümü demek.
Saat aksanları arasında geçen bu yaşamı anlatırken Necati Usta, Orhan Pamuk'un Gizli Yüz senaryo kitabındaki saatçi ile fotoğrafçının diyaloğu aklıma geliyor:
Fotoğrafçı: Huzurlu olmak için böyle bir dükkânda mı çalışmak gerekiyor?
Saatçi: Sır dükkânda değil, sır saatlerin içindedir.
Fotoğrafçı: Nedir bu sır?
Saatçi: Bilmiyorum tam ne olduğunu, ama akşam dükkânı kapar eve giderim. Ev sessizdir, o kadar sessizdir ki dükkândaki saatlerin tıkırtısını duyarım sanki. Kapıları kapayıp, kepengi indirdikten sonra, karanlıkta saatlerin tıkır tıkır işlediklerini duyarım, hepsi boş ve karanlık dükkânda bir an. İşte bu düşünce huzurumu kaçırır.
Fotoğrafçı: Hayatta en çok ne olmasını istersin?
Saatçi: İnsanlara saatleri anlatmak isterim. Mekanizmanın inceliğini, yayların korkunçluğunu, çarkların karanlığını… Şimdi kimse ‘saat nedir' diye farkında değil. Belki bunun için insanlar kederli, belki bunun için kendi hikayelerini bile anlatamıyorlar. Akrep ile yelkovanın arkasında ‘nasıl bir can vardır' diye hissetmiyorlar. İnsanlara saatlerin sırrını anlatmak isterdim. O zaman uykudan uyanır gibi, dünyaya yeniden gözlerini açarlardı, kederlerinden kurtulurlardı. Belki kendi hikayelerini bile anlatabilirlerdi.
Orhan Pamuk'un bu senaryo kitabında saatçinin söylediği, "Ev sessizdir, o kadar sessizdir ki dükkândaki saatlerin tıkırtısını duyarım sanki" cümlesiyle benzer olmasa da Necati Usta da şöyle anlatıyor:
Saatte çok nadir olan arızalardan biri olmuştur. Tamirini yapamamışımdır. Uğraşmışım kafam şişmiştir, yorulmuşumdur. Eve gidip uyumuşumdur. Rüyamda o saatin tamirini mutlaka yapmışımdır. Sabah uyanır uyanmaz da gelip dükkânı açmış, o saati rüyamda gördüğüm gibi tamirini yapmışımdır.
Necati Usta'nın söyledikleri elbette bununla da bitmez, yıllardır yaptığı bu işin içinde insanlarla yaşadıkları birer güzel anı olarak düşüyor dilinden.
Onun anlattıkları, aynı zamanda nesnelerin hayatımıza dokunuşlarına götürüyor bizleri.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish