Dilipak: "Hak namına haksızlığa ölsem susamam" diyenleri susturmak kolay değildir... Ezilmişlerin iktidarı da servetle tanışması da sancılı geçiş sürecine sebep olur

Gazeteci-yazar Abdurrahman Dilipak, Akit gazetesinden ayrılığını, muhafazakar camianın "dönüşümünü" ve siyaseti değerlendirdi

Abdurrahman Dilipak

Türkiye'de gazete okuyan, televizyon izleyen hemen herkesin en az bir kez karşılaştığı bir isim o. Milli Gazete ve Yeni Şafak'ta yazdı, televizyon programları yaptı. 29 yıldır ise Akit gazetesindeki köşesinden sesleniyordu. 28 Şubat sürecinde Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde yargılandı. Solcuları ve dindarları ortak bir zeminde buluşturmak, aradaki buzları kırmak için Şanar Yurdatapan'la bazı çalışmalar yaptı. Sosyal medyayı çok aktif kullanıyor ve buradan görüşlerini paylaşıyor. Hükümete yönelik yaptığı bazı eleştirileri çok konuşuldu. Abdurrahman Dilipak… Bu eleştirilerinin sonunda hem Akit TV'deki televizyon programını bitirdi hem de köşesini kapattı. Ama söyleyecek sözleri bitmedi.

Akit gazetesi denilince akıllara gelen ilk isimlerden biriydiniz. Buradaki köşenizde yıllarca okuyucularınızla buluştunuz. Artık yazmıyorsunuz. Söz söylemeye alışmış biri olarak zor olmuyor mu?

Hayır çünkü yazmaya devam ediyorum. Ben çenelerim, dudaklarım hareket etmeden, karnımdan değil, halim ve duruşumla konuşan biriyim. Birkaç gün aradan sonra şimdi habervakti.com'dayım ve YouTube üzerinden aynı gün ve aynı saatte "Derin Gerçekler" de devam ediyor. "Hak namına haksızlığa ölsem susamam" diyenleri susturmak kolay değil. Kulağı olan herkese söyleyecek sözüm var, söyleyecek sözü olan herkese verecek kulağım var. Benim açımdan bir gazetecinin Hak'kın, hakikatin, halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmak gibi bir görevi var. Haksızlıklar karşısında susmak gibi bir şey olamaz. Görevimiz, yaşadığımız zamanda ve mekanda adil şahitler olmak. Bizler tarihin yaşayan tanıklarıyız. Gelecek nesiller için tarih biz yaşarken şekilleniyor.

Ayrılığınızın Mustafa Karahasanoğlu'nun vefatının hemen arkasından gelmesi tesadüf müydü? Onunla yıllara varan bir dostluğunuz vardı sanırım. Onun yokluğunda artık eleştirilerinizi tolere edecek kimsenin kalmadığı konuşuluyor. Doğru mu bu?

Doğru olabilir. Tesadüf diye bir şey yok. Tevafuk oldu. Denk geldi. 50 yıla yakın bir zaman ortak bir zamanı ve mekanı, acılarımızı, mutluluklarımızı, umutlarımızı paylaştık. Bir davamız vardı. Yola çıktıklarımızla yolda bulduklarımız, "Hasbi"ler, "hesabi"ler, "servet" ve "iktidar"la tanıştıktan sonra işler biraz karıştı sanırım. Bu sadece benim için değil, genel bir durum. Sadece bizim ülkemiz için değil, bu işler böyledir. Tarihten ders almayınca tekerrür ediyor. Mustafa Bey'in yokluğu önemli bir eksiklik. O beni daha yakından biliyor. Ama konjonktürden kaynaklanan başka sorunlar da vardır. Seçime gidiyoruz. Politik endişeler de söz konusu. Beni taşımak da kolay değil. Ben sadece yazmıyorum, konuşmuyorum, fikirlerim doğrultusundan eylemli bir kişiyim. Politik anlamda risk katsayım yüksektir. Zaten zor zamanlarda ve şartlarda dürüstseniz, bilgili ve cesursanız birtakım sorunlar yaşamanız sürpriz olmamalı.

Daha önce yazılarınıza herhangi bir müdahale girişimi oldu mu? Yazınızın yayınlanmadığı ya da değiştirmeniz istendi mi?

Bana özellikle televizyondan, pandemi sürecinde ve politik gündemle ilgili doğrudan ve dolaylı bazı mesajlar veriliyordu ama sorun teşkil etmiyordu. Sunucu zaten belli konularda daha hassas davranıyordu. Yazılarda da zaten sorumlu müdürün yasal çerçevede sınırlı bir müdahale yetkisi var. Zaman zaman, çok ağırlıklı olmamak kaydı ile bazı müdahaleler söz konusu idi. Zaten yayın sırasında ya da yazılarımın altında normal okuyucular yanından troller de sert tepkiler veriyorlardı. Sonuçta olan oldu. Maalesef sosyal medyada ağ patronları sansürlüyor. Ulusal ölçekte yasalar, o da yetmiyor bir de iç denetim mekanizması. Ama her zaman birileri bu dünyada herkesten daha özgür. Onlar kural koyuyorlar. Herhangi bir kuralla da bağımlı değil, ne din, ne ahlak, ne hukuk ne de yasa.

 

 

"Egemenler, çıkarlarına dokunduğunuzda benzer tepkiler veriyor"

Çok uzun süredir yazıyorsunuz, televizyon programlarında yorumlar yapıyorsunuz. Fikir serüveninizde iktidarda farklı partiler vardı. 20 yıldan fazla bir süredir de kendisini "muhafazakar-demokrat" olarak nitelendiren bir hükümet var. Bağımsız bir mütedeyyin yazar olarak bu denli farklı iktidar atmosferlerini, aralarındaki farkları ve benzerlikleri değerlendirmenizi istersem neler söylersiniz?

Egemenler genel olarak kendilerine, çevrelerine, çıkarlarına dokunduğunuzda benzer tepkiler veriyor. Ama suç biraz da bizde. Herkes "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" kafasında sanki. Ötekilerin haklarını savunmak birilerine zor geliyor. Şanar'la (Yurdatapan) biz bunu yıkmaya çalışmıştık. "Birimizin derdi hepimizi gerdi" diye dayanışıyorduk. Bugün 5gvirusnews'de vicdanı canlı tutmaya çalışıyoruz. Nazım'ın dediği gibi "Bizler farklı farklı dillerde aynı şarkıyı söyleyen insanlarız" belki de dilimizi ideolojik politik sloganlardan arındırsak. "Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşayabiliriz." "Öteki" tanımını "kendimiz" olarak algılasak… Çünkü bizim dışımızdaki büyük çoğunluğun gözünde biz "öteki"yiz. Necip Fazıl'ın dediği gibi "Ey düşmanım gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın". Bu dünya zıtlıklar dünyasıdır. Ötekini yok edemezsiniz. Şeytanı da yok edemezsiniz. Ama ötekini kazanmayı deneyebilirsiniz. Şanar'la böyle bir deney yaptık, o Mehmet Akif'ten, ben Nazım'dan şiirler okuduk, yeter ki sözler, anlamlı, değerli, saygın olsun; yalan, çirkin olmasın.

Muhafazakar medyaya yönelik ciddi eleştiriler var. Hükümete ya da herhangi bir siyasi partiye angaje şekilde yayın yapmanın hem haberleri hem de yazarların yorumlarını etkilediği muhakkak. Genel olarak muhafazakar medyayla ilgili yorumlarınızı merak ediyorum.

Ben kendimi "Sağcı", "Muhafazakar" ya da "İslamcı-Müslümancı" olarak tanımlamam. Eki olmayan, yalın bir ifade ile ven Müslümanım, Müslümanlardanım. Aslında çoğu zaman sağ-sol, liberal-milliyetçi para ve iktidar ilişkileri, makam-mevki söz konusu olduğunda farkı fark edemeyebiliyorsunuz. Biri din, mezhep, tarikat, öteki ideoloji, bir diğeri siyaset, bir başkası ulusal çıkar üzerinden benzer şeyler söylüyor, talep ediyor. Bu kesimlerde aidiyet duygunuz ne kadar yüksek ise sömürülme, istismar riski de o kadar yüksek olabiliyor genel anlamda. İstisna kaideyi bozmaz. Ve çoğu zamanda bu tür durumlar konjonktürel etkilerle zaman içinde farklılıklar gösterebilir, dalgalanmalar yaşanabilir. Eğer her şey para, rating, tıraj, reklamsa zaten orada işler al gülüm ver gülüm şeklindedir. Orada parayı veren düdüğü çalar. Genel ahlak ve mesleki etik bu çevrelerde itibar görmez ama makyaj malzemesi olarak işe yarar.

 

Dilipak DGM.jpeg
Dilipak, 28 Şubat sürecinde başörtülü öğrencilerin haklarını savunduğu için DGM'de yargılandı 

 

"Talepler aynıydı; HKP'nin taleplerine takipsizlik verildi, AK Parti ve KADEM'in davası kabul edildi"

28 Şubat sürecinde sizi mahkeme salonlarında, sanık sandalyelerinde görürdük. Şimdi de sanık olduğunuz bir dava var ama şimdi şikayetçilerin tamamı AK Parti'li. İlginç bir kavşak değil mi sizce de?

Sadece AK Parti + KADEM.. Aslında Halkın Kurtuluş Partisi de davacı oldu ama onların taleplerine karşı takipsizlik verdiler. AK Parti'de, genel başkanlık, kadın kolları genel başkanlığı, bazı kadın milletvekilleri ve kadın kolları il başkanları davacı oldu. İşin ilginç yanı, genel merkezin koordinesinde, tek tip şikayet dilekçesi ve basın açıklaması ile. 28 Şubat'ta rakiplerimizden gelen tepkilere hazırdık, bekliyorduk, sürpriz olmadı. Ama bu, beklemediğiniz bir yerden, beklemediğiniz bir üslupla, beklenmedik bir kapsam ve şekilde.. Sadece dava değil ki, topyekun bir linç kampanyasına dönüştürüldü. Medya, troller... haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok etti, hedefini vurmayan bumerang geri döndü ve sahiplerini vurdu. 14 Eylül Çarşamba günü, Küçükçekmece, 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde saat 10.00'da duruşmamız var. Bu daha önce yaşanan "312 general davası" gibi bir dava. Kınadığımız başımıza geldi. 81 il başkanından üçte biri, ölüm, istifa, görevden alma ve kongre ile değişmiş. Geçen duruşmaya KADEM'den bir, AK Parti Düzce'den bir avukat katılmıştı. Bakalım bu defa kim gelecek. "AK Parti içindeki FETÖ'nün zihniyet ikizi AKP'liler ve onların papatyaları" dediğim için yargılanıyorum. Diğer cümlelerin matufiyeti de bu. "AK Parti içindeki FETÖ'nün zihniyet ikizi AKP'liler"in ve "onların papatyaları"nın kim olduğunu görmek isteyenler son bir birkaç aydır yolsuzluk dosyalarından adı geçenlerin kim olduklarına bakabilirler. Bu davanın bir de Ankara ayağı vardı. Genel başkanlık adına açıldı dava. Orada da hukuk davası görülüyordu. Tazminat davasında hakime hanım bir çok usul hatası yaparak ve ceza davasını bekleme sebebi de yapmadan karar verdi. O dosya da şimdi Ankara'da İstinaf'ta.

"Ezilmişlerin iktidarı sancılı geçiş süreçlerine sebep olur, servetle tanışması da öyle"

Muhafazakar-mütedeyyin camiayı yakından biliyorsunuz. Hem iktidarda hem muhalefette bulundular. Peki fark ne oldu? "İktidar yozlaştırır" diye meşhur bir söz var. Sizce yozlaşıldı mı? Koltuklara oturan, iktidar ve güçle tanışan muhafazakarlar değişti mi?

İktidarın, servetin dönüştürücü bir gücü var ve önce de sahiplerini dönüştürür. Burada temel sorun, hasbi ve hesabi olma sorunu. Burada temel sorun, aklınız, vicdanınız ve imanınız mı siyasetinize yön veriyor yoksa, siyasi ihtiraslarınız ve servetiniz mi aklınıza, vicdanınıza ve imanınıza yön veriyor? Yani, Mevlana'nın dediği gibi yaşadığınız gibi inanıyorsunuz, inandığınız gibi mi yaşıyorsunuz? Muhalefette iken talep ettiklerinizle, iktidarda iken talep edilenler konusundaki mazeretlerimiz pek de birbiri ile örtüşmüyor tabi. Bu bize has bir durum değil, her yerde, her zaman genel manzara bu. O zamanda eski sözler ve bugünkü sözler, eski işler ve bugünkü işler, arşivlerden derlenip klipler halinde önümüze konuyor tabi. Ezilmişlerin iktidarı çoğu zaman sancılı ve zor bir geçiş sürecine sebep olur. Yoksulların servetle tanışması da. Hem servet ve hem iktidarla tanışan mahrumları, dünya nimetleri, hazları, şatafatı ile tanışmaları da her zaman sorunlu olmuştur. Ahirette beklediklerini dünyada karşılaştıkları arasında dünyayı seçenler, kişisel olarak hoyratça ve beklemedik dönüşümler yaşayabilirler.

 

Erdoğan Dilipak
Abdurrahman Dilipak ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

 

Muhalefetteki dinamizm, kalenin en büyük burcuna bayrağı dikince, yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilince yerini nereye bıraktı? 

Büyü bozuldu. Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları, 15 Temmuz bir güç zehirlenmesini de beraberinde getirdi iktidar çevrelerinde. Bu durum tek kişi ile sınırlı değil, kolektif bir davranış şeklinde kendini gösterdi ve herkes birbirini tetikledi. Bu iş biraz da yokuş aşağı koşmaya benzer. Bir defa koşmaya başladınız mı durmak zor. Bir noktadan sonra da artık geri dönüşü imkansız kadar zordur. Aşk ve öfke aklı zail eder. İktidar aşkı, muhalefet öfkesi de öyle.

"Biz kendimizi değiştirmezsek Allah'ın bizim hakkımızdaki hükmü de değişmeyecek"

Türkiye yavaş yavaş seçim atmosferine giriliyor. Ciddi bir ekonomik darboğaz var. Muhalefet aynı masada bir araya gelmiş durumda. Bir gazeteci olarak yakın zamanda yapılacak seçimlerin nasıl şekilleneceğini öngörüyorsunuz?

Siyasiler dereyi görmeden paçayı sıvıyor. Koalisyon olmasın diye başkanlık sistemine geçtik, şimdiden koalisyonlar oluştu. Daha ortada aday yok, seçim tartışması yapılıyor. İnsanlar pazar alışverişinde bile peynirin tadına bakmadan, fiyatını sormadan ne sebze alır ne meyve, ama parti seçiyoruz. Gelinen noktada daha iyisi için bir umut koalisyonu yok, ötekilerden korkuya dayalı bir koalisyon arayışı var. Bana kalırsa evdeki hesap çarşıya uymayacak. Çok büyük bir kararsızlar topluluğu var. Pandemi sürecinden alınan bir ders var. Dünyadaki tepkilerden de etkilenen yüzde 30'luk her partiden oluşan sosyolojik bir seçmen kesimi var. İstanbul Sözleşmesi, aşı, global sistemle ilgili kaygılar sebebi ile oyunu bu değerlendirmeler ışığında kullanacak. Öte yandan bugün iktidar ve muhalefet kanadındaki grubu bulunan partilerin tümü ve bu koalisyon görüşmelerinde yer alanların tamamı uluslararası sistemin dayattığı politikalar konusunda aynı çizgide buluşuyor. AK Parti ile CHP ya da MHP ile HDP ya da İYİ Parti ile diğerleri arasında bir fark yok. Gördüğüm şu ki, seçmen tek partiye oy vermeyecek önümüzdeki seçimlerde. Adaya bakacak. Bu bağımsız aday da olabilir. Her ilde bağımsız adaylar çıkacak bu arada. Mesela bir seçmen adaya bakıp, büyükşehirde A, ilçe belediye seçiminde B, belediye meclisinde C, milletvekilinde D, Cumhurbaşkanlığı'nda E partisine ya da bağımsız adaylara oy verebilir. Ben, "Oyunu görmeden oy'unu verme" diyorum! Bu seçim sürprizlerle dolu bir seçim olacak. Sonuca gelince "tencere yuvarlanacak kapağını bulacak". Ben adayın akıllı, bilgili, dürüst ve cesuruna oy vereceğim. Mevcutlar arasından en iyisine. Bir çıkış yolu bulacağız ama önce bizim kendimizi değiştirmemiz gerek. Çünkü biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.

Şimdiye kadar AK Parti iktidarının yaptığı en iyi ve en kötü şeyleri sıralarsanız neler söylersiniz? Ne yaptı ne yapmadı veya neyi eksik yaptı?

İyi ve kötü bazan iç içe olabiliyor. Karayolları, ulaşım iyi ama maliyet ve ihaledeki muhatapları tartışılabilir. Savunma sanayi de öyle. Adalet, aile, ahlak maalesef iyi değil. Genel olarak ihale ile yapılan işlerde daha başarılılar ama oralar da sorunlu. Okul inşaatları daha iyi ama eğitim iyi değil. Bu kadar çok üniversiteye gerek yoktu. Bugün gelinen noktada diplomalı işsizler ordusu ürettik. Sağlık, gıda, ilaç, pandemi yönetimi, 5G kötü. Adalet en başta, yolsuzlukları, rüşvet ve torpilin önlenmesi gerek. "Bir hırsız bir bağdan bir bostan çalar, rüşvet alan biri, bir bostan karşılığında bir bağı satar". Ehliyet ve liyakat çok temel bir konu. Yasaların, başta CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, Lanzarote olarak gözden geçirilmesi gerek. Yargı ve bürokrasinin de.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU