2000'lerin AK Parti iktidarının kendisiyle birlikte getirdiği travma ve ulusalcı hezeyanlarla beraber komplo teorilerine kadar kayan ve Türkiye'yi bölmek ve şeriata götürmek gibi ikili bir vizyonla Kürt hareketiyle siyasal İslamcı hareketin Batı'nın da desteğiyle anlaştığını iddia eden diskurlarının ardından Kılıçdaroğlu döneminde Kürt sorunu konusunda yeniden geleneksel ilerici söyleme dönülmüştür.
Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanı olmasından 13 ay sonra gerçekleşen kendi liderliğindeki ilk genel seçim olan 2011 seçimlerinde CHP'nin yayımladığı "41 Söz" kitapçığının bazı başlıkları Kürt sorunuyla ilgili olmuştur.
Bu kitapçığın 6 ve 7'nci maddeleri CHP'nin Türkiye'yi çoğulcu demokrasiye taşıyacağını ifade ederken, barajın en fazla yüzde 5 olacağı belirtilmiştir.
Dolayısıyla bu madde doğrultusunda bu dönem seçimlere hâlâ bağımsız adaylarla katılan meşru Kürt hareketi, bu dönüşüm sonrasında kurumsal kimliğiyle seçimlere katılabilecekti.
Yine bunun yanında CHP, bir Hakikat Komisyonu kurulacağını ve bu komisyonun bölgedeki faili meçhul cinayetler ile devletin içindeki çeteleşmeleri ortaya çıkaracağını ifade etmiştir.
Yine raporun 14 ve 17'nci başlıkları, bölgesel bir kalkınma planıyla birlikte bölgenin iktisadi ve sınai geri kalmışlığının aşılacağını belirtmiştir.
Yine 2011 Mayıs'ında yayımlanan "Demokrasi, Eşit Yurttaşlık ve Özgür Toplum" raporunda CHP, Kürt sorununun ne reddiyeci bir tutum ne de etnik merkezli bir anlayışla çözülemeyeceğini ifade etmiştir.
CHP'ye göre bu sorun, çözüm için bir üçüncü yola, demokratik yola ihtiyaç duymaktadır. Bu yolun olmazsa olmazları, daha adil bir iktisadi paylaşım, bölgeler arası adalet, herhangi bir kültürü normatif saymayan özgürlükçü bir kültürel yaklaşım ve özgür bir siyasi tartışma ortamıdır.
2015'e gelindiğinde CHP, "22 Soru 22 Cevap" başlıklı seçim bildirgesinde AK Parti'nin mimarı olduğu çözüm sürecini şehitler gelmemesi ve silahlı çatışmayı sonlandırması bakımından önemli bulmakla beraber, sürdürülebilir olmadığının altını çizmiştir.
CHP, bu sürecin meşru organda, parlamentoda kurumsallaştırılmaması dolayısıyla AK Parti'nin amacının Kürt sorununu çözmek değil, iktidarda kalabilmek için barış umutlarını sömürmek olduğunu ifade etmiştir.
Nitekim HDP'nin parti olarak seçime girip barajı aşması ve AK Parti iktidarı için bir ontolojik tehdit oluşturmasıyla beraber daha gün geceden sabaha dönmeden sürecin anında bitirilmesi, CHP'yi bu çıkarımında haklı kılmıştır.
CHP'nin bu çıkarımı yapmasının nedeni, sürecin hem diğer aktörlerin katılımını engelleyen hem de kurumsallaştırılmadan İmralı-Beştepe arasına sıkıştırılan yapısı olmuştur.
CHP'ye göre gerçek bir çözüm süreci dört ayak üzerine yükselmelidir:
Bunlardan ilki, gelişmiş bir demokrasiye dayanan eşit yurttaşlıktır.
İkincisi, parlamentoda temsil edilen tüm siyasi partilerin katılacağı bir Toplumsal Mutabakat Komisyonu'yken;
Üçüncüsü de parlamentoda temsil edilmeyen grupları, siyasi partileri, STK'ları, sendikaları ve işveren örgütlerini içeren Ortak Akıl Heyeti'dir.
Parlamentoya bağlı olarak faaliyet yürüten üçüncü önerideki komitenin bir diğer görevinin de PKK'nın silah bırakma sürecini takip etmek olacağı ifade edilmiştir.
CHP, bu modelini iktidarın Akiller Heyeti'nden ayrıştırmış ve o modelin AK Parti'nin modelini anlatan insanlardan oluştuğunu söylerken, CHP'nin modelinin toplumsal istekleri parlamentoya anlatan bir heyet kurmaya odaklandığı belirtilmiştir.
CHP'nin son önerisi bir Gerçekleri Araştırma Komisyonu kurulması olurken bu komisyonun amacı da bir yandan dünyadaki çözüm süreçlerinin argümanlarını incelemek diğer yandan da Kürtlerin yabancılaşmasına neden olan tarihsel-toplumsal dinamiklerle yüzleşmek olarak tarif edilmiştir.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu'nun parlamentoyu çözüm yeri olarak göstermesi salt bir kurumsal fetiş değil, kapsamlı bir diyalog zemini arayışına dayanmaktadır.
Kılıçdaroğlu'nun açıklamasının ardından İYİP'ten gelen mutedil ve meşruiyet vurgusu yapan açıklama da bu yöntemin her grubu içine alan toplumsal diyalog için en uygulanabilir yöntem olduğunu göstermiştir.
Dolayısıyla Kürt hareketi, ya tek bir gayri meşru aktör olan "İmralı'nın muhatap alınmasını savunacak" ya da gerçek bir çözüm süreci için toplumsal desteği yüzde 10-15 arası olan milliyetçi bir aktörün de bu sürece katılacağı meşru bir zemini tercih edecek.
Kan davasına dönmüş bir süreci de temsil eden bu sorunun bir diğer tarafını temsil eden yüzde 10-15'lik bir grubun mu yoksa İmralı'nın mı önceliği olduğuyla ilgili tercihi, HDP'nin "Türkiyelileşme" iddiasının da bir testi niteliğini taşıyacak.
Ki Selahattin Demirtaş da geçtiğimiz günlerde T24 için kaleme aldığı yazıda HDP'ye "Türkiyelileşme" yönünde uyarılarda bulundu.
CHP'nin tarihsel olarak kalkınma ve demokratikleşme gibi meselelerin bu sorunun çözümündeki önemine yaptığı vurgunun geçerliliği, demokrasi sınırlarının hiç olmadığı kadar daraltıldığı son 5-6 yıllık süreçte anlaşıldı.
Liyakatin de parçası olduğu eşit yurttaşlıktan refahın adil dağıtımına ve demokratikleşmeye kadar varan sınırlar bu sorunun çözümünün önkoşulları.
Geri kalanın tayin yeri de ne İmralı ne de masabaşları. Sorunun muhatabı Türkler ve Kürtler, dolayısıyla bizler ve bizlerin siyasi arenadaki meşru muhatapları olmalı.
Diğer tüm kaygıları bir kenara dahi bıraksak yaşanan ilk örnekte gördüğümüz gibi bu süreç, kurumlar yerine kişilere indirgendiğinde kapsayıcı olmaktan çok dışlayıcı, çözüm odaklı olmaktan çok kişisel ihtiras odaklı bir hâl alıyor.
Nitekim CHP, sorunun yöntemine itiraz etse de Kılıçdaroğlu yine de 2012'de "iktidara açık çek veriyoruz" demiştir.
Erdoğan'ın buna "Sen bana açık çek verecek adam değilsin" diye karşılık vermesine rağmen, birtakım "münevverlerimiz"in güleç bir tavırla bu süreci Erdoğan lehine alkışlamaları, kişilere indirgenmiş süreçlerin rasyonelliğin bile yitimine sebep olacak kadar kişilere bel bağlanmasına sebep olduğunu göstermiştir.
Ayrıca yine gizli kapaklı yürütülen bu süreçler, iki tarafın da birbirini sürekli olarak Oslo tutanaklarını açıklamakla tehdit etmeleri örneğinde görüldüğü gibi kirli ilişkilere girilmesine sebep olarak ortaya çıkış amacından sapmasına sebep olabiliyor.
Dolayısıyla CHP yeni konuşmuyor, Türkiye'nin geldiği konjonktür içinde özellikle bölücü terörün durma noktasına gelmesinin açtığı alan, buna karşın iktidar tarafından iraden demokratik alanın daraltılması ve Millet İttifakı'nın demokrasi vaadiyle iktidara yürümesi dolayısıyla sesi daha gür çıkıyor.
Bundan sonra yapılması gereken bu demokratik alanın milli güvenlik siyasetine yeniden boğdurulmasına izin vermeyecek şekilde PKK'nın ve İmralı'nın kriminalliğini vurgularken, HDP'nin de o ölçüde meşru olduğunu vurgulamak olmalı.
Nitekim Kılıçdaroğlu da Günel Cantak'ın "Bay Kemal ve İttifakları" başlıklı belgeselinde bunu vurguladı:
Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. Erdoğan bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP'yi meşru organ olarak görebiliriz. Eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla çözebiliriz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish