İpek Yolu'ndan Çukurca'ya günce notları

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Haziran ayının sonlarında, Hakkari Çukurca Fotomaraton'una katılmak için Suriye'nin kuzey sınırı boyunca uzanan tarihi İpek Yolu'ndan doğuya yol aldığımızda, güneşin yakıcı etkisi sabahtan kendini belli ederek ortalığı kavurmaya başlamıştı.

İlk defa Cizre ötesine yolculuğa çıkıyordum.

Heyecanlanmadım desem yalan olur.

Hakkari'yi görmenin heyecanın yanında biraz kaygı da vardı içimde. Ne de olsa yıllardır çatışmaların eksik olmadığı bölgeye gideceğiz. 'Ne olur ne olmaz' diye içimden geçiriyor, kendi kendime tedirgin oluyorum.

Yine de Çukurca'yı görme heyecanım bütün duygularıma baskın geliyor, böylelikle korkularım dağılıyor.
 

(3).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yol Cizre'ye kadar dümdüz ovaları aşarak ilerliyor. Ne dolambaç, ne de sert virajlar var. Göz alabildiğince ova ve Habur'a kadar uzanan asfalt yol.

Cizre sınırlarında dağlardan süzülerek gelen Dicle Nehri ise Mezopotamya ovalarına hayat öpücüğü vererek nazlı nazlı akıyor.

Yer yer suyu durgun akan su sanki iyice azalmış gibi bir izlenim veriyor.
 

(16).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kadim bir kent olan Cizre, bütün yaralarını saklarcasına Mezopotamya ovasının kızıllığında sessizlik içinde güneşi kucaklıyor.

Giderek daha fazla beton yapının belirginleştiği kentin gerçek dokusunu görmeden kıyısından ilerliyoruz.

Bir zamanlar Kürt Beylerinin hüküm sürdüğü, medreseleriyle ünlü Cizre arkamızda kalırken, ova giderek dağ dokusuna dönüyor, yükselti artıyor.

Yol da yükseltiye göre daha virajlı ve yokuşlara teslim oluyor.
 

(18).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Artık gözlerimiz dağlardan başka bir şey görmüyor. Yolun sağı, solu, önü, arkası dağ. Yer yer alçalan, yer yer yükselen yol bizi bu halde Şırnak'a götürüyor. 

Türkiye'nin gündemine çatışmalarla giren ve bu nedenle il yapılan Şırnak merkeze uğramadan yola devam ediyoruz.

Yol boyunca taşımaya hazır yığın yığın taşkömürü tepeleri ve derme çatma barınaklar göze çarpıyor.
 

(10).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bu barınakların maden sahasında ya da ocaklarında çalışan işçilere ait olabileceğini düşünerek zihnim ilkel maden ocaklarına kayıyor. 

Yıllardır Şırnak'ta taş kömürü çıktığını biliyordum. Ama her nedense zihnimde oluşan maden ocağı tasvirine uygun bir işletme hiç duymadım.

Bildiğim ve okuduğum ocakların hem ilkel yöntemlerle çalıştığı, hem de kaçak faaliyet yürüttükleriydi.

Yol boyunca kömür yığınları, düzensiz maden sahaları düşüncemi pekiştiriyor. Şırnak çevresinde gerek açık, gerekse de yer altında kuralsız ve tanımsız bir maden çalışması yürütüldüğü gözle de görülüyor.
 

(6).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Linyit kömürü çıkarılıyor ama maden işçisinin esemesi okunmuyor. Her şey geçici, her şey düşük ücretli işçilerin sırtında yürüyor.

Ne bir sendikal hareket var, ne de işçilerin seslerini yükseltebilecek zemin. Varsa da sesi oldukça kısık.

Kentte işsizlik oranları Türkiye ortalamasının üstünde seyrettiğini belirtmeye gerek yok. Binlerce genç işsizlikten kırılıyor, uzak kentlere çalışmaya gidiyor.

Maden sahalarında iş bulanların çoğu çaresiz bir şekilde sigortasız ve düşük ücretle çalışmaya razı oluyor. 
 

(5).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kömür kokan Şırnak'tan yüksek rakımlı dağlara doğru yol alırken,  artık bambaşka bir dünyada olduğumuzu görüyor, tanık oluyoruz.

Yollar genellikle ıssız, kırsalda bir terk edilmişlik havası var. Bir çoban, bir sürü dahi görmedik desem abartı olmaz.

Dağlardaki otlar da sararıp, kurumuş. Oysa kış çetin ve yağışlı geçmiş. Daha yeşil bir doku beklerken doğanın kuraklığı şaşırtıyor beni. 
 

(8).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yolda ilerledikçe daha fazla haki renkli araç trafiği görülüyor. Bir ara sanki Goristana Roboski* yazılan Kürtçe tabelayı görüyorum.

Kısa bir anda olsa tüylerim diken diken olmaya yetiyor. Demek ki 39 genç insanın yattığı mezarlığın kıyısından geçiyoruz. Bu karmaşık duygular içinde dağlık arazinin içinden ilerliyoruz.
 

(11).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yolun rakımı giderek yükseliyor. Artık Hakkari il sınırlarındayız. Zaman zaman çatışmaların şiddetlendiği, zaman zaman sakinliğin hüküm sürdüğü bölgenin değişmez yazgısı, kontrol noktalarının çokluğu, hemen göze çarpıyor.

Her köprübaşı, her yol ayrımı ve önemli geçitler küçük bir sınır karakolunu andıran kontrol noktaları var.

Bölgeye ilk defa gelenler için kaygı veren görüntüler. Kameralar, zırhlı araçlar ve beton bariyerler artık olağanlaşmış bir hayatın parçası gibi duruyor.
 

(2).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yol giderek daha da virajlı bir hal alıyor. Dağların zirvelerine tırmanıyoruz. Sonra yeniden inişler ve çıkışlar.

Nihayetinde Hakkari il sınırını temsil eden tabelanın önünde soluklanmak, bu anı ölümsüzleştirmek için duruyoruz.

Yüksek dağlarda bir ıssızlık var. Tepelerde kurulan Kalekollar dışında her şey sessiz.

Şansımıza sarımtırak bir hava var ortamda. Toz bulutları güneşin etkisini azaltmış, gökyüzü bulutsuz ama güneşi örten bir hal almış.

Hakkari il sınırı tabelasının önünde selfie yaparak yolculuk heyecanımızı taçlandırmak istiyoruz. Daha biz çevremize bakmaya fırsat bulmadan çevre tepelerden alarm sesleri gelmeye başlıyor.

Bunun bir uyarı olabileceği, yanlış yerde durduğumuzu düşünerek hızlıca arabaya binip yolumuza devam ediyoruz.

Dağlar, tepeler de bir bozkır havası var. Her yer sarımtırak bir rengin egemenliği altında. Sanki hiç yağmur yağmamış.
 

(17).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Birkaç kilometre gitmeden kontrol noktasında durduruluyoruz. Alıştık artık, elimizde kimliklerle beklerken gençten bir uzman çavuş "Tepede duran ve fotoğraf çeken kişiler sizler misiniz?" diye soruyor.

Şaşırıyoruz kısa bir an. Demek ki kameralar bizim tabelanın önünde selfie yapmamızı tespit etmiş.

Tuhaf bir duygu. Ne diyeceğimizi şaşırdık. 

"Evet, tabelanın önünde selfie çeken bizdik. Niye sordunuz?" 

Genç asker hiç duraksamadan: 

"Telefonlarınızdaki fotoğrafları silmemiz gerekiyor" dedi sakince.

Biz daha da şaşırıyoruz.

"Hakkari tabelası önünde selfie çekmek yasak mı? dediğimizde asker 

"Durduğunuz yerde fotoğraf çekmek yasak."


İlk şaşkınlık, ilk şok. 

Genellikle askeri ve güvenlikli bölgelerde fotoğraf çekmek yasak levhaları olur, ama il sınırının olduğu yerde böylesi bir tabela olmadığı gibi, neden böyle bir tasarrufa gidildiğini anlayamadan çaresiz telefonlarımızı veriyoruz.

Çektiğimiz birkaç kare selfieyi sildikten sonra telefonlarımızı uzatan asker: 

"Biz emir kuluyuz. Emirler böyle. Devam edebilirsiniz" diyor.

Arkadaşım bana göre daha fazla şaşırıyor. İlk defa başına böyle bir olay geldiği için şaşkınlığını gizleyemiyor. 

Yapılacak bir şey yok, kurallar kati ve kesin. 

Biraz buruk, biraz şaşkınlık içinde yolumuza devam ediyoruz. Artık telefonlarımızda çektiğimiz Hakkari hatırası yok ama zihnimizde hala alarm sesleri yankılanıyor. 

Ne ben konuşuyorum, ne de arkadaşım. Yola odaklanarak ilerliyoruz. 

Yol beklediğimizden daha uzun sürüyor.
 

(6).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yüksek dağların arasında oluşan vadinin tabanında akan Zap Suyu üzerinde kurulan beton köprüden geçerek yeniden tırmanış yolunda yeşillikler içindeki köyler göze çarpıyor.

Burada köyler daha yeşil, daha canlı. En çok da ceviz ağaçları dikkatlerimizi çekiyor. Birçok yerde kaynak suları yeryüzüne fışkırıyor, dere ve vadiler oldukça sulak, dolayısıyla daha ılıman bir iklimin habercisi.

Ve artık Çukurca'dayız.

Yıllardır ismini duyduğumuz ama bir türlü göremediğim Çukurca'dayız.

Yüksek dağlar arasında sıkışan küçük bir ilçe olan Çelê ya da resmi ismiyle Çukurca yeşillikler içinde inşa edilen bir yerleşim yeri.

Irak Kürdistan Bölgesi'ne sınır olan kentin tek caddesi var. Dar ama düzenli bir cadde belli ki yeni yapılmış.

Bir araç park ettiğinde iki araç zar zor geçiyor. Kentin dört etrafı dağlarla çevrili olduğu için daha sıcak bir havası var.  

Cadde boyunca inşa edilen dükkanlar ve resmi kurumlar bir yerde yoğunlaşmış. Ama mahallelere açılan sokaklarda da bazı iş yerleri göze çarpıyor.

Dükkanlar temiz ve modern olduğunu belirtmem gerekiyor. Birçok iş yerinde çalışanlar arasında genç kadınlar da var.

Özellikle lokanta, pastane, kafelerde kadın çalışanlar göze çarpıyor. Bu yönüyle bir metropol havası yaratılmış.

Konuşmalardan, ikili diyaloglardan, oldukça yüksek bir entelektüel yapının oluştuğu anlaşılıyor.  
 

(7).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kent küçük ve dağlar arasında sıkışan bir durumda olsa da, özellikle gençlerin hem ülke siyasetini, hem de bölgede yaşananları yüksek sesle ifade ediyor olmaları bizi şaşırtıyor.

Biz daha kapalı ve yoksun bir ilçe beklerken, modern bir yapının varlığı görülüyor.

Sokakta konuşulan egemen dil Kürtçe. Herkes birbiriyle Kürtçe konuşuyor. Duru, duraksamadan hatta şiirsel bir Kürtçe kullanılıyor. 

Sokaklar çok kalabalık değil ama sürekli bir hareketlilik var. Güvenlik görevlisi ve asker yoğunluğu fotoğrafın içinde en belirgin olanı.

İnsanlarda herhangi bir işe ya da yere yetişme telaşı yok. Her şey ağır çekime alınmış gibi. 
 

(4).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bu ortamın en dikkat çeken yönü yöresel giysiler. Çok otantik bir giyim tarzları var. Şık ve alımlı. Hele kadınların giyimleri tek kelime ile büyüleyici.

Günlük hayatlarını yöresel giyimlerinden vazgeçmeden yürütüyorlar. Bu nedenle memur ve halk arasında belirgin bir farklılık hemen göze çarpıyor.

Kentin tarihçesi Urartulara kadar uzanıyor. Kentin hakim tepelerinde yer alan eski taş evler hala ayakta ve kale olduğu anlaşılan alan ilk göze çarpan yerler arasında.

Kalenin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığına dair çok bilgi yok. Kale eteğinde restore edilen taş evlerin birisinin hizmete sokulmadan terk edildiğine tanıklık ediyoruz gezinirken. 
 

(10).jpeg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kent merkezinde birkaç market, lokanta ve kafeler dışında belirgin bir iktisadi faaliyet yok. Birkaç küçük park alanında semaver çay servisi yapılıyor.

Kentin dağlar arasında sıkışmışlığına karşın oldukça canlı bir sosyal hayatının olduğu gözlemleniyor. Yerel giysileriyle sokaklarda boy gösteren her yaştaki insan anı yaşayarak, vakit geçiriyor.

Kent geç saatlere kadar dışarda çay içen, sohbet eden hareketliliğe sahip. Özellikçe açık hava kafeleri gençler arasında tercih ediliyor.

Göze çarpan başka bir realite ise askeri araçların kent merkezinden sürekli hareket halinde olmaları sürekli bir trafik oluşturuyor. 

Akşama doğru şehrin en hakim tepesinden Çukurca'nın görünümü ve Zap Vadisi'ni izlerken çeltik tarlaları, bağ bahçe ve ceviz ağaçları yemyeşil dokusuyla bizi kendisine çekiyor…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU