Bir kişi düşünün, daha önce hiç medyum olmak için hazırlanmamış, cinlerle ilişkiye girmeye çalışmamış, kendi işinde gücünde bir tüccar. Çevresinde bu kişinin böyle bir iddiası olduğunu söyleyen hiç kimse yok.
Ayrıca, başarılı bir tüccar olmasının yanı sıra, ailesi tarafından Kureyş Şirk sisteminin yeni lideri olarak hazırlanıyor.
Bu kişi bir gün ansızın aydınlanıyor. Zaten daha önce böyle bir beklentisi olmadığından, havalara uçup "Oley! Amacıma ulaştım!"
diye sevinmiyor; aksine korkup kaçıyor evine…Bunu duyan eşi Hatice, daha iyi bileceğini düşünüp onu Keşiş Varaka bin Nevfel'e götürüyor.
Varaka ile daha önce hiç tanışmamış ve sonra da hiç görüşmeyecek. Bu görüşme önce olsaydı belki şu sorulabilirdi: O mu teşvik etti?
Ama sonra görüşmüş… Demek ki bu işin içinde Varaka'nın da parmağı olamaz. Zaten Varaka 23 yıllık Kur'an sürecinin hiçbir noktasında yer almıyor.
Tamam, adam bir şeyler yaşadı, belki de sanrıydı; yaşandı bitti.
Hayır. Bu "tecrübe" öyle bir şey ki Muhammed'i kontrol etmeye başlıyor.
Mesela o isteyince gelmiyor, hatta bazen istemediği konularda da onu uyararak şekil veriyor.
Ama sara hastalarında olduğu gibi anlamsız krizler değil, şizofrenlerde olduğu gibi hezeyanlar içermiyor. Gayet tutarlı akılcı söylemler.
Kendi hayat düzenini alt üst eden bu ani bilinç sıçraması, siyasi bir devrim çağrısı içermekle beraber, bu davet aynı zamanda Roma ve Sasani gibi dönemin iki süper gücüne de meydan okuyor.
Yani ikisinden birine yanaşmak/uydusu olmak gibi bir şey de içermiyor.
Reelpolitik anlamda, o günden bakarsak tam bir çılgınlık! Önceden böyle bir şey tasarlayan birinin yapmayacağı bambaşka bir şey…
Öyle biri ki farklı olaylar ve sebepler üzerine yıllara yayılmış bir kavga sürecine giriyor. Ama sonuçta tüm bu parçaları toplayıp tek bir kitap olarak yıllar sonra okuduğumuzda, sanki bir iki ayda masa başında yazılmış gibi birbiriyle iç bağlantıları ve mantıksal tutarlılığı olan bütünsel bir kitap ortaya çıkıyor.
İlginç!
Ama daha da ilginç olanı, 23 yıllık bu kavga sürecinde Muhammed'e ait birçok söz de mevcut.
Ama ona ait beşeri sözlerle Allah'tan ayet olarak sunduğu metinler arasında bariz farklar var. Kur'an Arapçası günlük Arapçadan başka bir edebiyat getirdi.
Başka bir ilginç nokta da Araplar arasında zaten güçlü bir edebiyatın var olmasıdır. Ancak Kur'ân, Cahiliye şiiri dediğimiz bu edebiyata da benzemez.
Herhangi bir Cahiliye şiiri dizesiyle ayet karşılaştırıldığında, ikisi içerik ve üslup olarak bariz biçimde birbirinden ayırt edilebilir (bkz. Kur'an'ın Mucizevî Dili, Ahmed Bessâm Sâ'i, Mahya Yay.).
Şayet Kur'an, Hz. Muhammed'in kendisine ait olsaydı, böyle bambaşka bir edebiyatla konuşmazdı.
Daha önce hiç edebiyatla, şiirle ilgili uzmanlığı olmayan, sıradan bir tüccarın yaşadığı aydınlanma sonrası birden özgün bir edebiyat ekolün babası olması; ama bunu yaparken de kendine ait sözlerde bir değişimin olmaması ilginçtir.
Hz. Muhammed bir anda ortaya çıkan bu üstün edebiyat retoriğine nasıl sahip olmuştur?
Kendisi bir edebiyat ustası değil, edebiyat meraklısı da değilken, ilgisiz birinin Dostoyevski gibi yazılar yazmaya başlaması gibi bir durum bu.
Hz. Muhammed tüm bu aydınlanmayı sadece edebiyat olsun diye de yapmıyor. Çünkü bu farklı ve yeni/özgün Arapça retorik, aynı zamanda ideolojik bir teoriye o teorinin ürettiği yeni kavramlara da sahip.
Arapların kullanageldikleri kelimeleri alıp yepyeni kavramlara dönüştürüyor. Yani Hz. Muhammed daha önce işi, ilgisi olmamasına rağmen bir anda hem Dostoyevski gibi bir edebiyatçı hem de eş zamanlı olarak Marks gibi bir ideolojik teorisyene ve Gandhi gibi bir aktiviste dönüşebiliyor.
Hepsini aynı anda yapan(!) Hz. Muhammed bu siyasi-sosyal mücadele içerisinde üstüne üstlük bir de yeni bir teoloji üretiyor. Bravo!
Yani hiçbir hazırlığı yokken ve gündeminde dahi yokken bir anda ve aynı anda biri hem Dostoyevski hem Konfüçyüs hem Martin Luther King oluveriyor.
O da yetmiyor bu süper sıçrayışı 23 yıl istikrarlı biçimde sürdürüyor.
Yeni teoloji + yeni edebiyat dili+ yeni ideoloji + yeni mücadele/strateji yöntemleri! Bunların hiçbiri için bir ön hazırlık yapılmamış. Bunlar için hiçbir ekip çalışması da yapılmamış.
Tamamen Kur'an kaynaklı yenilikler bunlar. Tarihten, örneğin Hz. Ebu Bekir'in ya da Hz. Ali'nin "Şöyle de bir ayet koyalım" dediğini okumuyoruz.
Aksine böyle bir şeyi aklının ucundan bile geçirmemesi bizzat Hz. Muhammed'in kendisine emrediliyor Kur'an'da.
Peki, belki de başkaları Muhammed'e öğretmiş olamaz mı?
Varsaydığımız bu "başkalarının" bir anda ortaya çıkan bu parıltıyı başından beri tasarlamış ve sürecin her noktasında rol almaları gerekir.
Böyle bir kişi ya da kişilere rastlamıyoruz tarihte. Birkaç kişinin adı geçiyor örneğin savaş esiri olarak Mekke'ye getirilen Hristiyan bir demirci gençten!
Bula bula elimizdeki kişi ancak Hristiyanlık uzmanı olması mümkün olmayan kültürsüz biri!
Peki, böyle biri mi tüm süreç boyunca Hz. Muhammed'e fısıldamış, görüşmüş?!.
Hayır. Kur'an'ın basit bir soruyla (16/103) boşa çıkarttığı üzere, bu genç nasıl biriymiş ki hem uzman olmamakla beraber Arapçaya da hâkim değil...
Yani böyle bir iddia da konuyu izah etmekten fersah fersah uzakta…
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Tüm bunlar olurken Hz. Muhammed, krallık iddiasında da bulunmuyor. Herhangi bir saltanat ihdas etmediği gibi, ailesini kayıracak herhangi bir zenginleşme de gözlemlenmiyor.
Damadı Hz. Ali'nin kızı Hz. Fatıma'nın ya da Hz. Muhammed'in diğer evlatlarının zenginleştiğini de görmüyoruz. Yakın arkadaşlarında da bir zenginleşme olmadı.
Hatta aksine Kur'an'dan önce çok zengin olan Hz. Ebu Bekir, mal varlığını İslami mücadeleye adadığından malından mülkünün büyük kısmını harcadı.
Demek ki Kur'an mesajı, saltanat ya da oligarşi de doğurmadı. Yani dünyevi bir çıkar için böylesi bir işe girilmesi aklen saçma…
Hz. Muhammed, kral-hükümdarlık davası gütmemesine rağmen, siyasi kavgasında lider olmaya devam ediyor; ama bu onu apolitik bir danışman da kılmıyor!
Aynı zamanda farklı kesimlerin üzerinde uzlaşabileceği bir güven tesis ederek ombudsman oluyor.
Şikayetleri ve birtakım teşebbüsleri ele alıp, değerlendiren ve bunlara her iki taraf için de tatmin edici çözümler bulan kişi…
Hz. Muhammed'in bu ani ve müthiş değişimini delilikle açıklayamayızİ çünkü deliler tutarlı teoriler ortaya atamazlar. Hezeyanlarının dünyayı değiştirecek bir bütünsellikleri yoktur.
Yalancılıkla da açıklayamayız; çünkü yalancılar muhakkak böylesi zorlu bir süreçte fire verirler. Bir dedikleri bir dediklerini tutmaz, ama Hz. Muhammed'in söyleminde böyle bir tutarsızlığa da rastlayamıyoruz.
Ayrıca, yalancılığın da bir hedefi olmalı: makam, mevki ve çıkar gibi. Ama Hz. Muhammed'in peygamberlik iddiası kendi çıkarlarına aykırıdır.
Hz. Muhammed lider olmak istiyorsa zaten kabilesi onu Kureyş'in yeni yüzü olarak Mekke'nin liderliğine hazırlıyorlardı.
Hz. Muhammed'in bu adaylığını iptal ederek tümden Mekke'deki sisteme cephe alması, kendi çıkarlarına aykırıdır.
Gerçekten lider hatta 'Arapların Kralı' olmak isteseydi bunu müşrik sistem içinde kalarak çok kolay biçimde elde edebilirdi. Ama tam aksi hareket ediyor…
Yeni teolojisini vaaz etmeye başladığında da ilginçlikler var. Kur'an'dan önce işinde gücünde bir tüccar olan Muhammed'in hiçbir dini uzmanlığı yok.
O dönemde dini uzmanlık Yahudi ve Hristiyan ruhban sınıfına mahsus. Ruhban sınıfı kendi bağlıları olan Yahudi ve Hristiyan cemaatlerinden bile sakınıyorlar Kitab-ı Mukaddes metinlerini.
Böyle bir zeminde Hz. Muhammed sanki yıllardır Kitab-ı Mukaddes üzerine çalışmış, doktora yapmış gibi Kitab-ı Mukaddes'te de yer alan birçok tarihi anlatıyı Kur'an yoluyla anlatmaya başlıyor. Bu zaten çok garip bir durum.
Daha da ilginci uzmanlığı olmayan, Kitab-ı Mukaddes'in dilini bilmeyen, daha önce hiç bu metinler üzerine çalışmamış birinin, Kitab-ı Mukaddes'in içeriğinde yanlışlıklar, çarpıtmalar olduğu iddiasıyla ortaya çıkması ve kıssaların doğrularını da kendisinin anlattığını öne sürmesi.
Yani aynen Eski Ahit ve Yeni Ahit'ten iktibas etseydi bu da olağanüstü bir durum olurdu, bir de üstüne hem o metinlere bir dinler tarihçisi titizliğiyle eleştiriler getiriyor hem de alternatif yeni anlatılar getiriyor!
Eski ve Yeni Ahit'te de var olan ama Kur'an'da içerik ve üslup açısından farklı olarak anlatılan bilgilerin bir kısmı ilk muhataplar nezdinde bilinmiyordu.
Çünkü Yahudiler ve Hristiyanlar Pavlusçu doktrinlere inanıyorlar ve Pavlusçu ana akım Konsillerin standart olarak belirlediği kitapları okuyorlardı.
Hz. İsa'nın çocukluğundan bahseden, Teslis'i reddeden İncil metinlerini okumuyorlardı. Bu metinler 20'nci yüzyılda keşfedildi ve tercüme edilebildiler.
Hz. Muhammed de bu detay göndermeleri ve farklılıkları nereden bilebilirdi? Elbette Allah bildirmeseydi bilemezdi.
Daha da ilginci var!
Kur'an'da Zerdüşt'ün kitabı Gathalar/Avesta ile hatta antik Mısır metinleriyle, Buda'nın Hindistan'daki kimi vaazlarıyla birebir paralel ifadeler yer alıyor.
Hz. Muhammed'in kendi şahsi sözlerinden bambaşka formda dile getirdiği Kur'an'daki bu ifadeleri nerden biliyordu?
İşinde gücünde bir tüccarın aniden internetin olmadığı, ulaşım kaynaklarının çok kıt olduğu bir dönemde bu denli büyük bir dinler tarihçisine ve arkeoloğa dönüşmesinin sırrı neydi?
Daha da ilginci var!
Kur'an'da doğaya değinen ifadeler yer alıyor. Kur'an bir bilim kitabı değil Hz. Muhammed'in de bilim adamı olduğuna dair hiçbir iddiası yok.
Ama doğa bilimlerinin alanına giren birçok konuya değinen Kur'an, hiçbir zaman bilimsel bir gerçekle çelişmiyor. O dönemde bilinemeyecek bazı bilgilere de atıf yapıyor.
Hz. Muhammed nasıl bir aydınlanma yaşadı ki bir anda çağını aşan bir bilim insanına dönüşüverdi.
Yukarıda özet bir tablosunu çıkarttığımız olgu karşısında itiraz edecek bir kişi, tabloyu parça parça eleştirmemeli; bütününü eleştirmeli.
Peki, böyle bir şey bugüne kadar yapılabildi mi?
Tek tek de bütünsel ve eş zamanlı olarak da yapılamadı (bkz. Kur'ân-ı Kerim'i Taklit Teşebbüsleri, Dr. Numan Çakır, İFAV Yay.).
Peki, tüm bu unsurların eş zamanlı olarak aynı kişide toplanmasını nasıl açıklayabiliriz?
Öncesinde bahsini ettiğimiz hiçbir alanda hiçbir hazırlığı, çalışması iddiası olmayan birinin aniden tek birinde dahi yıllarca ustalık gerektiren birden fazla alanda uzmanlık derecesinde aydınlanma yaşaması karşısında iki yol vardır.
Bu kadar olağandışı-olağanüstü bir durum karşısında iddia sahibinin iddiası doğrudur; yani Hz. Muhammed Allah'ın elçisidir ve bize getirdiği mesajlar kendi şahsından değil insanüstü bir kaynaktandır.
Ya da tüm bu tabloya bütünsel bir eleştiri getirilip açıklaması yapılmalıdır ki bugüne kadar böyle bir bütünsel karşı açıklama yapılamamıştır.
Tüm bu tabloya karşı parça parça ama tutarsız itirazlar getirilmiştir.
Kur'an'ın iddiası böyle bir bütünsellik şartlarına uygun aynı anda/eş zamanlı olarak her biri için uzun yıllar uzmanlık gerektiren alanlarda daha önce de hiç hazırlık yapılmaksızın ortaya Kur'an gibi bir hitap/kitap konmasıdır.
Bugüne kadar böyle bir şey başarılamadı…
İşte bu sebeple gelinen noktada ya Hz. Muhammed'in ortaya koyduğu ve yukarıda bahsetmeye çalıştığım bütünsellikle ispat ettiği Resullük karşısında ya teslim olup şahit olunacak ya da yan yollara sapılacaktır.
Bu bütünselliği görüp teslim olmayan bir zihin ancak şunu diyebilir:
'Böyle bir bütünsellik normal bir insanda toplanamayacağı için Hz. Muhammed diye biri var olamaz.'
'Ya da varsa da coğrafi olarak başka bir yerde yaşamış olmalı.'
Ya da 'Kur'an; Emeviler, Abbasiler döneminde bir heyet tarafından yazılmış olmalıdır(!)'
Tabi bu iddiaları öne sürmeye iten sebep şahit oldukları olağanüstülüğe teslim olamamaktır.
İşte o zaman bu kibir ve inat hakikatin üzerini örtme (küfr) çabasına insanı sürükler.
İşte o zaman elde hiçbir delil olmamasına rağmen ve aksi yüzlerce delil olmasına rağmen trajikomik kurgulara, senaryolara, komplo teorilerine sürüklemektedir.
Ancak rasyonel açıdan doğru tutum komplo teorileriyle kendi kendini ve başkalarını kandırmak değil şahit olduğumuz bütünsel tabloya teslim olmaktır:
اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
Eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish